Hint metropolü Bombay
Hindistan’ın en büyük şehri Bombay, dünyanın sayılı metropolleri arasında. Her ırktan, her dinden insanın bir araya geldiği Bombay, Hint kültürünün bütün renklerini buluşturuyor. Meşhur Muson yağmurları döneminde Bombay’a giden okurumuz Filiz Üskül izlenimlerini yazdı.
Bir yakınımın Haydarabad’da kongreye katılmak üzere Hindistan’a gidişi, seyahatimin bahanesi oldu. Bombay üzerine geldiğimizde, uçaktan görünen şuydu: Deniz kenarında, Manhattan’dakilere benzeyen gökdelenler, apartmanlar ve şehri bilezik gibi çevreleyen, mavi kalın plastik çatılı teneke evler. Bombay çok büyük bir şehir. Anakarada ve yakınındaki yedi adada yayılmış, milyonlarca kişinin yaşadığı, Batı’ya açılan en büyük limana sahip bir ticaret ve kültür şehri. Farklı ülkelerden pek çok kişiyi barındırıyor. Gündüz vakti, özellikle teneke mahallelerde kadınlar ve küçük çocukları görüyorsunuz. Büyük çocuklar çocuk işçi olarak çalışıyorlar. Varlıklı kişilerin yaşadığı mahallelerdeyse insan görmek zor. Hava sıcak, muhtemelen bahçe içindeki evlerine kapanmışlar, ortalıkta yoklar.
Sokaklar müthiş kalabalık. İnsan ve araç kalabalığı var. Trafik tam bir kaos. Sokaklar aynı zamanda fakirliği sergiliyor. Kaldırımlarda karnını doyurmaya çalışan iki-üç çocuklu ailelere rastlıyorsunuz.
Dükkânlarda, yerel kumaşlar, incik-boncuk, hediyelik eşyalar, ne ararsanız var. Kadınlar, bir kumaşçı dükkânına girip ‘sari’ deneyebilirler: Yedi metrelik bir kumaşı Hint usulü sarınabilirler. Sokak satıcıları en çok meyve satıyorlar. Muz, ayıklanmış papaya... Restoranlardan baharat kokuları yayılıyor.
TENEKE MAHALLELER
Teneke evlerde tavan mavi kalın plastikle örtülü. Birbirlerine girmiş durumdalar ve sayılamayacak kadar çoklar. Aralarda çamurlu sokaklar var. Tuvalet ve kapısı olmayan banyo ortaklaşa kullanılıyor. Bu evlerin bile kirasının 80-90 Dolar olduğunu öğrendik. İki çocuklu bir ailenin evini görmek istedik. Odanın kenarında yatak, öte yanda ocak ve birkaç kap-kacak... Ama evin içi temiz ve düzenli. Erkekler çalışıyor. Onlara öğle yemeği yollamak gerekiyor. İlginç bir sistem işliyor: Kadın evde kocası için yaptığı sıcak yemeği, kargoyla işyerine gönderiyor. Her gün 160 bin sefertası hiç gecikmeden işyerlerine ulaştırılıyor. Şaşırtıcı bir düzen.
Bir başka şaşırtıcı şey de şu: Sokaklarda, tertemiz beyaz kıyafetler giyinmiş insanlara rastlıyorsunuz. Sokaklar kirli. Bu beyaz giysiler nasıl tertemiz kalmış? Cevabı basit: Dünyanın en büyük açık hava çamaşırhanesi bu şehirde. Beyaz giysiler evlerden, işyerlerinden alınıp bu açık hava çamaşırhanelerinde yıkanıp kurutulup alındığı yere teslim ediliyor. Bunun için elbette gelir düzeyinin biraz yüksek olması gerekiyor. Fakir-fukara da yıkama-kurutma-teslim işinden biraz para kazanıyor.
Bombay’da farklı inançlardan insanlar var. Rehberimiz Hindu ama tüm Hinduların ritüelleri de aynı değil. Bizim rehber et yemiyor, patates, havuç, kereviz gibi yumru kökleri yemiyor çünkü bunların yeraltındaki hayvanların hakkı olduğunu düşünüyor. Güneş battıktan sonra üremeye başlayan bakterileri de düşünüyorlar ve onlara zarar vermemek için gün batımından sonra hiçbir şey yemiyorlar.
Rehberimiz, otomobille ilerlerken sağda eğimli, ağaçlık bir yeşil alanı gösteriyor ve şunları söylüyor: “İran’dan gelip Bombay’a yerleşen güneşe tapanlar, ölülerini getirip buraya bırakırlar.” Şaşkınlıkla soruyoruz: Öylece mi? Evet öylece. Kokmaz mı? Kokar.
Her inancın farklı tapınakları var. Maymunu kutsal sayanlar, fili kutsal sayanlar... Camiler... Zamanınız varsa ziyaret edebilirsiniz. Ama her birinin inancına saygılı davranmak koşuluyla. Örneğin, bakterilere saygılı bir inanç grubunun tapınağını ziyaret ediyorsanız, onlara zarar vermemek için ağzınızı kapatarak dolaşmak gerekiyor.
Müzeleri de gezebilirsiniz. Bir yerel müzede, doldurulmuş deniz ve kara hayvanları, değerli taşlardan yapılmış eşyalar, heykeller, seramikler ve döneminde yerel prenslere Avrupalılarca hediye edilmiş tablolar sergileniyor. Gandi’nin Bombay’a geldiğinde kaldığı arkadaşının evi de müze haline getirilmiş. Gandi’nin yaşamının değişik aşamaları ve ömrünün sonunda yaşadığı oda canlandırılmış. Gandi’yi merak edenler gezebilirler. Bombay’ı dolaşırken, İngilizler ve Portekizliler tarafından yapılmış çok güzel ama harapolmuş binalar da göreceksiniz. Kapı, pencere kalmamış, kararmış, boş binalar.
Peki yine de teneke evlerden daha yaşanılası değil mi? Hayır, yıkılma tehlikesi olduğu için, devlet buralara yerleşme izni vermiyor. Anlaşılan restore etmek için de bütçeleri yok. Ama müzede, bu evlerin 1924-1926 yıllarında çekilmiş fotoğrafları sergileniyor: Binalar bakımlı, balkonlarda, bahçelerde çiçekler, buralarda beyaz-açık renk şifon elbiseli, şapkalı, şemsiyeli kadınlar, genç kızlar, çocuklar, beyaz takım elbiseli, şapkalı, beyaz ayakkabılı şık bastonlu beyler. Belli ki Hindistan’ın kaymağını yiyen sömürgeciler ve yanlarında yerli köleler...
Bombay’da yemekten söz etmemi beklemeyin. Acılı ve bol baharatlı yemekleri yemekten çekinince, otelimizde nispeten alışkanlıklarımıza uygun yiyecekleri tüketmekle yetindik.
MUSON YAĞMURLARINI GÖREMEDİK
Ben tam Muson yağmurları döneminde Bombay’daydım. Muson yağmurlarıyla ıslanacağım için heyecanlıydım. Ama ne mümkün? Bulutlar gelmiş, onları gördüm. Ya tabakalı ve gri, ya pamuk gibi beyaz bulutlar... Gök gürültülü, şimşeklerin çaktığı, nemli, bunaltıcı bir hava, yağdı yağacak ama tık yok, yağmur düşmüyor. Gözlüğümün kenarlarından, saçlarımın dibinden, kulaklarımın ucundan damlalar iniyor ama bunlar yağmur damlaları değil, ter damlaları. Terden giysilerimiz, musluk altında kalmışız gibi ıslanıyor. Yağmur yok ama tepeden tırnağa sırılsıklamız. Muson yağmurlarını görmek için tekrar Hindistan’a gidilir mi? Ne dersiniz?