Kader Kader!
Portekizlilerin yanık müziği ‘‘Fado’’nun Türkçe karşılığı bu.
Fado, 19'uncu yüzyılda Afrikalıların etkisiyle ortaya çıkmış.
Müziği ve sözleriyle, dünyevi tüm istek ve planlarımızın, kendi kontrolümüzün çok üstünde bir güç tarafından yıkılma riskini ve hayatın kırılgınlığını anlatıyor. Bana bizim depremleri hatırlattı.
Misia'yı ilk kez geçen yaz Bodrum'da bir restoranda dinledim.
Dünyanın en güzel manzaralarından birinin karşısında oturmuş harika bir yemek yiyordum.
Yemeğe, İtalyan ve Fransız müziğinin en ünlü ve en güzel parçaları eşlik ediyordu.
Eski Fransız şarkıları, kırmızı şarap, yıldızlar ve deniz.
Bundan daha güzel bir gece düşünemiyorum.
Derken hiç tanımadığım yanık bir ses yankılanmaya başladı hoparlörlerden.
İnanılmaz berraklıkta bir kadın sesi.
Büyülendim.
Böyle bir ses ancak kırk yılda bir çıkar.
Fado'nun ustası Amalia Rodriguez'den beri duymamıştım.
DJ'e sorduk.
Misia adında Portekizli bir sanatçıymış.
Ertesi gün hemen CD satan bir mağazaya girdim, ‘‘kalmadı’’ dediler.
İnsanlar ne zaman öğrendi de gidip CD'sini aldı? Hayret!
Sonra New York'ta buldum.
Dinleye dinleye bir hal oldum.
Bir de acıklı ki...
Kaç kez ağlamamak için kendimi zor tuttum.
Biliyorsunuz artık duygusallık çok demode.
Duygusal olunca navi sayılıyorsunuz.
Bu kötü bir şey.
Çünkü artık ayakta kalmak için vurdumduymaz, acımasız, şüpheci ve alaycı olmanız gerekiyor.
Ne zaman öğreneceğim?
Neyse, geçenlerde bir baktım gazetede Misia'nın konser ilanı var.
Hemen bilet alıp gittim.
Salon dolu.
Demek burada da tanınıyor.
Ama konserden pek bir şey anlamadım doğrusu.
Çünkü Misia, her tarafını örten siyah uzun bir elbiseyle sahneye çıkıp ciddi ciddi şarkılarını söyledi.
Ön planda sadece o muhteşem sesi ve birbirinden güzel parçalar vardı.
Ne bacaklarını açtı, ne dans etti, ne açık saçık espriler yaptı.
Sahneye çıkıyorsun be kadın.
İnsan şöyle uzun yırtmaçlı bir şey giyer, iki fıkırdar ama nerede?
Üstelik bir de ayakta alkışlandı.
Şu Amerikalılar da sanattan hiç anlamıyor doğrusu (!)
Kaybettiklerimiz
Her gün elektronik posta aracılığıyla elime onlarca fıkra, bulmaca ve hikáye geçiyor.
Bazıları gerçekten çok ilginç.
İşte onlardan biri:
İnsan bir gün virgülü kaybetti ve zor cümlelerden korkar oldu.
Basit ifadeler kullanmaya başladı.
Cümleleri basitleşince düşünceleri de basitleşti.
Sonra ünlem işaretini kaybetti,
Alçak sesle konuşmaya başladı.
Artık ne bir şeye seviniyor ne de kızıyordu
Hiçbir şey onda heyecan uyandırmıyordu.
Bir süre sonra soru işaretini kaybetti.
Soru sormaz oldu.
Hiçbir şey ilgisini çekmiyordu.
Birkaç yıl sonra iki nokta üst üste işaretini kaybetti
Davranışlarının nedenini açıklamaktan vazgeçti.
Ömrünün sonuna doğru elinde yalnız tırnak işareti kalmıştı
Onu da kaybetti.
Kendine özgü tek düşüncesi yoktu.
Sadece başkalarının düşüncelerini tekrarlamakla yetiniyordu
Düşünmeyi unuttu ve son noktaya erişti.
Teşekkürler Hakan.
Not: Türkiye'de olmadığımdan gazeteleri sürekli takip edemiyorum. Bu nedenle yukarıdaki yazı daha önce başka bir köşede yayınlanmış olabilir.