Karia günlükleri
Ege ve Akdeniz’e sırtımı yasladım. Karia medeniyetinin mesken tuttuğu Datça’nın güney ucu Knidos’tayım. Abimle hedefimiz, dört gün boyunca Karia Yolu’nu takip ederek 80 km’nin üzerinde yürümek. Kulağa kolay gibi geliyor ama öyle değil. Hem zor hem nefes kesici...
1. gün (Knidos-Mersincik, 19 km)
Can Yücel’e selam patikadan devam
Her ne kadar yarımada olsa da zorlu ulaşımından dolayı Datça’ya ada kültürünün hâkim olduğu söylenebilir. Eski Datça’dan başlayan rota, 50’nin üzerinde koydan geçtikten sonra Balıkaşıran’da son buluyor. Uzun ve az sayıda yerleşim yerinden geçiyor. Dolayısıyla sıkı yürüyüş ve kamp kurulmasını gerektiren bir rota. Datça’nın yerleşim kısımlarını es geçip Knidos’tan başlıyoruz yürüyüşe.
Sırtımda 10 kiloluk çantam ve yükü çantamdan da ağır çeken düşüncelerim ile başladı yol. Beyaz uzun elbiseler ve saçlarında zeytin dallarından taçlarla, Yunan büstleri gibi düşlediğim Karialıların liman kenti Knidos’ta taşlara oyulmuş tanrısal insan yüzleri, yıkılmış tapınaklar var. Can Yücel şiirleri okuyup kadeh kaldırdığımız antik tiyatro, güney limanının hemen karşısında. Yüzyıllar önce, dünyanın bu yuvarlak sırtı üzerinde yaşamış insanlardan kalan tiyatronun taşlarına oturup Anadolu’dan şarkılar, türküler dinleyebilmek çok güzel.
Değirmenbükü tepesine tırmanıp ufuktaki deniz fenerini arkamıza aldıktan sonra yol ormana giriyor. 19 km. ve 8-10 saat yürüdüğümüz Datça patikalarından Mersincik Koyu’na varana kadar rengârenk ve capcanlı bir doğadayız. Karanlık, nemli ve sarmaşık tünellerin olduğu yerler domuzların ağzına göre ve orman bu yuvalarla dolu. Kokumuzu alıp sesimizi duydukları için çoktan arazi olmuşlardır derken büyük, yaralı bir domuzla karşılaştık. Topallayarak koşmaya başladı tepeye, sol arka ayağına basamıyordu kaçarken. Abim önde, ben arkada hızlanırken, merakımdan durup döndüm domuzun olduğu yere. O da çıktığı tepeden izliyormuş bizi. Sekerek arkasını dönüp uzaklaştı. Avcıların işi ayağının sakatlanması...
2. gün (Mersincik-Körmen, 19 km)
Çalılara asılı can yelekleri
Ormanın içindeki ikinci gün. Dalgaların kabaran sesi ile kayalıkların dar patikalarından geçerken çok sert ve soğuk esiyor rüzgâr. Çevremizdeki dağlar sık bir bitki topluluğu ile çevrili. Yer yer kızılçamlar olsa da genellikle sandal ağaçlarından oluşan bir orman. Gittikçe yükselen orman yollarında 10 kiloluk sırt çantam ile yürürken bacak kaslarımda yanma hissediyorum. İnişlerde ise dizlerime binen yük daha fazla! Kaslarım kibrit çaksam alev alacak. Karia Yolu zaman zaman düz toprak yollara götürüyor bizi. Saatlerce engebeli arazide yürüdükten sonra, düz zemine adım attığımda kırık cam parçaları üzerindeymişim gibi canım acıyor. Kendimi hemen patikalara atmak istiyorum. Hareket ettikçe vücudum ısınıyor. Bir yağmurluk, uzun kollu bir içlik, siyah polar ve askılı bir atlet var üzerimde. Gündoğumu vakitleri yola çıkmadan önce hepsini üst üste giyip yolun sonunda atlete düşmüş oluyorum.
Rotamız Bodrum’u görüyor. Dağın tepesine doğru bir yoldayız. Deniz patlamış, açıkta hiç tekne yok. Düzlük arıyor gözlerim, tepelerde yeşil yeşil çayırlar... Bir anda etrafımı saran her şey değişti. Acı, siyah çikolatamı yiyip suyumu içmek için durduğum düzlükte çalılara atılmış can yelekleri, çocuk pantolonları, kırmızı simli kadın kıyafetleri ile karşılaştım. Yaşamlarını kurtarmak için insan tüccarlarının eline düşenlerden geriye kalanlar... Bodrum’dan Yunan adası Kos’a gitmek için bu orman yollarında saklanmışlar.
Sekiz saat sonra, akşam olmadan, Körmen Kampı’na vardık. Rüzgâr iyice kudurttu denizi, Bodrum feribotları geri dönüyor. Çadır kurmadık. Yorgunluğumuzu görüp halden anlayan İbrahim Abi küçük prefabrike bir ev açtı bize. Pencere ve kapı aralıklarından rüzgâr uğulduyor.
3. gün (Karaköy-Kızlan-Emecik, 26 km)
Cüzamlıları
iyileştiren kasaba
Karaköy’den Kızlan’a kadar yaklaşık beş saat, rüzgârgülleri manzarasında yürüdük. Bata çıka taşlı koylardan geçip bol poyraz yedik. Kızlan, Datça’ya iki kilometre mesafede. Bir sonraki başlangıç noktamız ise Emecik. Ne orada ne de iki kilometre ötedeki Karaincir’de kamp atacak bir yer var. Yaz sezonu olmayınca pansiyonlar da ya tadilatta ya da kapalı.
Zamanında Avrupa’da cüzamın tedavisi olmadığı için bu hastalığa yakalanan insanlar şehrin dışlarına ve uzaktaki adalara sürgüne gönderilip ölüme terk edilirmiş. Rivayete göre yıllar sonra gelip baktıklarında Karaincir sürgünündeki cüzamlı insanların şifa bulduklarını görmüşler. Yolda bizi arabasına alarak bu hikâyeyi anlatan Ertuğrul Abi de memleketi Ankara’da üç günden fazla kalamayıp burada kendi şifasını bulan biri.
4. gün (Emecik, Çakal, Balıkaşıran, 26.8 km)
Evimin bahçesinde gezmek gibi
Emecik’ten yürüyüşe başlayalı beş saat oldu. Sonraki durağımız Çakal’a varmak üzereyiz. Deniz daha sakin bugün ve yarım ay şeklindeki koyların bitişinde başlayan ağaçların rengini alıyor. Serin dağ yollarından geçiyoruz. Kutsal arazisini son metrekaresine kadar tellerle ören ve bizim gibi aylaklarla paylaşmak istemeyen birinin denize sıfır evinin arka bahçesinden dolanıp, uzunca toprak yollarda yürüdükten sonra Hüseyin Abi’nin fiyakalı yelkenlisine vardık. 12 saattir yürüyoruz. Tatsız tuzsuz makarnamızı yiyip birazını da tavuklarla paylaştık. Sonra onlar ağaç dallarına uçup kendi eğlencelerine baktılar, biz de yelkenli yapımıyla uğraşan Hüseyin Abi’nin işi bitince küçük yelkenli misafirhanesine geçtik. Ayakkabılarım ve üstüm başım çamura bulandı. Beş senedir bana eşlik eden ayakkabılarımı emekli etmeyi düşünüyorum burada. Daha güzel emeklilik yeri olamaz onun için; bey abilerin tekne gıcırdattığı, balıkçı teknelerinde Bob Marley dinlendiği doğal, keyfe keder bir balıkçı koyu.
Evim dediğim Datça’nın son sabahı. Güneyden kuzeye tüm kıyılarını gördüğüm bu güzellikler kraliçesi yarımadaya evim diyorsam, günlerdir evimin bahçesinde gezdiğimi hissettiğimden. Sert rüzgârına boyun eğdim ağaçlar gibi, eski komşularım Karyalılara misafirliğe gittim 11. yüzyıla dönüp. Zeytin dedim, badem dedim, şarap dedim, aşk dedim, sevgili dedim bu yürüyüşte ve özgürlük dedim tüm bilincimle.
Eski Datça’dan Akyaka’ya
Karia Yolu rotası Eski Datça’dan başlayıp güneye ve batıya doğru engebeli burunları ve koyları aşıp Knidos Antik Kenti’ne ve yarımadanın en ucunda yer alan Deveboynu deniz fenerine ulaşıyor. Buradan 12 Adalar’dan bazıları kolaylıkla görülebiliyor. Doğuya, anakaraya doğru yönelen rota, Datça Yarımadası’nın neredeyse hiç yerleşim görmemiş kuzey şeridini takip edip en dar kısmı olan Balıkaşıran’a ve buradan da Kleopatra/Sedir Adası’na uzanıyor. Akçapınar Köyü yakınlarından başlayıp belki de Türkiye’nin en nostaljik yollarından biri olan eski Muğla-Marmaris yolunu takip eden etap, ‘Yavaş Şehir’ unvanına sahip Akyaka’da son buluyor.
Tarihte adımladığınız diğer yollar
Frig Yolu: Friglerin hüküm sürdüğü Ankara, Afyonkarahisar, Eskişehir ve Kütahya illeri arasında kalan 506 km uzunluğu ile Türkiye’nin üçüncü en uzun yürüyüş parkuru. Yol, antik yollar ve yerleşimler esas alınarak oluşturulmuş uzun bir kültür rotası. Frigyalıların kayalara oyduğu evler, anıtlar oyarak kurduğu medeniyetin izlerini süren yol, bozkırda insanı ve çiçeğiyle nefes kesici bir coğrafyada dolanıyor. Türkiye’nin en bakir rotalarından olan yolun birçok parkuru bisiklet için de ideal.
Aziz Paul Yolu: Ormanlık alanlardan geçen, kanyon ve patikalarla dolu eski Roma ve göç yollarını takip eden rotanın uzunluğu 500 km. Yol, Antalya’da Perge ya da Köprülü Kanyon’dan başlayıp Eğirdir Gölü’nün kuzeyindeki Yalvaç’ta son buluyor. Yürüyüş boyunca köylerde konaklayıp, yerel lezzetlerden tadabilirsiniz. Sıfırdan başlayıp 2000 metrelere kadar çıkan yol Likya Yolu’ndan daha bakir, karışık ve zor olsa da birçok etabı dağ bisikleti için uygun.
Likya Yolu: Sadece Türkiye’nin değil dünyanın da en güzel 10 yürüyüş yolundan biri olarak kabul ediliyor. Likya medeniyetinin antik kentlerini birbirine bağlayarak ilerleyen yol son eklemelerle 535 kilometreye uzadı. Tamamı işaretlenmiş yolun bir ucunda Muğla Fethiye, diğer ucunda ise Antalya Geyikbayırı Köyü bulunuyor.
Hitit Yolu: Şu anda bu yolu yürüyenlere yemyeşil bir doğada gelincikler ve papatyalar eşlik edecek. Çorum’un güneyindeki önemli Hitit kentleri Alacahöyük, Hattuşa-Şapinuva ekseninde yer alan rota alternatif yollarıyla birlikte 385 kilometreye ulaşıyor. Genç yaşlı herkese hitap eden zorluk derecesindeki yol 17 parkurdan oluşuyor ve dağ bisikleti için de uygun.
Türkiye’nin en uzun yürüyüş yolu
Karia Yolu toplam 850 km. ve Eski Datça’dan başlayıp Akyaka’da bitiyor. Biz Knidos’tan başladık ve Balıkaşıran’a kadar 90 km yürüdük.
Mersincik Koyu’nda kalacak yer ve restoran yok, kamp attık. Karaköy’de Körmen Kamping var. Emecik Köyü’nde pansiyon, kamp yeri yok. Bu yüzden yedi km. uzaklıktaki Karaincir’e gittik. Burada pansiyonlar, marketler var. Balıkaşıran kamp yapmak için uygun bir yer.
-Günlük ortalama 16-25 km. yürünen yollarda suyu şansa bırakmayın, yanınıza alın. Kamp yapacaksanız daha fazla su taşıyın.
-Yol hakkında bilgi edinin. Karia Yolu rehber kitapları, koordinatlar ve konaklama bilgileri için kariayolu.com size yardımcı olacaktır.
-Çöpünüzü yanınızda taşıyın!
-Ateş yakmayın!
-Ormandaki canlıları rahatsız etmeyin ve evinizde olduğunuzu hatırlayın, özenli davranın.