Asım GÜNEŞ
Son Güncelleme:
Hvar Adası’nda kendimi ortaçağ prensesi gibi hissettim
Hanife Yavuz (34), Şişli Etfal Hastanesi’nde Organ Nakil Koordinatörü. Toplumu organ bağışı konusunda eğitip bağışları artırmaya, ihtiyacı olanların hayatını kurtarmaya adamış hayatını. Havalar ısınmaya başladığında keşif duygusunun harekete geçtiğini söylüyor. Bulduğu ucuz biletlerle, nereye gittiğini fazla düşünmeden yollara düşüyor. 11 ülkede 30’un üzerinde şehir gezen Yavuz, Split yakınlarındaki Hvar Adası’nın lavanta kokulu dar sokaklarını unutamamış.
İstanbul Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu’nu bitirdim. 1995’ten bu yana hemşire olarak çalışıyorum. Çocukluğumun geçtiği Ordu’nun birbirine karışan yeşil ve mavisi, o yaşlardan bu yana içimdeki doğa ve macera tutkusunu besledi. Bu tutku her yıl beni uzak diyarlara sürüklüyor. İlk yurtdışı gezim 2004’te karayoluyla İran-Pakistan-Hindistan-Nepal turuydu. Bu rotada daha sonra birçok yolculuk yaptım. Türkiye’de gruplarla, yurtdışında yalnız geziyorum. Son yıllarda merak saldığım dağcılık, beni gittiğim yerlerin yüksek bölgelerine de çekiyor. Yurtdışına çıkmak, hele hele kadın başına yalnız gitmek fikri çevremdekilerin çoğuna garip, tehlikeli, masraflı geliyor. Her şeyi gözünde büyüten bir toplumuz. Bence sorun özgüvende. Yurtdışı gezilerim yurtiçindeki bir tatil köyünde yapacağım tatilden ucuza geliyor. Ayrıca, birçok ülkede tek başına gezmek İstanbul’da yaşamaktan daha az riskli.
20 EURO’YA SALONLU DAİRE KİRALADIM
Bu yıl içimden gelen "git" sesine uyup ucuz uçak bileti aradım. Hırvatistan’ı seçtim. Turizm, 4 milyon 800 bin nüfuslu ülkenin bacasız sanayisi, milli gelirin yüzde 15’ini oluşturuyor. Türkiye vatandaşlarına vize yok. Yine de sınırda, diğer ülke vatandaşlarının işi bana göre daha kolaydı. Budapeşte’den Zagreb’e giden tren yemyeşil ormanların, mısır tarlalarının içinden geçiyordu. Gar, Zagrep’in ortasında. Ücretsiz bir broşür alıp haritasından turizm bürosunu buldum. Görevli her soruma sabırla, nezaketle cevap verdi. Konaklama seçenekleri, gezilecek yerler, ulaşabileceğim acil telefonlar ve adres bilgilerini aldım. Hırvatlar turiste önem veriyor, büroları iyi çalışıyor.
Kentin her köşesinde yeşil alanlar, yüzyıllık ağaçlar, iyi korunmuş doğal parklar göze çarpıyor. İstasyonun karşısındaki anıtlarla süslü büyük meydanı geçip, botanik parkın içinden kuş cıvıltıları eşliğinde, kitap okuyan ve dolaşanları seyrederek yürüdüm.
10 dakika sonra şehrin kalbi Ban Jelacic Meydanı’na vardım. Meydandaki dev St. Mark Katedrali’nin çevresindeydi konaklama alternatiflerim. Gözüme takılan tabelayı takip ederken iki katlı şirin, tarihi bir binaya vardım. Kapı açık, anahtar üzerindeydi. Birazdan sahibi Tim indi aşağıya. Geniş salonlu, banyolu, konforlu, temiz dairenin geceliği sadece 20 Euro’ydu. "Mutfaktaki her şeyi kullanabilirsin, yarın ayrılmak istersen anahtarı kapının üstünde bırak" dedi Tim ayrılırken. Radyoyu açıp, etnik müzik çalan kanala ayarladım. Biraz dinlenip, trende tanıştığım iki İngiliz kardeşle buluşmak üzere yola çıktım. Şehri birlikte gezecektik.
Hırvatistan’ın en büyük, en kalabalık kenti, İstanbul’la karşılaştırılınca çok küçük. Birçok yere yürüyerek gittik. Her köşede ünlü ressamların eserlerinin sergilendiği sanat galerileri, müzeler, konser salonları, muhteşem katedraller çıktı karşımıza. Kent merkezindeki anıtlar, müze, Hırvatistan Güzel Sanatlar Müzesi, Arkeoloji Müzesi mutlaka görülmeli. Tarihi yapılar Roma mimarisini çağrıştırıyor. Geniş caddelerine şık kafe ve restoranlar sıralanmış. Zagreb "Özgürlükler Şehri" olarak biliniyor, dünyanın dört bir yanından eşcinsellerin ilgisini çekiyor.
LAVANTA KOKULU DAR SOKAKLAR KALEYE ÇIKIYOR
Zagreb’den sonra rotayı Adriyatik’in kuzeyine çevirdim. Rijeka’ya, altı saatlik otobüs yolculuğundan sonra ulaştım. Liman kentin tüm sahil şeridine yayılmış, halk denizden yeterince yararlanamıyor. En iyi seçenek, günübirlik gidilecek adalar. Otele eşyalarımı bırakıp, Krk Adası’na giden feribota atladım. Krk, Adriyatik’in kuzeyindeki Hırvat adalarından en popüleri. Roma, Bizans dönemine ait yapıları gezip, kendimi billur gibi temiz, ılık sulara bıraktım. Son feribota yetişip, hava kararmadan Rijeka’ya döndüm. Şehir sanki merdivenlerle sürekli yükseliyor gibi. Yukarıdaki Trsat Kalesi şehre tepeden bakıyor. Bir turist kafilesinin peşine takılıp kaleye tırmandım. Hava kararana kadar fotoğraf çekip manzaranın keyfini çıkardım.
Ertesi gün 8 saatlik otobüs yolculuğuyla, güneydeki Split’e geçtim. Eğer kuzeyden güneye yolculuk yapıyorsanız Dalmaçya kıyıları boyunca uzanan karayolundan, mutlaka gündüz geçin. Unutamayacağınız panoramik manzaralarla karşılaşacaksınız.
Split, ülkenin ikinci büyük şehri. Otobüsten inişte etrafımı pansiyoncu teyzeler sardı. Ellerindeki harita ve fotoğrafları gösteriyorlar, yer aramanız gerekmiyor. Yaşlıca bir kadının peşine takılıp, merkeze beş dakika mesafedeki şirin bir aile pansiyonuna yerleştim. Geceliği 20 Euro olan pansiyon misafir mutfağı, geniş üzüm asmalı ve kivi ağaçlı bir bahçesi ve sıcacık atmosferiyle hemen sardı beni. Biraz dinlenip, kenti gezmeye çıktım. Tarihi merkezdeki yapılar özenle korunmuş, hálá konut olarak kullanılıyorlar. Yeni yerleşim yerleri, bu dokuyu zedelememiş. UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesindeki tarihi kalıntıları, denizi, marinası, sahil şeridindeki geniş cadde boyunca Cafeleri, sıra sıra palmiye ağaçlarıyla güzel bir şehir Split. Gözbebeği, Diocletian Sarayı. Geniş avluları, metal isimleri ile adlandırılmış çok sayıda giriş ve çıkış kapılarıyla bölünmüş. Sarayda kaybolmamak için harita gerekiyor. En ilgi çeken bölümü Kapalıçarşı’yı andırıyor. Buradaki hediyelik eşya mağazaları gece geç saatlere kadar açık. Sokaklarda ve sarayda her dilden konuşan turiste rastlamak mümkün. Kanadalı Maria ve Rim’le tanıştım gezerken. Biri gıda mühendisi diğeri diyetisyen. İşlerini bırakıp sekiz aylık dünya turuna çıkmışlar. Hikayelerini dinlerken imrenmeyle kıskanma arasında gidip geldim. Birlikte Split’i tavaf ettikten sonra, bir saat uzaklıktaki güneyin önemli adalarından Hvar’a gitmeye karar verdik. Dev feribotta zorlukla yer bulup, yola çıktık.
Adaya vardığımızda kocaman bir meydan ve sonunda barok üsluptaki görkemli katedral karşıladı bizi. St. Stjepan Katedrali’nin inşasına 16. yy’da başlanmış, 18. yy’da tamamlanmış. Meydanın etrafında şık restoranlar, kafeler vardı. Tarih o kadar canlı ve inandırıcıydı ki kendimi ortaçağda yaşayan bir prenses gibi hissettim. Hırvatistan’ın en güzel şaraplarının üretildiği üzümler burada yetiştiriliyor, yine parfüm yapımında kullanılan lavanta ve biberiye yağı da buranın önemli zenginliklerinden. Lavanta kokulu dar sokaklardan yukarı kaleye çıktık ve şehri seyre daldık. Aşağıda mistik bir şehir, marinası ve plajlarıyla turkuvaz mavisi deniz bizi davet ediyordu. Biz de kırmadık. Öğle sıcağını hoş bir restoranda yemek ve kahve molasıyla atlattıktan sonra denize koştuk. Birkaç saatlik deniz keyfinden sonra adadan dönüş zamanı gelmişti. Tekrar gelmek üzere söz verip, ayrıldık denizden. Son feribotla tekrar Split’e döndük. Arkadaşlarımla vedalaşıp sabah 05.00’te Zagreb’den kalkacak Budapeşte trenine yetişebilmek için tekrar yola koyuldum. Aklımda ise rüzgarın bu yıl beni başka nerelere götüreceği sorusu vardı...
seyahatte ne okuyor
Hikaye, polisiye, rehber kitaplar
ne yiyor ne içiyor
Fiyatlar ucuzsa yerel lezzetler, yoksa sandviç, pizza, makarna
ne giyiyor
Bol cepli pantolon, tişört ve spor ayakkabı
neyle seyahat ediyor
Uçak ve diğer toplu ulaşım araçlarıyla
nerede kalıyor
Hostel ve pansiyonlarda
çantasının vazgeçilmezleri
Şapka, güneş gözlüğü, krem, fotoğraf makinesi, sözlük
kiminle seyahat ediyor
Tek başına, yolda edindiği arkadaşlarıyla
oradan ne alıyor
Bölgeye özgü el sanatları ve hediyelik eşyalar
20 EURO’YA SALONLU DAİRE KİRALADIM
Bu yıl içimden gelen "git" sesine uyup ucuz uçak bileti aradım. Hırvatistan’ı seçtim. Turizm, 4 milyon 800 bin nüfuslu ülkenin bacasız sanayisi, milli gelirin yüzde 15’ini oluşturuyor. Türkiye vatandaşlarına vize yok. Yine de sınırda, diğer ülke vatandaşlarının işi bana göre daha kolaydı. Budapeşte’den Zagreb’e giden tren yemyeşil ormanların, mısır tarlalarının içinden geçiyordu. Gar, Zagrep’in ortasında. Ücretsiz bir broşür alıp haritasından turizm bürosunu buldum. Görevli her soruma sabırla, nezaketle cevap verdi. Konaklama seçenekleri, gezilecek yerler, ulaşabileceğim acil telefonlar ve adres bilgilerini aldım. Hırvatlar turiste önem veriyor, büroları iyi çalışıyor.
Kentin her köşesinde yeşil alanlar, yüzyıllık ağaçlar, iyi korunmuş doğal parklar göze çarpıyor. İstasyonun karşısındaki anıtlarla süslü büyük meydanı geçip, botanik parkın içinden kuş cıvıltıları eşliğinde, kitap okuyan ve dolaşanları seyrederek yürüdüm.
10 dakika sonra şehrin kalbi Ban Jelacic Meydanı’na vardım. Meydandaki dev St. Mark Katedrali’nin çevresindeydi konaklama alternatiflerim. Gözüme takılan tabelayı takip ederken iki katlı şirin, tarihi bir binaya vardım. Kapı açık, anahtar üzerindeydi. Birazdan sahibi Tim indi aşağıya. Geniş salonlu, banyolu, konforlu, temiz dairenin geceliği sadece 20 Euro’ydu. "Mutfaktaki her şeyi kullanabilirsin, yarın ayrılmak istersen anahtarı kapının üstünde bırak" dedi Tim ayrılırken. Radyoyu açıp, etnik müzik çalan kanala ayarladım. Biraz dinlenip, trende tanıştığım iki İngiliz kardeşle buluşmak üzere yola çıktım. Şehri birlikte gezecektik.
Hırvatistan’ın en büyük, en kalabalık kenti, İstanbul’la karşılaştırılınca çok küçük. Birçok yere yürüyerek gittik. Her köşede ünlü ressamların eserlerinin sergilendiği sanat galerileri, müzeler, konser salonları, muhteşem katedraller çıktı karşımıza. Kent merkezindeki anıtlar, müze, Hırvatistan Güzel Sanatlar Müzesi, Arkeoloji Müzesi mutlaka görülmeli. Tarihi yapılar Roma mimarisini çağrıştırıyor. Geniş caddelerine şık kafe ve restoranlar sıralanmış. Zagreb "Özgürlükler Şehri" olarak biliniyor, dünyanın dört bir yanından eşcinsellerin ilgisini çekiyor.
LAVANTA KOKULU DAR SOKAKLAR KALEYE ÇIKIYOR
Zagreb’den sonra rotayı Adriyatik’in kuzeyine çevirdim. Rijeka’ya, altı saatlik otobüs yolculuğundan sonra ulaştım. Liman kentin tüm sahil şeridine yayılmış, halk denizden yeterince yararlanamıyor. En iyi seçenek, günübirlik gidilecek adalar. Otele eşyalarımı bırakıp, Krk Adası’na giden feribota atladım. Krk, Adriyatik’in kuzeyindeki Hırvat adalarından en popüleri. Roma, Bizans dönemine ait yapıları gezip, kendimi billur gibi temiz, ılık sulara bıraktım. Son feribota yetişip, hava kararmadan Rijeka’ya döndüm. Şehir sanki merdivenlerle sürekli yükseliyor gibi. Yukarıdaki Trsat Kalesi şehre tepeden bakıyor. Bir turist kafilesinin peşine takılıp kaleye tırmandım. Hava kararana kadar fotoğraf çekip manzaranın keyfini çıkardım.
Ertesi gün 8 saatlik otobüs yolculuğuyla, güneydeki Split’e geçtim. Eğer kuzeyden güneye yolculuk yapıyorsanız Dalmaçya kıyıları boyunca uzanan karayolundan, mutlaka gündüz geçin. Unutamayacağınız panoramik manzaralarla karşılaşacaksınız.
Split, ülkenin ikinci büyük şehri. Otobüsten inişte etrafımı pansiyoncu teyzeler sardı. Ellerindeki harita ve fotoğrafları gösteriyorlar, yer aramanız gerekmiyor. Yaşlıca bir kadının peşine takılıp, merkeze beş dakika mesafedeki şirin bir aile pansiyonuna yerleştim. Geceliği 20 Euro olan pansiyon misafir mutfağı, geniş üzüm asmalı ve kivi ağaçlı bir bahçesi ve sıcacık atmosferiyle hemen sardı beni. Biraz dinlenip, kenti gezmeye çıktım. Tarihi merkezdeki yapılar özenle korunmuş, hálá konut olarak kullanılıyorlar. Yeni yerleşim yerleri, bu dokuyu zedelememiş. UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesindeki tarihi kalıntıları, denizi, marinası, sahil şeridindeki geniş cadde boyunca Cafeleri, sıra sıra palmiye ağaçlarıyla güzel bir şehir Split. Gözbebeği, Diocletian Sarayı. Geniş avluları, metal isimleri ile adlandırılmış çok sayıda giriş ve çıkış kapılarıyla bölünmüş. Sarayda kaybolmamak için harita gerekiyor. En ilgi çeken bölümü Kapalıçarşı’yı andırıyor. Buradaki hediyelik eşya mağazaları gece geç saatlere kadar açık. Sokaklarda ve sarayda her dilden konuşan turiste rastlamak mümkün. Kanadalı Maria ve Rim’le tanıştım gezerken. Biri gıda mühendisi diğeri diyetisyen. İşlerini bırakıp sekiz aylık dünya turuna çıkmışlar. Hikayelerini dinlerken imrenmeyle kıskanma arasında gidip geldim. Birlikte Split’i tavaf ettikten sonra, bir saat uzaklıktaki güneyin önemli adalarından Hvar’a gitmeye karar verdik. Dev feribotta zorlukla yer bulup, yola çıktık.
Adaya vardığımızda kocaman bir meydan ve sonunda barok üsluptaki görkemli katedral karşıladı bizi. St. Stjepan Katedrali’nin inşasına 16. yy’da başlanmış, 18. yy’da tamamlanmış. Meydanın etrafında şık restoranlar, kafeler vardı. Tarih o kadar canlı ve inandırıcıydı ki kendimi ortaçağda yaşayan bir prenses gibi hissettim. Hırvatistan’ın en güzel şaraplarının üretildiği üzümler burada yetiştiriliyor, yine parfüm yapımında kullanılan lavanta ve biberiye yağı da buranın önemli zenginliklerinden. Lavanta kokulu dar sokaklardan yukarı kaleye çıktık ve şehri seyre daldık. Aşağıda mistik bir şehir, marinası ve plajlarıyla turkuvaz mavisi deniz bizi davet ediyordu. Biz de kırmadık. Öğle sıcağını hoş bir restoranda yemek ve kahve molasıyla atlattıktan sonra denize koştuk. Birkaç saatlik deniz keyfinden sonra adadan dönüş zamanı gelmişti. Tekrar gelmek üzere söz verip, ayrıldık denizden. Son feribotla tekrar Split’e döndük. Arkadaşlarımla vedalaşıp sabah 05.00’te Zagreb’den kalkacak Budapeşte trenine yetişebilmek için tekrar yola koyuldum. Aklımda ise rüzgarın bu yıl beni başka nerelere götüreceği sorusu vardı...
seyahatte ne okuyor
Hikaye, polisiye, rehber kitaplar
ne yiyor ne içiyor
Fiyatlar ucuzsa yerel lezzetler, yoksa sandviç, pizza, makarna
ne giyiyor
Bol cepli pantolon, tişört ve spor ayakkabı
neyle seyahat ediyor
Uçak ve diğer toplu ulaşım araçlarıyla
nerede kalıyor
Hostel ve pansiyonlarda
çantasının vazgeçilmezleri
Şapka, güneş gözlüğü, krem, fotoğraf makinesi, sözlük
kiminle seyahat ediyor
Tek başına, yolda edindiği arkadaşlarıyla
oradan ne alıyor
Bölgeye özgü el sanatları ve hediyelik eşyalar