Hawaii sahillerinde bekliyorlar
Memleket havası hep karanlık, mutsuzluk dizboyu. Ülkenin üzerinden kalkmayan ağır havadan uzakta, dünyanın bir ucunda yaşayan Türkler de var, “Başka bir hayat mümkün” dedirten. Kuzey Büyük Okyanusu’nun ortasında, turizmci klişesiyle ‘yeryüzündeki cennet’, Hawaii’de bile... Hawaii’nin bağımsız bir ruhu, enerjisi var: Kemikleri gevşeten, vücudunuzu rahatlatan, hayaller gerçekleştiren, cesaret veren... Başkenti Honolulu Adası’na indiğim gibi genetiğe işlenmiş Türk kodları devreye giriyor: Burada yaşanır mı? Ne iş yapılır? Buralı olmak nasıl bir his? Başka bir dünyanın Türkleri anlatıyor...
Sene 2012. Dönemin cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve eşi Hayrünnisa Hanım’ın San Francisco ziyareti sebebiyle, civardaki eyaletlerin Türk derneklerine haber salınmış, cumhurbaşkanı ricasıyla hepsi resepsiyonda bir arada. Her cemiyet başkanı tek tek söz alıp, kendinden ve derneğinden övgüyle bahsediyor; üstüne basa basa, gururla, cemiyetini kaç senedir ayakta tuttuğunu anlatıyor. Son söz alan, Türkçesi son derece düzgün, 70’lerinde bir hanımefendi: “Efendim, bendeniz Engin Öztürk. Hawaii’deki 41 yıllık Türk-Amerikan Dostluğu Derneği’nin kurucusuyum.”
Engin Öztürk
CESARET, ADANIN RUHUNDA
Hayatını Türkleri bir arada tutmaya ve yardım etmeye adamış: “İlk taşındığımda günlerce, haftalarce tek tek tüm üniversiteleri, büyük kurumları aradım, Türklerin izini sürdüm” diyor, kurduğu derneğin nasıl zaman içinde ‘fahri konsolosluğa’ dönüştüğünü anlatıyor. Türkiye-Hawaii arasındaki saat farkı 12. Dünyanın diğer ucunda olmasına rağmen ülke gündemini anbean takip ediyor: “Her dakika ‘Bize orada iş bulur musunuz?’ mail’i alıyorum. Ben işçi bulma kurumu değilim ki evladım...”
Hawaii, cenneten atılmış kartpostal tadında görsellerle hafızaya kayıtlı. Büyüsü, doğası ve havasıyla sınırlı değil. Adanın fotoğraflara pek yansımayan ruhu, buradaki insan öykülerini dinlerken sık sık karşınıza çıkıyor. Sanki herkesin burada olmasının bir sebebi var. Çoğu insanın özgeçmişi birkaç dünya turu, tropikal bir koku ve bir cesaret denenmiş farklı işler, tiltlerle dolu. “Meğer hayatı tersyüz etmek bu kadar kolaymış” dedirten türden.
Psikiyatri alanında muazzam bir kariyer yapmış Dr. Hamdi Yılmaz gibi. ‘Fahri Konsolos’ Öztürk’ün takdimiyle Dr. Yılmaz ‘kendini bildi bileli’ buralı, Honolulu’lu. Evleniyor, boşanıyor, tekrar evleniyor, boşanıyor ama adayı bırakamıyor. 95 yıllık ömrüne 5 dünya turu sığdırmış; bıraksalar altıncısına da çıkacak.
Ayşe Numan ve ailesi
İlle de asırlık olmak şart değil. Bakınız: Ayşe Nurman’ın çok katmanlı, sesli, renkli hayatı. Numan’ın kısa hayatına sığdırdıklarını dinledikçe insanın ruhu açılıyor, cesaret ve yeniliklere atılası geliyor: İSTEK Vakfı’nda okurken ve Beşiktaş’ta voleybolcuyken sporcu bursuyla Florida’da Rollins Üniversitesi’ne gitmesi, oradan İngilizce öğretmeni olarak Japonya’nın Okinawa Adası’nda milli eğitim bakanlığında ve Okinawa Shogakuin’de çalışma fırsatını değerlendirmesi, dünya üzerinde ortalama yaşam süresinin en uzun olduğu adada 6 sene yaşayıp oradan ‘Barış Gemisi’ne atlayıp gönüllü öğretmen olarak, 4 ay süren dünya turuna çıkması... Japonya’da tanıştığı Türk tarihi ve kültürü hayranı olan Amerikalı eşi hep Hawaii’de yaşamak istediğini söyleyince, bir adadan öteki adaya geçmekte tereddüt duymuyor.
TURİZM İŞİNDEKİLER DAHA ŞANSLI
Şehrin iki ana gelir kaynağı var: Emlakçılık ve turizm. Yerleşen Türkler bir şekilde bu iki sektörde tutunmaya çalışıyor. Dünyanın neresinde olursanız olsun, turizmle uğraşıyorsanız Hawaii, size uzaktan göz kırpan, niyetlenirseniz kapısını sonuna kadar açan, bir ümit sizi hep bekleyen adadaki platonik sevgili gibi. Doğma büyüme Antalyalı, uzun yıllar New York’ta bir seyahat acentesinde çalışan Selda Ceylan Dodanlı, o ‘göz kırpmasına’ karşı koyamayanlardan: “İçindeyken fark etmiyorsunuz fakat New York ya da İstanbul gibi büyük metropollerde yaşamak günden güne insanın ruhunu kirletiyor. Doğadan, yeşilden yoksun; kötü hava, stres yaşam... Çalıştığım şirketin Hawaii’de ofis açma ihtimali olduğunda talip oldum, tek yön bilet alıp, düşünmeden buraya taşındım. Hayatım değişti.” 6 senedir, televizyon almadığı evinde hiç olmadığı kadar sakin ve huzurlu; işten arta kalan zamanını yogada, plajda geçirmekten mutlu. Hafifliği yüzünden okunuyor.
METROPOLDEN KAÇMAK İÇİN İDEAL Mİ?
Alabildiğine plaj, okyanus, palmiye ağaçları, tropikal meyveler, çiçekler, aşklar... Arada gevşeklikten kurtulup iki güzel oyun, gösteri ya da bir sergi istesen yok. Kültürel açıdan cılız. Havasına kapıldın, metropolden kalktın buraya yerleştin diyelim. Bir müddet sonra... Basmaz mı? Boğmaz mı? İzmirli, uzun süre İstanbul ve New York’ta yaşadıktan sonra Hawaii’ye yerleşme kararı almış, 4 senedir ‘adalı’ Güliz Kalender anlatıyor: “Sokaktaki insanların yüzündeki o rahatlık, hep gülümseyen, arkadaş canlısı bakan yüzler... Büyük şehirlerde bulamayacağın, fakat yaşam kaliteni artıran ‘sıradan’ şeylerin varlığı daha önemli. Bunu anlıyorsun buraya yerleşince.” Boğaziçi’nden mezun eşinin doktorası sebebiyle ABD’ye gelip akademisyen eşinin görev tercihi nedeniyle önce New York’ta, şimdi Honolulu’da. Güzel sanatlardan mezun, niyeti sosyal hizmetler üzerine başladığı eğitimi sanat terapiyle tamamlamak. Hayat telaşını bırakmış; ‘nasıl yaşamak istediğine’ bakıyor, şahane bir doğanın içinde oğlunu büyütmenin tadını çıkarıyor.
Adanın insanı hafifleten, sıkıntısını, ağrısını buharlaştıran bir özelliği var. Ve bu palmiye ağaçlarıyla, çiçekli kolyelerle, ukelele tıngırtısıyla açıklanacak bir his değil. Kalender, antropologların burayı sık sık incelediğini hatırlatıyor: “Son araştırmalar şunu söylüyor: İnsanın mutlu, huzurlu ve uzun bir ömür sürmesi için üç kıstas var. Suya yakın bir ev, arada dağa kaçabileceğin bir yol ve kendini iyi hissedebileceğin, ait olabileceğin bir komün ya da cemiyet. Bunların toplamı burada.”
Tuhaf bir cesaretin geldiği de doğru. Ertelenen hayaller, korkuyla bastırılmış istekler burada coşuyor, kendiliğinden gerçekleşiyor. Doğası, havası hatırlatıyor hayatın uzunluğunu ve sonsuz ihtimallerini. Ve bu değişim, ancak Onur Çiftçi’nin hikâyesi yardımıyla açıklanabilir...
Onur Çiftçi
BAŞKA BİR HAYAT HER ZAMAN MÜMKÜN
Dokuz Eylül Üniversitesi, makine mühendisliği bölümünden mezun. Akaryakıt sektöründe dünyada bilinen bir firmada işe giriyor. Türkiye’deki tüm doğalgaz müşterilerinin proje ve teknik işlerinden sorumlu, 1.7 milyon dolar bütçelik bir proje işi bu. Bir gün uyanıyor: Yaşadığı hayat, aslında kendi hayatı değil. Sanki programlanmış, dikte edilmiş, öyle yapması gerektiği için yapılmış bir yaşam. Şahane kariyerini elleriyle teslim ettiği gibi kafayı hep yapmak istediği şeylere takıyor: Şeflik, mutfak, yemek, doğa, yoga, meditasyon, reiki... İşe dünyanın en iyi 50 restoranına tek tek mail atarak başlıyor. New York’taki Eleven Madison Park’ta kısa süreli staj, Washington D.C.’de dünyadaki en büyük Hilton’un mutfağına ‘demi şef’lik derken Hawaii’de reiki eğitmenliği... Şimdiki hayali yağmur yakalama sistemiyle kendi suyunu elde eden, elektriğini güneş enerjisiyle üreten, gönüllü çalışma karşılığında insanlara organik tarımı ve doğru beslenme eğitimleri ücretsiz sunan bir yer açmak.
Bilge bilge salınan palmiye ağaçlarına bakıyorum. Her hayalin mümkün olduğunu bir kez daha hatırlıyorum.