İnsan ömrü 21 bin 184 gün!
70 yıl yaşayacağımızı varsayalım ve 70’ten çocukluğumuzu yani 12’yi çıkaralım hep birlikte. Bilinçli bir biçimde tüketebileceğimiz bir 58 yıl kalıyor elimizde. 58’i de 365 gün 6 saatle çarpalım. İnsan ömrü dediğimiz şeyin matematiksel karşılığıyla karşılaşmaya hazır mısınız? Hazırsanız buyrun: 21.184 gün.
Ne kadar az geldi değil mi? Oysa ne kadar da uzun geliyordu bize yıllar…
Anne karnı… Çocukluk… İlkokul… Lise… Üniversite… İş hayatı… Evlenme… Boşanma!.. Emeklilik… Torunlarla oynamak… Bunların hepsinin 21 bin 184 güne sığması size acıklı geliyorsa sıradaki hesapla yeni bir dumura uğrayacaksınız. Kemerleri bağlayın.
21 bin 184 günü 24’le çarpalım. Böylelikle koca ömür! kaç saatmiş bir görelim.
21.184 x 24 = 508.416 saat.
Evet, yaklaşık 500 bin saatimiz var yaşamak için. Hesaplama çalışmalarımız henüz bitmedi. Günde sekiz saat uyuduğumuzu da hesaba katarsak 330 bin aktif saat kalıyor geriye.
Benim 30 yaşımda olduğumu çok iyi biliyorsunuz. Zira, ilgili bunalımımı paylaşmıştım sizlerle. Şimdi kendime daha çok hak veriyorum. Boşuna girmemişim bunalıma. Önümde 14 bin 610 gün kalmış. Bunun saat cinsinden karşılığı da 233 bin 600 aktif saat.
Hayallerimi gerçekleştirmem ve de gerçekleştirdiğimde onları doya doya yaşayabilmem için 233 bin saatim var demek oluyor bu.
Kocaaa bir ömür çerçevesinde önümde heyecanla bekleyebileceğim 40 tane yaz var.
40 tane doğum günü partim kalmış demek ki…
TRT benim için 40 tane daha yılbaşı eğlence programı hazırlayabilecek demek ki…
Ne ilginç! Bana sanki yüzlerce doğum günü yaşayacakmışım gibi geliyordu.
Bu tabloya bakıp edilebilecek tek kelime nedir diye sorsaydınız bana, tek bir kelimeyi haykırırdım size:
E-R-T-E-L-E-M-E-Y-İ-N!
İsteklerinizi ertelemeyin.
200 küsur bin saatinizi doğru kullanın. Boşa vakit geçirmeyin.
TV karşısında boş vakit geçirmeyin örneğin. İnternet karşısında da geçirmeyin.
Otuz yaşında olduğunuzu varsayarsak günde 3 saat boş boş TV seyretmekten vazgeçmemenizin size maliyeti: 43 bin 830 saat!
Zaten kalmış 233 bin 600 saatimiz! Günde üç saat boş vakit geçirirseniz ömür kredinizin limitleri birden düşüyor 189 bin 770 saate.
Yerinizde olsam, sadece boş vakitleri değil dolu vakitlerimi de sorgulardım. Öyle ya bana zevk vermeyen, getirisi olması gerekenden düşük bir işyerinde bir yıl geç istifa etmenin maliyeti size tatsız tuzsuz harcanmış 2921 saat.
Ne aşkı ne de meşki kalmış sadece yeni bir hayat kurmaya üşendiğiniz için 3 sene daha sürdürdüğünüz bir evliliğin faturası huzursuz 17 bin 532 saat!
Alamadığımız kararların bize maliyetleri yüzünden eksi bakiye vermemizden korkuyorum! Ve de hesap kitap işlerine noktayı koyuyorum.
Zaman-karpuz ilişkisi
Buraya kadar yazılanlarla sakın moralinizi bozmayın. Yukarıdaki tablo bize tek bir şey söylemeli. O da zamanı doğru harcamak gerektiği. Size başka bir şey söylemesine izin vermeyin.
Einstein kimdir dersem hepiniz bilirsiniz. En önemli hizmeti nedir dersem zamanın göreceli oluşunu keşfetmesi dersiniz. Bazılarınız zamanla ilgili o meşhur formülü ezberinde tutuyor bile olabilirsiniz. Formülleri ve kavramları bir kenara bırakın. Çünkü, zaman fizikçilere bırakılmayacak kadar önemli bir konu. Bugün, zamanın göreceli oluşunu hayat felsefenizin içine yerleştirmenizi teklif ediyorum size. Bunu benimsemeyi ve tüm hesapları-kitapları ona göre yapmanızı teklif ediyorum. Göreceli lafını hiç sevmiyorum. Fizik kitaplarını çağrıştırıyor. Gelin ona yanar-döner zaman diyelim. Değişiklik olsun.
Bizler, yani insanoğlu cisimlerin ağırlığını kilogramla ölçüyoruz, uzunluklarını da metreyle... Zamanı da dakikalarla ölçüyoruz. Karpuzlar gibi sayıyoruz onu da. Yanar döner oluşunu geçtim, her şeyden önce zaman soyut bir kavram. Tıpkı ruhumuz gibi… Zamanı birimleştirerek ona hükmetmeye çalışmak kusura bakmayın ama çok büyük bir salaklık. Çünkü, takvim bu yüzden icat edilmedi. Takvimin tek görevi insanları diğer insanlarla senkronize edebilmek. Ki bu da çok önemli bir görev. Milyonlarca insanın bir arada yaşadığı toplumlar, kişiden kişiye değişen zaman sistemiyle büyük bir kaosun içine girerdi hiç şüphesiz. Düşünsenize…
Politikacılar nasıl bayılırdı bu işe? Hele bizim ülkemizde:
- Celalettin Bey, görev süreniz olan beş yılı doldurdunuz. Lütfen makam odanızı boşaltınız!
Celalettin Bey: - Nasıl yani? Neye göre beş yıl Abdülkadir beyefendi? Ben bu makama oturalı henüz 1 Celalettin yılı oldu!
Bizi politikacıların şerrinden koruyan takvimi bulanlar her kimse, onların hepsine şükranlarımızı sunmalı yeri gelmişken. Gerçekten önemli bir icat!
İş dünyasında da takvim bize toplantı ayarlamamıza olanak sağlayan ya da şirketlerin vergilerini ödemesi, müşterilerine faturalar kesmesi gibi konularda senkronizasyonu sağlayan bir buluştur. Daha fazlası değildir. İnsani konularda zamanın matematiği yanıltıcı bir perspektiftir. Çünkü, hayat bir karpuz kamyonu değildir. Hoş, karpuzlar bile standart değildir. Hepsinin geometrisi özgündür.
Dünyada bir ilk…
Şimdi huzurlarınızda dünyada bir ilke imza atacak ve kendi yazdıklarını aynı yazı içinde yalanlayan yegane yazar olacağım. Ak dediğime kara demek için de bir gün bekleyemeyeceğim. Çok özür dilerim.
Efendim, neymiş 21 bin 184 günü 24’le çarpalımmış. Böylelikle ömür kaç saatmiş görebilecekmişiz. Yaklaşık 500 bin saatimiz varmış yaşamak içinmiş... Bunların hepsi deli saçması. Bu satırlara kanmamışsınızdır umarım.
Ben diyorum ki;
Kaç yıl, kaç saat, kaç dakika yaşadığımızın hiçbir önemi yok.
Önemli olan o hayatın için neler sığdırdığımız.
Ne kadar yaşadığımız değil, ne yaşadığımız…
- Ayy ne güzel! Adam 98 yaşındaymış. Beyamca uzun yaşamanızın sırrını nedir?
- Ben, her gün enginar yerim evladım. Bir de stresten uzak dururum.
- Aman aman. Enginar yemek çok faydalı demek ki.
Yahu, ben ne napayım enginar yiyerek geçecek 98 yılı? Az önce zorla yedirildim zaten ve hiç cazip bir yaşam biçimi değil. Öbür sırra gelince… Stres, heyecanın ablasıdır. İkisi bir araya gelirse yaşadığın hayatın içeriğini güzelleştirir, özelleştirir. Doğru hükmedilirse iyi bir şeydir. Yavaş yaşa yaşlı öl’den daha iyidir en azından…
Yaşadığımız ya da yaşayacağımız hayatın muhasebesi, çarpım cetveline bakarak yapılmaz. Düz mantık insan ruhunun derin yapısında işlemez çünkü.
- Vah vaaah. 35’inde gidiverdi gencecik çocuk. Tüh tüh. Şeytan kulağına kurşun.
Biz nereden bilebiliriz o çocuğun o otuz beş yıla neler sığdırdığını? Bu da başka bir abuk bakış açısı. Ölmekten korkarak yaşanır mı? Zaten insan ölüm korkusu yüreğine düştüğü anda ölür. Yaşamın gazı kaçar. Şu anda varsam varımdır ve önemli olan da budur!
Gelelim işdünyamıza. Kişisel destanlarımız olan CV’lerimize…
12 yıl filanca pozisyonda görev aldı.
Bana ne?
Sen 12 yıl masa başında uyuklamış, günlerini vaziyeti idare etmekle geçirmiş de olabilirsin. Benzer bir pozisyonda 2 yıl boyunca çalışan biri, süresini senden daha yoğun yaşamış ve daha çok sorumluluk almış olabilir. Dolayısıyla daha deneyimli biri olabilir konusunda. Olamaz mı?
Böylesi durumlarda rakamlar, çok güzel makyaj malzemeleridir ve onlara karşı dikkatli olmak gerekir. Eğer, biri size “Şu kadar yıldır bu işi yapıyorum” diyip duruyorsa ve hangi icraatlara imza attığından hiç bahsetmiyorsa şundan emin olun: O kişi rakamları sivilcilerinin üstünü kapatmak için kullanıyor!
Zaman yanar dönerdir ve insan beyni, zamanın matematiğine akıl sır erdiremez. Sevdiğiniz bir filmi düşünün. Matrix kaç dakika sürdü hatırlayanınız var mı? Ya da Matrix’in en sevdiğiniz sahnesi? Tam olarak kaç saniyeydi? Bileniniz var mı?
Uzun lafın kısası. Sigara, enginar, stres. Uzun yaşamak adına bunları iyi, kötü, çirkin olarak etiketlemekle vakit kaybetmeyin.
Hayatın içeriğinde neler yaşadığınıza bakın siz.
21 bin 184’ü 24’le çarpmak gibi saçmalıklardan uzak durun…