Ersin KALKAN
Son Güncelleme:
İş hayatının koşturmacasından gezmeye fırsat bulamadığımız semt Karaköy
Kadıköy ve Haydarpaşa’ya vapurla gidenler, Perşembe Pazarı’nı ziyarete gelenler, Tophane’de nargile tüttürenler, Köprüaltı’nda demlenenler bu eski semtten bir şekilde geçmek zorundadır. Karaköy’ün talihsizliği de zaten sadece geçiş güzergahında olması. Telaşlı ayakların sesi duyulur gün boyunca. Semtte konut sayısı çok azdır. Bu yüzden geceleri derin bir sessizliğe gömülür.
Galata ve Tophane’nin bir uzantısı olduğundan mimari tarzını da bu komşu semtlerden almıştır. Sokak dokusu ise eski zaman liman şehirlerine çok benzer.
Karaköy, Rıhtım Caddesi’nde başlayıp tepelere doğru uzanır ve Zürafa Sokak’taki randevuevine kadar gider. Ama biz yolculuğumuzu biraz sınırlı tutup, sadece Necati Bey Caddesi ile Rıhtım Caddesi arasında kalan adayı dolaşacağız. Kılıç Ali Paşa Camii ve Tophane Çeşmesi’nden başlayıp Karaköy İskelesi ve Galata Köprüsü girişine kadar yürüyeceğiz. Mumhane Caddesi ile Kemankeş Caddesi’nden de geçeceğiz. Ama önce şu Karaköy ismi nereden geliyor ona bir bakalım.
ADI NEDEN KARAKÖY?
Karaköy adını semte ilk yerleşen Karailerden alıyor. Karay veya Karaimler de denilen bu topluluk, Hazar Türk İmparatorluğu’nun bir parçası. İmparatorluğun yıkılmasından sonra halkın bir bölümü Bizans döneminde İstanbul’a göçüp Hasköy ve Karaköy’e yerleşmiş. Karaköy’ün eski adı olan Karayköy de işte buradan türetilmiş.
Necati Bey ve Tophane İskelesi caddeleri arasındaki üçgen alanda bulunan Tophane çeşmesi, I. Mahmud tarafından 1732’de yaptırılmış. Bu sadece bir çeşme değil, içinde yer aldığı kentsel alanı biçimlendiren ve güzelleştiren heykelsi bir anıt. İstanbul’daki meydan çeşmelerinin en güzellerinden biri. Kare planlı ve dört yüzlü olan bu çeşme, barok bir kurgu denemesi olarak şekillenmiş. Binanın tepesini bir taç gibi çepeçevre kuşatan ahşap saçağı, sivri kemerli nişleri, vazo içinde çiçek demeti motifleri, naturalist bezemeleri ve yüzlerce detay çalışmasıyla bu çeşme muhteşem bir eser olarak orada öylece duruyor. Bugünlerde İSKİ tarafından onarılıyor.
DENİZE KURULAN KÜLLİYE
Çeşmenin hemen bitişiğinde Mimar Sinan’ın İstanbul’a kazandırdığı şaheserlerden biri olan Kılıç Ali Paşa Külliyesi yer alıyor. Külliye’de cami, medrese, hamam ve türbe bulunuyor. Sinan’ın 1580’de tamamladığı yapının temeli bu tarihten dört yıl önce atılmış. Caminin inşasıyla ilgili enteresan bir hikaye anlatılır. Külliyenin banisi olan Kılıç Ali Paşa, 13 yıl boyunca Kaptanı Derya olarak görev yapmış. 1575’te devrin sadrazamına başvurarak, kendi adına bir külleyi yaptırmak istediğini bildirmiş ve padişahın ferman buyurmasını arzetmiş. O sırada tahtta bulunan Sultan III. Murad, bir nedenle Kaptanı Derya’ya kızgın olduğundan "O deryaların sultanı değil mi? Gitsin külliyesini deryaya kursun" diyerek paşanın talebini reddetmiş. Sadrazam da olup biteni paşaya olduğu gibi anlatınca Kılıç Ali Paşa boynunu bükmüş. Mimar Sinan, Kılıç Ali Paşa’yı çok severmiş. Durumu öğrenince yanına gidip, "Gel sana denizin üstünde bir külliye kuralım" demiş. Donanmanın bir kısmı o sırada Tophane açıklarında demirliymiş. Bugün külliyenin bulunduğu alan ise o sırada denizle kaplıymış. Sinan eliyle bu alanı işaret ederek, "İşte senin caminin kurulacağı derya" diyerek yol göstermiş.
Kaptanı Derya, hemen donanmaya emir vermiş ve adalardan gemilere taş, toprak, mermer ne bulurlarsa getirip Tophane kıyısını doldurmalarını istemiş. Bu işlem sürerken Sinan, her üç metreye bir meşe kazığı çakılması gerektiğini söylemiş. Sözünü tutmuşlar ve Transilvanya’dan getirilen meşe kazıklarıyla donatmışlar yeni toprak parçasını. Ve paşa üç ayda deryadan arazi kazanmış. Bu sırada kızgınlığı geçen padişah olaydan haberdar olmuş ve külliyenin kurulması için gereken fermanı çıkarmış. Mimar Sinan’ın uzun mimarlık hayatının son büyük eserlerinden biri olan külliyenin projesinde Sinan, Ayasofya’nın planı ve Osmanlı dönemi Türk mimarisinin unsurlarını kullanmış.
Külliyenin hamamı bir zamanlar çok ünlüydü. Beş yıl önce kapandı. Birkaç ay önce, yeniden hamam olarak kullanmak kaydıyla Vakıflar tarafından bir işletmeciye 29 yıllığına kiralandı. Yakında restorasyonuna başlanacak.
KUVVAYI MİLLİYECİ KİLİSE
Yolumuzun üzerinde Mumhane Caddesi’ne sırtını vermiş olan ilginç ve oldukça farklı bir ibadet yeri var: Panayia Kafatiani Kilisesi. Türk Ortodoks Patrikhanesi’nin ana ibadet yeri olan bu kilise, kayıtlara göre 1922’de kurulmuş. Kapısının üzerinde, "Bağımsız Türk Patrikhanesi, İstanbul Baş Episkoposluğu, Anadolu Kilisesi" yazısı bulunan binanın serüveni 1919’da başlıyor. Patrikhanenin kurucusu olan Pavli Erenerol, Kurtuluş Savaşı yıllarında Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin politikalarına karşı çıkarak 30 Kasım 1921’de Anadolu’daki 72 ruhani önderi Kayseri’de toplayıp Ankara hükümeti’ne ve Mustafa Kemal’e destek verdi. Savaş sonrasında Fener Patrikhanesi’nden ayrılıp özerkliğini ilan etti. İstanbul’a gelip bu binaya yerleşti. Ölümünden sonra yerine oğlu ve torunu geçti. Şu anda 25 üyelik bir cemaate sahip olan bu patrikhanede zaman zaman ibadet yapıldığı görülüyor.
Kemankeş Caddesi ile Eski Gümrük Sokağı’nın birleştiği yerde bulunan Kemankeş Mustafa Camii’ni de görmeden geçmek olmaz. 1642’de Santa Antonia Latin Kilisesi arsası üzerine bina edilen yapı, çok sayıda yangına maruz kalmış ve defalarca tamir edilmiş. İçinde bir sibyan mektebi ve zarif bir çeşme bulunan caminin usta ellerden çıktığı belli olan kalem işleri var. Kubbenin ortasında süslü bir frizle çerçevelenmiş olan ayeti görmelisiniz.
ÇATI KİLİSELERİ
20. yüzyılın başında yapılan Aya Andrea ve Aya Panteleymon Kiliseleri, beş katlı eski apartmanların terasında kurulmuş. 20. yüzyılın başında Kudüs ve Aynaroz’u ziyarete giden hacıların konaklaması için inşa edilen bu yapılar eski tip pansiyon mimarisine göre şekillenmiş. Her katında bir ya da iki odalı çok sayıda dairenin yer aldığı bu apartmanların üstlerine ise hacıların ibadet etmesi için kiliseler kondurulmuş. Mumhane Caddesi 35 numarada bulunan Aya Andrea Kilisesi’nde günümüzde hálá İstanbul’da ikamet eden ve kenti ziyarete gelen Ruslar ibadet ediyor. Hoca Tahsin Sokak 19 numarada yer alan Aya Panteleymon’nun müdavimleri ise Ukraynalı ve Moldovalılar.
BU ESERLERİ DE MUTLAKA GEZİN
Ömer Abed Han: 25 yıl boyunca Güzel Sanatlar Akademisi’nde hocalık yapan Levanten Alexanre Vallury tarafından yapılmış.
Karaköy Palas: Yine Sanay-i Nefise Mektebi yani Güzel Sanatlar Akademisi hocalarından, St. Antuan Kilisesi’ni inşa eden, İtalyan Mimar Gulio Mongeri tarafından yapılmış. Ön cephede Bizans mimarisi süslemelerine ağırlık verilmiş.
Viyana Bankası: Viyana Bankası için Avusturyalılar tarafından yaptırılmış. Daha sonra Ziraat Bankası tarafından kullanılmaya başlamış. İkinci kat balkonundaki endüstriyi temsil eden erkek ve ticareti temsil eden kadın heykelleriyle ayırt edici.
Aya İonnis Kilisesi: Türk Ortodoks Kilisesi’ne bağlı olmasına rağmen, ayinlerinde kullanılması için Süryani cemaatine verilmiş. Her pazar sabahı yapılan ayinlere, hatta ayin sonrası kurulan sevgi sofrasına rastlarsanız bu cemaatin ne kadar konuksever olduğunu görürsünüz.
Surp Kirkor Lusavoriç Kilisesi: En eski Ermeni Gregoryen kilisesidir. 1391 tarihli ilk yapı, 1960 yılında caddenin genişletilmesi çalışmaları sırasında bir bölümünü yitirerek bugünkü haliyle tekrar inşa edilmiş.
Voyvoda Karakolu: İstanbul’da Mecidiye Karakolları adı verilen, kolluk kuvvetlerinin modernleşmesi yolunda atılan adımların en önemli işaretlerinden biri olan yapı, Rıhtım Caddesi üzerinde yer alıyor. Abdülmecid zamanında yaptırılmış olan bina hala karakol olarak kullanılıyor. Tanzimat Dönemi’nden kalma Osmanlı armaları bu karakolda özenle korunuyor.
Karaköy, Rıhtım Caddesi’nde başlayıp tepelere doğru uzanır ve Zürafa Sokak’taki randevuevine kadar gider. Ama biz yolculuğumuzu biraz sınırlı tutup, sadece Necati Bey Caddesi ile Rıhtım Caddesi arasında kalan adayı dolaşacağız. Kılıç Ali Paşa Camii ve Tophane Çeşmesi’nden başlayıp Karaköy İskelesi ve Galata Köprüsü girişine kadar yürüyeceğiz. Mumhane Caddesi ile Kemankeş Caddesi’nden de geçeceğiz. Ama önce şu Karaköy ismi nereden geliyor ona bir bakalım.
ADI NEDEN KARAKÖY?
Karaköy adını semte ilk yerleşen Karailerden alıyor. Karay veya Karaimler de denilen bu topluluk, Hazar Türk İmparatorluğu’nun bir parçası. İmparatorluğun yıkılmasından sonra halkın bir bölümü Bizans döneminde İstanbul’a göçüp Hasköy ve Karaköy’e yerleşmiş. Karaköy’ün eski adı olan Karayköy de işte buradan türetilmiş.
Necati Bey ve Tophane İskelesi caddeleri arasındaki üçgen alanda bulunan Tophane çeşmesi, I. Mahmud tarafından 1732’de yaptırılmış. Bu sadece bir çeşme değil, içinde yer aldığı kentsel alanı biçimlendiren ve güzelleştiren heykelsi bir anıt. İstanbul’daki meydan çeşmelerinin en güzellerinden biri. Kare planlı ve dört yüzlü olan bu çeşme, barok bir kurgu denemesi olarak şekillenmiş. Binanın tepesini bir taç gibi çepeçevre kuşatan ahşap saçağı, sivri kemerli nişleri, vazo içinde çiçek demeti motifleri, naturalist bezemeleri ve yüzlerce detay çalışmasıyla bu çeşme muhteşem bir eser olarak orada öylece duruyor. Bugünlerde İSKİ tarafından onarılıyor.
DENİZE KURULAN KÜLLİYE
Çeşmenin hemen bitişiğinde Mimar Sinan’ın İstanbul’a kazandırdığı şaheserlerden biri olan Kılıç Ali Paşa Külliyesi yer alıyor. Külliye’de cami, medrese, hamam ve türbe bulunuyor. Sinan’ın 1580’de tamamladığı yapının temeli bu tarihten dört yıl önce atılmış. Caminin inşasıyla ilgili enteresan bir hikaye anlatılır. Külliyenin banisi olan Kılıç Ali Paşa, 13 yıl boyunca Kaptanı Derya olarak görev yapmış. 1575’te devrin sadrazamına başvurarak, kendi adına bir külleyi yaptırmak istediğini bildirmiş ve padişahın ferman buyurmasını arzetmiş. O sırada tahtta bulunan Sultan III. Murad, bir nedenle Kaptanı Derya’ya kızgın olduğundan "O deryaların sultanı değil mi? Gitsin külliyesini deryaya kursun" diyerek paşanın talebini reddetmiş. Sadrazam da olup biteni paşaya olduğu gibi anlatınca Kılıç Ali Paşa boynunu bükmüş. Mimar Sinan, Kılıç Ali Paşa’yı çok severmiş. Durumu öğrenince yanına gidip, "Gel sana denizin üstünde bir külliye kuralım" demiş. Donanmanın bir kısmı o sırada Tophane açıklarında demirliymiş. Bugün külliyenin bulunduğu alan ise o sırada denizle kaplıymış. Sinan eliyle bu alanı işaret ederek, "İşte senin caminin kurulacağı derya" diyerek yol göstermiş.
Kaptanı Derya, hemen donanmaya emir vermiş ve adalardan gemilere taş, toprak, mermer ne bulurlarsa getirip Tophane kıyısını doldurmalarını istemiş. Bu işlem sürerken Sinan, her üç metreye bir meşe kazığı çakılması gerektiğini söylemiş. Sözünü tutmuşlar ve Transilvanya’dan getirilen meşe kazıklarıyla donatmışlar yeni toprak parçasını. Ve paşa üç ayda deryadan arazi kazanmış. Bu sırada kızgınlığı geçen padişah olaydan haberdar olmuş ve külliyenin kurulması için gereken fermanı çıkarmış. Mimar Sinan’ın uzun mimarlık hayatının son büyük eserlerinden biri olan külliyenin projesinde Sinan, Ayasofya’nın planı ve Osmanlı dönemi Türk mimarisinin unsurlarını kullanmış.
Külliyenin hamamı bir zamanlar çok ünlüydü. Beş yıl önce kapandı. Birkaç ay önce, yeniden hamam olarak kullanmak kaydıyla Vakıflar tarafından bir işletmeciye 29 yıllığına kiralandı. Yakında restorasyonuna başlanacak.
KUVVAYI MİLLİYECİ KİLİSE
Yolumuzun üzerinde Mumhane Caddesi’ne sırtını vermiş olan ilginç ve oldukça farklı bir ibadet yeri var: Panayia Kafatiani Kilisesi. Türk Ortodoks Patrikhanesi’nin ana ibadet yeri olan bu kilise, kayıtlara göre 1922’de kurulmuş. Kapısının üzerinde, "Bağımsız Türk Patrikhanesi, İstanbul Baş Episkoposluğu, Anadolu Kilisesi" yazısı bulunan binanın serüveni 1919’da başlıyor. Patrikhanenin kurucusu olan Pavli Erenerol, Kurtuluş Savaşı yıllarında Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin politikalarına karşı çıkarak 30 Kasım 1921’de Anadolu’daki 72 ruhani önderi Kayseri’de toplayıp Ankara hükümeti’ne ve Mustafa Kemal’e destek verdi. Savaş sonrasında Fener Patrikhanesi’nden ayrılıp özerkliğini ilan etti. İstanbul’a gelip bu binaya yerleşti. Ölümünden sonra yerine oğlu ve torunu geçti. Şu anda 25 üyelik bir cemaate sahip olan bu patrikhanede zaman zaman ibadet yapıldığı görülüyor.
Kemankeş Caddesi ile Eski Gümrük Sokağı’nın birleştiği yerde bulunan Kemankeş Mustafa Camii’ni de görmeden geçmek olmaz. 1642’de Santa Antonia Latin Kilisesi arsası üzerine bina edilen yapı, çok sayıda yangına maruz kalmış ve defalarca tamir edilmiş. İçinde bir sibyan mektebi ve zarif bir çeşme bulunan caminin usta ellerden çıktığı belli olan kalem işleri var. Kubbenin ortasında süslü bir frizle çerçevelenmiş olan ayeti görmelisiniz.
ÇATI KİLİSELERİ
20. yüzyılın başında yapılan Aya Andrea ve Aya Panteleymon Kiliseleri, beş katlı eski apartmanların terasında kurulmuş. 20. yüzyılın başında Kudüs ve Aynaroz’u ziyarete giden hacıların konaklaması için inşa edilen bu yapılar eski tip pansiyon mimarisine göre şekillenmiş. Her katında bir ya da iki odalı çok sayıda dairenin yer aldığı bu apartmanların üstlerine ise hacıların ibadet etmesi için kiliseler kondurulmuş. Mumhane Caddesi 35 numarada bulunan Aya Andrea Kilisesi’nde günümüzde hálá İstanbul’da ikamet eden ve kenti ziyarete gelen Ruslar ibadet ediyor. Hoca Tahsin Sokak 19 numarada yer alan Aya Panteleymon’nun müdavimleri ise Ukraynalı ve Moldovalılar.
BU ESERLERİ DE MUTLAKA GEZİN
Ömer Abed Han: 25 yıl boyunca Güzel Sanatlar Akademisi’nde hocalık yapan Levanten Alexanre Vallury tarafından yapılmış.
Karaköy Palas: Yine Sanay-i Nefise Mektebi yani Güzel Sanatlar Akademisi hocalarından, St. Antuan Kilisesi’ni inşa eden, İtalyan Mimar Gulio Mongeri tarafından yapılmış. Ön cephede Bizans mimarisi süslemelerine ağırlık verilmiş.
Viyana Bankası: Viyana Bankası için Avusturyalılar tarafından yaptırılmış. Daha sonra Ziraat Bankası tarafından kullanılmaya başlamış. İkinci kat balkonundaki endüstriyi temsil eden erkek ve ticareti temsil eden kadın heykelleriyle ayırt edici.
Aya İonnis Kilisesi: Türk Ortodoks Kilisesi’ne bağlı olmasına rağmen, ayinlerinde kullanılması için Süryani cemaatine verilmiş. Her pazar sabahı yapılan ayinlere, hatta ayin sonrası kurulan sevgi sofrasına rastlarsanız bu cemaatin ne kadar konuksever olduğunu görürsünüz.
Surp Kirkor Lusavoriç Kilisesi: En eski Ermeni Gregoryen kilisesidir. 1391 tarihli ilk yapı, 1960 yılında caddenin genişletilmesi çalışmaları sırasında bir bölümünü yitirerek bugünkü haliyle tekrar inşa edilmiş.
Voyvoda Karakolu: İstanbul’da Mecidiye Karakolları adı verilen, kolluk kuvvetlerinin modernleşmesi yolunda atılan adımların en önemli işaretlerinden biri olan yapı, Rıhtım Caddesi üzerinde yer alıyor. Abdülmecid zamanında yaptırılmış olan bina hala karakol olarak kullanılıyor. Tanzimat Dönemi’nden kalma Osmanlı armaları bu karakolda özenle korunuyor.