Katman katman tarih yenilendi: İstanbul Arkeoloji Müzeleri
Deprem güçlendirme çalışmaları yapılan, modern müzecilik standartlarına uygun şekilde etiketinden ışığına yenilenen sergi salonlarıyla İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin klasik binası, geçen hafta açıldı. Düzenlenen salonlarda 2 bini sikke olmak üzere 5 bin yeni eser sergilenmeye başladı. Komşusu Yerebatan Sarnıcı da restore edilip sisli ışıklar ve heykellerle daha da büyüleyici bir yer oldu. Tarihi Yarımada’nın bu iki mücevherini yeniden gittik, gördük, yazdık...
Metropolümüzün en kıymetli alanı desek abartmamış oluruz İstanbul Arkeoloji Müzeleri için... Osmanlı İmparatorluğu Balkanlar’dan Afrika’ya, Anadolu’dan İran’a kadar uzanan muazzam bir coğrafyaya hâkim. O coğrafyadaki birbirinden farklı onlarca uygarlıktan toplanmış 1 milyondan fazla tarihi eseri düşünün... Tüm bu eserleri bir müzede toplayın. İşte o müzeyi anlatacağım size, İstanbul Arkeoloji Müzeleri... Bu muhteşem yer, 19’uncu yüzyılın sonlarında ressam ve arkeolog Osman Hamdi Bey tarafından İmparatorluk Müzesi (Müze-i Hümayun) olarak kurulmuş. İstanbul Arkeoloji Müzeleri aslında üç binadan oluşuyor. Bunlar: Çinili Köşk, Arkeoloji Müzesi ve Eski Şark Eserleri Müzesi. Üç binadan en büyük olanı 1881’de müzenin kurulması sorumluluğunu da üstlenen Osman Hamdi Bey’in inşa ettirdiği ve Arkeoloji Müzesi olarak adlandırılan revaklı bina. Bahçede girişte sol tarafta kalan binada bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu sınırlarındaki ülkelerde bulunan objelerin sergilendiği Eski Şark Eserleri Müzesi var.
Serda Büyükkoyuncu Yerebatan Sarnıcı’nda.
Binalar da tarihi eser
Üçüncü bina, Çinili Köşk 1472’de Fatih Sultan Mehmet’e özel, onun görkemine yakışır bir tarzda inşa edilmiş; sadece barındırdığı muhteşem seramik koleksiyonu için değil, kendi iç dekorasyonu bile ziyaret edilmeye değer. Uzun süredir tadilat sebebiyle kısmen açık olan Osman Hamdi Bey’in inşa ettirdiği binada ikinci katta süren çalışmalar tamamlandı ve geçen hafta açıldı. Osman Hamdi Bey’in kafasındaki müzecilik fikri, 1846’dan beri örnekleri önce Aya İrini’de, sonra Çinili Köşk’te görülen müzecilik anlayışından farklıymış.
Sidamara Lahdi ve Eros Başı (yanda)
Bunu çok iyi anlayan Levanten mimar Alexandre Vallaury ana binayı yapmakla görevlendirildiği zaman içeride sergilenen ‘Ağlayan Kadınlar Lahdi’ eserini kendisine model olarak almış. 1891’de hizmete giren binanın üzerinde Osmanlıca ‘Asar-ı Atika Müzesi’ (Eski Eserler Müzesi) yazıyor. Yazının üzerindeki tuğra da dönemin padişahı II. Abdülhamit’e ait. Müze girişinden sola saparsanız Sidon Kral Nekropolü ile Osman Hamdi Bey’e ayrılmış salonlara ulaşırsınız. 1887’de Osman Hamdi Bey tarafından Lübnan’ın Sidon Nekropolü’nden yani mezarlığından çıkarılan lahitler bile size efsane bir deneyim yaşatacak. Bunların bazıları, Yunanlar için yapılmış olmasına rağmen Mısır mumyalarının konulduğu sarkofajları andırıyor. Cesedi koyduktan birkaç yıl sonra geriye sadece kemikler kaldığı için ‘et yiyen’ anlamında sarkofaj diyorlarmış lahitlere.
Müzede incelemeye doyamayacağınız sanat eserleri görünümündeki lahitlerin en çarpıcıları Helenistik mezar sanatlarını yansıtanlar. İskender Lahdi olarak adlandırılan muhteşem eserin aslında, MÖ 4’üncü yüzyılda Sidon tahtına getirilen Kral Abdalonymos için yapıldığı düşünülüyor. Lahdin dört yanındaki kabartmalarda MÖ 333’te Mersin Dörtyol’da yapılan İssos Savaşı anlatılıyor. Valisi için yapılmış. Son olarak da MÖ 5’inci yüzyıl sonlarına tarihlenen olağanüstü Likya Lahdi’nden bahsedeyim: Sahibinin adı bilinmemekle beraber kabartmaların tasvirlerine bakılırsa coşkulu av sahnelerinden hoşlanan biri için yapılmış eser. Adını Likya lahitlerini hatırlatmasından dolayı almış. Kapağın üstündeki, griffin olarak adlandırılan mitolojik yaratık muhteşem duruyor.
İlk görenlerden olun
Bu arada 1882’de Karaman’da bulunan ve Londra’ya götürülen ‘Eros Başı’ 140 yıl sonra Türkiye’ye getirildi ve İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen, antik dünyanın en büyük lahitlerinden biri olduğu kabul edilen Sidamara Lahdi ile yeniden birleştirildi. Müzede bu tamamlanmış lahdi de ilk görenlerden biri olabilirsiniz. Birinci kata çıkan merdivenlerin olduğu yerde Osman Hamdi Bey’in Kuruçeşme ve Eskihisar’daki evlerinin resimleri var. Nemrut Dağı, Lagina ve Sidon’da önderlik ettiği kazılar da buradaki fotoğraflarla anlatılmış. Müze girişinin sağ tarafındaki kanat Efes, Afrodisias, Milet, Tralles gibi Anadolu’daki belli başlı arkeolojik alanlardan getirilmiş Greko-Romen heykelleri barındırıyor. Aralarında en dikkat çekici olanı, sakallı ve boynuzlu, elinde, başının yerinde bir boşluk olan aslanı bacaklarından tutan, ürkütücü, devasa, biraz da komik Tanrı Bes heykeli. Bazıları heykelin çeşme amaçlı yapıldığına inanıyor. Müzedeki Marsyas heykeli de çok başarılı. Bu bölümde çok sayıda heykel başları, büstler, tanrı ve tanrıça heykelleri güzellikleriyle başınızı döndürecek.
Canlandırmalar var
Üst katta; Adana’da bulunan 2’nci yüzyıla ait harika bir bronz Hadrian heykeli, devamındaysa Schliemann’ın Troya’dan çıkardığı büyüleyici bulgular, Gordion’da bulunan Frig eserleri ve Yazılıkaya’da ele geçen, Hititlerden kalma taş işçiliği örnekleri var. Troya bölümünde ekranlar aracılığıyla dönemin yaşamını anlatan etkileyici canlandırmalar yeni yapılmış. Müzede ayrıca Osmanlı dönemindeki Ortadoğu’dan ve Kıbrıs’tan çıkarılan eserler, sikkeler, Palmira’dan (Suriye) bazı figüratif mezar taşları ve Baalbek’ten (Lübnan) boğa kafası oymalarının da yer aldığı geniş bir koleksiyon sergileniyor.
YERİN ALTINDAKİ SU SARAYI
Müzeyi gezip Tarihi Yarımada’nın bir başka kıymetli mücevheri Yerebatan Sarnıcı’na geçiyoruz. Burası da uzun süreli bir restorasyondaydı. Geçen hafta kapılarını açan sarnıç, ziyaretçi akınına uğramış. Renkli ışıklandırması, sisli ortamı, suların arasına yerleştirilmiş heykelleri ve ışık-ses gösterileriyle büyüleyici bir sarnıç olarak çıkıyor bu kez karşımıza. Bizans İmparatoru I. Ioustinianos 532 yılında Büyük Saray’a su sağlamak için yaptırmış Yerebatan Sarnıcı’nı. 80 milyon metreküp su kapasitesine sahip sarnıca, 25 kilometre uzaklıktaki Belgrad Ormanı’ndan bir dizi kemer ve tünel aracılığıyla su getirilmiş. 1500 yaşındaki bu yapı, 140 metreye 170 metrelik bir alana dağılmış, 12 sütunluk 28 sıraya dizili toplam 336 sütundan oluşmuş. Sütunların çoğu 12 metre yükseklikte ve üstlerinde korint ve dor üsluplarında sütun başları var. Sarnıcın en sonunda sütun kaidesi olarak kullanılan, yılan saçlı Medusa başı heykelinin olduğu sütun en çarpıcı olanı. 19’uncu yüzyıldan kalan bir gravürse sütunların arasında kayığıyla kürek çekerek dolaşan bir ziyaretçiyi tasvir ediyor. Tüm bu romantizme rağmen, daha sonraki yıllarda, insanlar sarnıcı çöplerini atmak için kullanmaktan çekinmemişler. Sarnıçta son yapılan ışıklandırma ve müzikle yaratılan atmosfer, burayı ziyaretçiler için beklemedikleri kadar hoş bir mekân haline getiriyor. Hele yaz sıcağında serin bir yerde dolaşmak ayrı bir keyif.