Kanara Kayalıkları tam bir oyun alanı
İstanbul’a yakın doğa harikası yerlere bayılıyorum. Bundan birkaç sene önce kanyon sporuna başladığımda Tekirdağ’ın Saray ilçesi, Güngörmez Köyü’ndeki Kanara Kayalıkları’yla tanışmıştım. Kayalıklar bir hayli yüksekte olduğu için benim gibi maceracılara tam bir oyun alanı. İlk gittiğimde ayağımı kanyon suyuyla buluşturmaya cesaret edememiştim. Şimdi seneler sonra kendimden emin, indim kanyondan aşağıya.
İlk gördüğümde hayran kaldığım Kanara Kayalıkları’na yıllar sonra tekrar gitmek eski bir dosta kavuşmak gibi oldu. Daha önce orada muhteşem bir kamp yapmıştım. Hoş, alacakaranlıkta arabamın anahtarlarını bir gelincik tarlasında kaybetmiştim. 20 kişiyi bu kıpkırmızı alanda, aynı renkteki anahtarlığımı aramak için seferber etmiştim. Neyse ki sonunda bulmuştuk. Sıra geldi yeni yolculuğumuza...
Kulüp başkanımız Erdal Yalçın sabahın 5.00’inde kulüp arabasının kontağını çevirdi. İstanbul’a bu kadar yakın bir yere gitmek için neden bu kadar erken kalktığımızı anlayamasam da arkaya geçip yattım. Mesafenin ne kadar az olduğunu o anda anlayan hocam da bana hak verdi. Meğer başka bir yerle karıştırmış. Kanara Kayalıkları’na gitmeden önce alışveriş yapmamız gerektiğinden, sabahın kör karanlığında bütün marketler de kapalı olduğundan üçüncü uykuma bir ormanlık alanda dalıyorum. Ah şaşkın hocam ah! Bu sefer karışmayayım dedim. Onda da yanlış zamanmış. Uyanışım bir market kapısında oldu. Alışveriş sonrasında Kanara Kayalıkları’na ulaşmamız da çok uzun sürmedi zaten. İlk gittiğimde araçlarımızı yukarı bırakıp tüm kamp malzemelerimizi ormanın içinden taşımıştık. Meğer bahar aylarında otlar ezilmesin diye yolu kapatıyorlarmış. Bu sefer kayalıkların dibine kadar araçla gidebildik. İşte bu çok güzel bir haber.
Arabadan iner inmez buz gibi bir hava ve kuvvetli rüzgâr yüzümüze çarptı. Bunu hiç beklemiyorduk. Biz önden gidip antrenman ve kamp yapacaktık. Ekibin geri kalanı pazar sabahı gruba dahil olacaktı. Bu rüzgârda yüksek kayalıklardan inmemiz sorun olabilir diye daha az esen bir yer bulmak için keşif yürüyüşüne çıktık. Ormanın içi rüzgârsızdı. Arka tarafta başka bir kayalık daha bulduk ama sağından da solundan da tırmanmayı başaramadık. Geçen gidişimde mevsim ilkbahardı ve yemyeşil ormana âşık olmuştum. Bu sefer dökülmüş yapraklarla bambaşka bir güzelliğe bürünmüş. Bir yere farklı mevsimlerde tekrar tekrar gitmek gerektiğini bu vesileyle anladım. Kanara Kayalıkları’nın tepesine tırmanmaya başladık. Rüzgâr bir durup bir çarpıyordu. İnsan aşağı uçacağını sanıyor. Bari bir çay içip bir şeyler yiyelim dedik. Bu sefer de yağmur yağmaya başladı. Bahtsız mıyız biz? Tepemize çektiğimiz tarp (branda), rüzgârın etkisiyle uçup duruyordu. Uykusuz hocamız o yağmurda ve fırtınada uyuyordu. Dünya yıkılsa uyuyabilme özelliği var çünkü. “Ay canımdan bezdim, rüzgâr ve yağmur çok yordu” dedim.
Ormanın içi esmiyor diye oraya gidip ateşimizi yaktık. Bu sefer de orası uçmaya başladı. Şaka gibi ama neyse ki fırtına ayarında olmayınca odun ateşinde çayımız kaynadı. Sucuklarımız pişti, neşemiz yerine geldi. Yoksa kimin ahını aldık diye düşünmeye başlayacaktım. “Karınlar doyduysa, rüzgâr da hafiflediyse haydi bir iple inelim şu kayalıklardan” dedik. 5 yıl önce tüm acemiliğim ve korkularım yüzünden kayaıkların tepesinde kalmıştım. Şimdi kendimden emin girdim ipe. Havaya da aldırmadım. İnsan kendine ve başardıklarına inanamıyor.
Güldük, eğlendik, atladık, zıpladık. Şimdi biraz yiyelim, sonuçta kamptayız deyip akşam yemeğini hazırlıyorum bu kez... Meşhurdur közlenmiş patlıcan salatam. Kampta yemek yapmak tam bir rehabilitasyon. Ben salatamla aşk yaşarken diğer arkadaşlar geliyor. Hava kararmaya başlıyor. Yaktığımız ateşin etrafına sıralanıyoruz. Yiyoruz da yiyoruz. Sıcağın yanına kurduğum hamağıma uzanıyorum, gün sonu raporu vermeye hazırım.
Sabaha doğru nasıl olduysa epeyce uyumuşum. Ekibin geri kalanının gelmesiyle uyanıyorum. Son sürat bir şeyler atıştırıp öğrenmek istediklerimin sırası gelinceye kadar ben acemilerin başına geçtim. Dünkü havanın aksine hava muhteşem, esmiyor. Çok büyük bir şans! Pazar günü kayalıklara gelen ziyaretçiler için de güzel bir seyir olduk.
İki gün önce heyecanla anlatıp “Düz bir ipten yukarı tırmanacağım” dediğimde yanımdaki kişi “Neden” diye sormuştu. Ben de “İp sıkışırsa” gibi cümlelerle izah etmeye çalışmıştım. O da “İp neden sıkışsın? Neden orada olasın? Neden, neden” diye sorunca kahkahalara boğulmuştum. İşte tam da o dümdüz ipin ucundaydım. ‘Single rope technique’ (SRT) yani tek halat tekniğini öğrenmeye çalışırken hakikaten ‘Neden ya’ diye sordum kendime. Bu aksiyonlu hayatı ben seçtim. Adrenalin delisi oldum çıktım ama oğlumun “Annem Everest’e tırmanıyor” derkenki gururu her şeye değer.