İran’da öğrenci işi ucuz seyahat nasıl yapılır?
Dünya oldukça büyük ve muhteşem bir yer ancak bir öğrencinin bütçesi de bir o kadar dar ve sevimsizdir. Fakat dünyayı dolaşma hayalleriyle yaşayan öğrenciler, umutsuzluğa kapılmayın. Kıyafetlerinizi ve bilgisayarınızı satmadan seyahat etmenin bir yolu var. Cevap basit: Her şeye açık bir ruh hali ve ‘couchsurfing’. Ben Danimarkalı bir öğrenciyim ve bahsettiğim iki ipucu sayesinde 18 günlük bir sürede İran’da binlerce kilometre seyahat ettim, 6 kent dolaştım. Ve sadece 800 riyal (1000 TL) harcadım. İşte aydınlatıcı ve ucuz yolculuklarınızda bir rehber olarak kullanabilmemiz için öneri ve deneyimlerim.
Tahran:
Başkent Tahran’a vardığım andan itibaren İranlıların meşhur misafirperverliğinin deneyimledim. Havalimanı terminalinin dışında otelimizde giden otobüsü bekliyordum ki takım elbiseli ve bavullu bir işadamı bizi belli bir adrese kadar götürmeyi teklif etti. Başta biraz şüpheyle yaklaştım. Danimarkalıyım ve bizim kültürümüzde böyle bir misafirperverliğe çok sık rastlanılmıyor. Bizden para talep edeceğinden veya tehlikeli bir yere götüreceğinden korkuyordum fakat adam bizi kendi yolu üzerinde olmamasına rağmen herhangi bir para talep etmeden istediğimiz yere sağ salim götürdü ve o an önyargılarımın yıkıldığını fark ettim. Hatta beni ailesiyle yemek yemeğe bile davet etti.
Tahran’ın enerji dolu sokaklarında birkaç gün geçirdik. Kent bir vadide mesken tutuyor, çevresinde ise karlı dağlar yükseliyor. Kentin sokaklarında dolaşırken ünlü anti-Amerikan duvar sanatlarına da denk geldik. Özgürlük anıtı kafasında dikenli tellerle betimlenmiş, çevresinde ise Amerikalılara yönelik saldırgan sloganlar bulunuyor. Kentin, özellikle de Shah Abdul Azim Türbesi gibi nefes kesen camilerini dolaştık, yekpare Jomeh Çarşısı’nda kaybolduk. Yolumuzu bulduktan sonra sulu soğanlarla süslenen güzel bir şiş kebap yedik, tatlı niyetine de bir nargile kafede nargile içtik. O İranlı işadamına güvenmem hem ulaşım ve yemek konusunda para tasarrufu yapmamı sağladı hem İran kültürüne içeriden bakabilmeme yardımcı oldu.
İsfahan:
Zayanderud Nehri’nin arasından aktığı, eski mozaik camilerin yükseldiği ve ağaçların caddeleri yeşillendirdiği İsfahan’da yeni bir arkadaş edindim. Bir barda nargile söylemeye çalışıyordum ama kimse İngilizce konuşmuyordu. Kötü bir çeviri yüzünden garson eroin istediğimi düşünmüştü! Tabii ki istemiyordum. Uzun, aristokrat görünümlü bir beyefendi imdadıma yetişti. Bu yardımı için ona bir içki borcum olduğunu düşünüyordum ama İran beni bir kez daha şaşırttı. Tam aksine kendisi bana yemek ısmarlamak ve ardından kenti dolaştırmak istediğini söyledi, öyle de oldu. Bir sonraki sabah eşi ve kızıyla beni almaya geldi ve kentin en önemli turistik noktası, 16. Yüzyıla tarihlenen ve dünyanın en büyük meydanı olan Nakş-ı Cihan Meydanı’na götürdü. Meydanın duvarları arkasındaki Büyük Çarşı’yı gezdirdi, yerel bir tatlı olan Antep fıstıklı ‘Gaz’ aldı. Ardından beni 1650’ye tarihlenen, sarı tuğlalarla inşa edilmiş ve mozaiklerle süslenmiş romantik Khaju Köprüsü’ne götürdüler. O kadar şaşkın ve minnettardım ki, öğle yemeğimi ödemek istemiş olmasını kabul etmekte oldukça zorlandım. Fakat ısrarlarıma aldırmadı ve acılı köftemi ödedi, sonra da akşamı ailesiyle beraber evinde geçirebileceğimi söyledi. Sonraki sabah bir sonraki durağım, İran’ın yerel Kürt bölgesinin başkenti olan Senendec’e giden otobüse bindiğime emin olmak için beni otobüs terminaline kadar bıraktılar.
Senendec:
Otobüste geçen 10 saatlik bir gece yolculuğu sonrasında Senendec’i çevreleyen kar kaplı dağların manzarasına uyandım. Güneşli çöl kenti İsfahan’dan bu 400.000 nüfuslu küçük kente gelmek başka bir dünyaya adım atmışım gibi hissettirdi. Erkekler geleneksel Kürt kıyafetleriyle karların üzerinde dolanıyordu. Bol kargo pantolon, bellerine bağlanmış bir atkı ve gömlekten oluşan bu kıyafet askeri üniformaya benziyor. Sokakları dar, dolambaçlı ve dik olan kentin kahvehaneleri ise sadece erkeklere açık. Çayı içerken şekeri dudakları arasında tutuyor ve çayı şekerle süzerek tatlandırıyorlar.
Senendec’de Couchsurfing app’inde bulduğum yerel birinin evinde, İran usulü uyku düzeninde kaldım. Evde çok az mobilya bulunuyordu, hatta salonda sadece büyükçe bir halı ve serpiştirilmiş yastıklar bulunuyor. Bir Batılı olarak yerde yatmaya hiç alışık değilim ama şaşırtıcı biçimde rahat uyudum, hatta sırtıma iyi geldi bile diyebilirim. Bir öğrenci olarak couchsurfing metoduyla seyahat etmek oldukça elverişli. Bedavaya dünyayı dolaşabiliyor aynı zamanda yeni kültürler deneyimleyebiliyorsunuz. Yerde uyumayı ilk defa couchsurfingde deneyimlemiştim ve hatta sırta iyi geldiğini de orada öğrenmiştim. Gündüzleri ev sahibim beni geleneksel köylere götürüp gezdiriyordu. Akşamları ise ev yapımı ve yasal olmayan kırmızı şarap içiyorduk. Alışageldiğim şaraplardan daha sertti fakat gün boyu zorlu dağlar tırmanmaktan sonra iyi geldi. Senendec yeni bir kent sayılabilir, yaklaşık 200 yıl önce kurulmuş. Aynı zamanda dağları tırmanmaya gelenler için ideal bir pit-stop görevi de görüyor, nasıl olsa kent 1500 metre yüksekte mesken tutuyor.
Hewraman:
Dağların tepesinde izole kalmış ve söylenene göre muhteşem bir manzaraya sahip Hewraman adlı bir köy olduğunu duymuştum. Vadi Irak sınırında o kadar izole bir noktada yer alıyor ki, söylenene göre 1980’lere kadar bölge halkı dışında hiçbir ziyaretçisi olmamış. Keşfedilmemiş olması beni harekete geçirdi; küçük, düşük ücretli ve her dönemeçte yürekleri ağıza getiren bir otobüs ile yola koyuldum. Son durağa ulaştıktan sonra araç değiştirip taksiye geçmem gerekiyordu.
Ancak hava şartları yoluma taş koymaya başlamıştı. Senendec’den ayrılmamla bir kar fırtınası başlamış ve dağlardaki yolculuğumun son bölümünde beni götürecek bir taksici bulmakta zorlanıyordum. Söylediklerine göre dağdaki yolları kar kaplamıştı ve araçla geçebilmek için birkaç gün beklemem gerekecekti. Fakat bu benim için mümkün değildi, sıkışık programım böyle bir rötara yer vermiyordu. Şansıma yeni İranlı arkadaşım risk alıp beni kar fırtınasına rağmen dağın tepesine götürmeyi kabul eden bir taksici buldu.
Yolculuk çok zorluydu. Dağın tepesini aşmak için taksiciyle beraber aracı 100 metre boyunca itmek zorunda kaldık ve köye gece yarısında ulaştım. Burası da basit bir couchsurfing eviydi, yerde büyük bir halı ve serpiştirilmiş birkaç yastıktan başka bir şey yoktu. Kar fırtınasının ortasında 100 metre boyunca bir araç itmenin sonucu olarak eve vardığım an uykuya daldım, uyandığımda ise nefes kesen bir manzaraya uyandım. Etrafın kar kaplı, heybetli dağlarla çevriliydi. Kendimi, Irak sınırında kimsenin gitmeye cüret edemediği bir vadide mesken tutan küçük bir köydeki tek gezgin olarak buldum. Tuğla ve kerpiç evler, bir üzün salkımı misali uçurum kenarına serpiştirilmiş gibiydi. Hava bulutluyken köy şeytani ve yoksul gözüküyordu. Ancak güneş açtığı an ortam değişiyor, küçük çocukların sokağa çıkıp kartopu savaşı yapmasıyla bir peri masalından fırlamışa benziyordu.
Dağlarda uzun bir yürüyüşten sonra komşularımız geleneksel İran yemeği yemek için beni davet etti. Büyük, kaynar bir çanakta çorba, küçük parçalara kesilmiş tavuk ve mercimek. Havan kullanmayı öğrendim ve hepsini ezip kalın bir püreye dönüştürdüm ve ekmekle yedim. İnanılmaz lezzetliydi. Ve tabii ki, ödemek istememe rağmen kabul etmediler. Küçük dağ köyü Hewraman’da, 48 saat sonra Tahran’dan beni evime götürecek uçaktan 600 kilometre uzaktaydım. İran’daki trafik durumunu düşününce “Acaba yetişebilecek miyim?” düşüncelerini kafamdan çıkaramıyordum. İmdadıma komşularım yetişti. İran misafirperverliğinin muhteşem bir örneği gibi, beni alıp vadinin diğer tarafına, otobüsten indiğim noktaya kadar götürdüler. Otobüs durağına geldiğimizde doğru otobüse bindiğimi kontrol ettiler, onlar evlerine ben Tahran’a doğru yola çıktım. Başkente vadideki köyden çıktıktan 20 saat sonra vardım. Ev sahibimin çabası sayesinde uçağıma yetişmiştim. Sağ salim evime dönerken cüzdanımı kontrol ettim –18 günlük İran seyahatimde sadece 800 riyal harcamıştım, deneyimim ise 10 katına denk gelirdi.