İstanbul Yazıları
Gece gezintisi
Karanlık bir gece, saat ona doğru, Haydarpaşa'dan Beykoz'a kadar otomobil ile bir gezinti yaptınız mı? Yapmadınızsa, otomobil zevklerinin en kuvvetlilerinden birini hiç tatmadınız demek!
İhtiyar yalıların arkasında, denizi takiben bütün Boğaz'ı kateden uzun caddenin karanlıkları kadar zengin bir gece karanlığı bilmiyorum. Mercanlar, süngerler, yosunlar ve bin türlü sedefler ve balıklarla dolu bir denizaltını andıran zengin bir karanlık! Otomobillerin nadiren geçtiği bu yollarda fenerlerin kuvvetli ışık demeti geceyi süpürdükçe, yorgun merkebi yeşil dallarla yüklü rençperlere, kollarında yiyecek taşıyan gecikmiş işçilere, bir evden diğer bir eve misafir giden, başka bir asırdan kalma küme küme hanımlara, öpüşmeleri yarıda kalmış ve yüzlerini dökülen saçları içinde saklamağa çalışan genç áşıklara çarpmamak için adım başında freni sıkmak mecburiyetindesiniz. Fakat bu el değmemiş karanlığın en garip yolcuları kedilerdir. Fenerlerin ışık konileri harekete geldikçe gecenin her noktasında, çifte çifte fosforlu noktaların kuvvetle yanıp söndüğünü görürsünüz. Sanki karınlarını ağzına kadar dolduran erimiş bir ateşi gözlerinden, yeşil bir alev halinde akıtan bu garip yaratıkların arasından geçtikçe, insan mukaddes bir karanlığın mahremiyetini dağıtıyorum vehmiyle ádeta günah işlemiş gibi korkuyor. Sanki yere yıkılmış bir sema parçası üzerinde yürüyorsunuz ve sanki bütün bu yanan esrarengiz kedi gözleri, bu semanın yere dökülmüş hiddetli, korkunç yıldızlarıdır.
Deniz kenarında
Güneşin sıcaklığından kaçanlar, deniz sularının serinliğine sığınıyor. Deniz, tehlikeli deniz, uslu bir fil gibi hortumunu toplamış, toprağın çıplak çocuklarını sırtında eğlendiriyor. Kumsallardan birine gittim ve koskoca denizle insan zerrelerinin dostça oynaşmalarını, neş'e bulmadan, seyrettim. Denizin çıplak insana bu aşağılaşarak boyun eğişi ne gülünçtü! Morfinle sinirleri uyuşturulmuş, uyuklayan ve çoluk çocuğa gösterilen bir kafes arslanı kadar gülünç! Büyük kuvvetlerin itaat halinde görünüşü ruha ne ağır bir eza veriyor! Ölgün yaz denizini seyrederken bu ezayı, ruhu pençeleyen bir kuvvetle hissettim.
Denizin bu halsizliği karşısında şehrin beyaz etli, kendinden zayıflara gücü yeten insanı ne cesur ve küstahtı! Sarkık etli, iri karınlı kadınlar, saçı dökülmüş erkeklerle, bu dişsiz tırnaksız sular içinde boğuşuyor, taklak atıyor, batıyor, çıkıyor ve bir arslan leşiyle oynayan sineklerin neş'esiyle zıplıyordu.
Muazzam tekneleri, hafif oyuncaklar gibi sallayan deniz, hakiki çocuklarına tunçtan daha sert kırmızı bir ruh yoğuran deniz, geniş kollarıyla kıt'aları birbirinden ayıran deniz, kalabalık bir şehrin nevrastenik halkına tehlikesiz bir havuz vazifesini görmeğe razı oluşu ne hazindi!
Denizi sevenler, rüzgár ve fırtına mevsiminin gelişine kadar sahillere hiç uğramamalıdırlar.
(Bize Göre. Milli Eğitim Basımevi. 1986)