Son Güncelleme:
Hassan ile İssam amcanın kutsal kasabası
Maalula, Suriye’nin Lübnan sınırında, Şam’a 56 kilometre uzaklıkta, iki bin nüfuslu küçük bir kasaba. Yüksekliği 1100 metre ulaşan dağların arasındaki sarp bir bölgeye kurulmuş, bu nedenle geçmişin hayatı korunabilmiş. Hz. İsa’nın konuştuğu Aramice’nin hâlâ kullanıldığı nadir yerleşimlerden biri. Kasaba ismini Azize Takla’nın dua ederek dağda açtığı geçitten alıyor. Azizlere adanan iki manastırını her yıl binlerce Hıristiyan ziyaret ediliyor. Pronto Tur ve Hürriyet Seyahat’in seyahat bursuyla geçen ay Suriye gezisine çıkan Özgün Uçar’ın yolu Maalula’ya düştü. Müslümanlarla Hıristiyanların barış içinde yaşadığı kasabayı yazdı.
Akşamın son demleri, gökyüzü kararmak ile kararmamak arasında tereddütlü. Ben ve yanımdaki koltuktan başka koyacak yer bulamadığım küçük çantam, küçük bir minibüste Şam’dan Maalula’ya doğru yol alıyoruz. 56 kilometre için iki kişilik ücret 80 Suri (3 TL). Suriye yollarında birkaç gün seyrüsefer ettikten sonra, bozkır ve çöl ikliminin şaşırtıcı birlikteliği artık tanıdık geliyor. Coğrafyanın bu ortaklığına karşın Suriye halkının metanet, merhamet ve muhabbetle örülmüş yaşantısı ise hâlâ alışılmadık ve gizemli. Muhabbetleri anlatılmaya müsaitse de metanete ve merhamete tanık olmak için burada olmak şart.
Minibüs bir sapakta Şam otobanından çıktığında büyük bir merakla tanışmayı beklediğim Maalula’nın aniden karşıma çıkabileceğinden habersizdim. Dik kayaların arasında taş üstünde taş evleri ile bu pastel renkli şehir Mardin’e gelmiş olma ihtimalimi bana sorgulatsa da kilisenin çan sesi ile kendime geldim. Merhaba Maalula, merhaba Suriye coğrafyasına bu kadar yabancı, kendine bu kadar özel olabilen kasaba, tanıştığıma çok memnun oldum...
Minibüsten indiğimden beri önümde iki dik sokak duruyor. Az önce akşam ezanı okundu ve şimdi Saint Takla Manastırı’nın olduğu tepeye doğru baktığımda evlerin üstünde ışıldayan haç işaretleri ile manastırın zirvesindeki Hz. İsa heykeli adeta beni selamlıyor. Tuvale özenle çizilmiş gibi duran bu sürrealist taş yapılarla tanışmam o kadar ani oldu ki... Sonra kayalıkların gerisinden yankılanan bir ezan sesi ve ona parıltısıyla eşlik eden haçlar. Suriye’de Arapça konuşabilmeye hiç bu kadar çok ihtiyaç duymamıştım. Bu özel ve dokunaklı evlerin, Arnavut kaldırımlı sokakların, bu şaşırtıcı hoşgörünün mimarı kim, kahramanı kim?
MANASTIRIN DEHLİZLERİNDE
Saint Takla Manastırı’na doğru uzanan dik yokuşu tırmanıyorum. Yoldan geçen kimse yabancılamıyor beni, onlar için sıradan bir manzara sanırım önlerinden geçen. Bu geceyi Maalula’da geçirmek istiyorum. Tek bildiğim burada sadece dört yıldızlı bir otelin olduğu, hostelin bulunmadığı, tepedeki Saint Takla’da gezginler için konaklama imkanının sağlanabildiği. Manastıra vardığımda ziyaretlerini tamamlayan turist kafileleri otobüslerine biniyordu. Manastırın büyük kapılarından geçip, dik merdivenlerinden çıkıp, danışma görünümlü bürodaki genç kıza, “Burada kalabilir miyim” diye sordum. Kız olduğu yerden kalktı, biraz ilerdeki bir kapıdan içeri girdi. Birkaç dakika çantam omzumda bekledim, ümidi kesmek üzereyken kız bir rahibeyle döndü. Rahibe eliyle beni işaret ederek, “Siz mi kalacaksınız” dercesine sordu. “Evet” dedim. Beni kısa bir süre inceledikten sonra sadece “Pasaport” dedi. Pasaportu verdim ve hızlıca yürümeye başlayan rahibeyi takip ettim. Birlikte manastırın dehlizlerden aşağıya indik. Baktım, yapının girişine gelmişiz. Geniş avluya kapalı duran kapıyı açıp, holden yüksek tavanlı bir odaya girdik. Odadaki sandık üzerindeki sıra sıra dizilmiş döşeklerden birini, kenardaki yatağa birlikte yerleştirdik. Rahibe özenle döşeğin üzerine çarşaf sererken ben de sandık üzerindeki yorganlardan birini alıp yatağa serdim. Rahibe hiç konuşmadan duşu alafranga ve alaturka tuvaleti, holün ışığını nereden kapatacağımı gösterip bir yere yetişecek gibi hızlıca gitti.
AZİZ TAKLA EN ÜST KATTA YATIYOR
Duvarlarında Hz. İsa’ya, Hz. Meryem’e ait gravürlerin bulunduğu sessiz odamdan dışarı çıkıp manastırın girişinden artık tamamen kararan ve bir ışık demetini andıran Maalula’yı izledim. Kentin sakin sokaklarında konukların karınlarını doyurabileceği bir yer var mıydı? Manastırdan minibüsten indiğim yere doğru yürüdüm, boyunlarında haçlarıyla Maalula’lı kadınlar önce uzun gölgeleri sonra Arapça konuşmalarıyla yanımdan geçiyordu. Sokağın başına geldiğimde karşıda kırmızı panjurlu kafe gözüme çarptı. Montagna Cafe, şirin ve butik görünümüyle içimi ısıttı. Suriye’de küresel fastfood ve yemek dükkanları yok. Ancak Maalula kasabasının butik kafesindeki tavuklu sandviç, enfes sosuyla yeryüzünün en özel tavuk sandvici olmaya aday.
Sabahın çok erken vakti, dingin ve serin yeni güne ömrümde ilk kez Maalula’da bir manastırda uyandım. Manastırın dışına geniş avluya çıktım. Saint Takla Manastırı’na ve tepesindeki Hz. İsa heykeline baktım. Manastır ismini Azize Takla’dan almıştı. Hıristiyan inanışına göre Hz. Meryem, Yahudiler’den kaçtığı sırada Saint Takla ona yardım ediyor. Saint Takla’nın Hz. İsa’ya iman edenlerden biri olduğuna da inanılıyor. Manastır birbirine bitişik olarak “u” şeklinde tasarlanmış üç katlı bir yapıdan oluşmuş. Üç ayrı geniş avlusu var. Orta katında kilise, en üst katında Saint Takla’nın türbesi yer alıyor.
DAĞA OYULMUŞ PATİKA
Sonra, o yekpare bir kaya gibi duran sırtını Lübnan’ın sınırlarına dayamış, azınlık Müslümanlar’ın Katolik ve Ortodoks Hıristiyanlarla bir arada yaşadığı tarihin derin ve özel mekanlarından biri olan Maalula’ya yüzümü döndüm. Turist kafileleri otobüsleriyle Saint Takla Manastırı’na yanaşmaya başlamıştı. Bu hoşgörü ve ibadet mekanı Hz.İsa’nın yaşadığı çağda konuşulan Aramice’nin yerel halk tarafından hâlâ yazılabiliyor ve konuşulabiliyor olmasıyla da ilgi çekici. Manastırdan dışarı çıkıp, arka tarafındaki dağ yoluna doğru yürüdüm. Kayaların arasına mağara gibi oyulmuş yolum. Kıvrılarak yükseliyor. Turistik bir güzergah bu. Herkes önce kaygan oyuklara tırmanmak, sonra da fotoğraf çektirmek derdinde. Dağ yolunun kimi yerleri dar ve basık. Yolu 10 dakikalık bir yürüme mesafesiyle geçtikten sonra Maalula’nın en tepesindeki dört yıldızlı otelin ve küçük Couvent Sts. Serge et Baccmus Kilisesi’nin bulunduğu bölgeye ulaştım. Kiliseye yürürken tabelalarda karakalem ve boyama Maalula resimleri de bana eşlik etti. Kiliseden panoramik olarak Maalula’yı göreceğimi umsam da duvarlar arasında şehri fotoğraflayabilecek bir açıklık bulamadım. Hediyelik eşya satılan bölümde Maalula yazılı kitap ayraçları, süs eşyaları ilgi çekiciydi.
MİSAFİRPERVER İKİ AMCA
Kiliseden ayrılıp dağ yoluna doğru yöneldim, baktım bahçede iki köylü amca gayretle ağaçtan bir şeyler topluyor, çuvallara atıyor. Selam verip yanlarına gittim, önce şaşırdılar sonra gülen yüzlerle selamladılar. Bana aldırmadan keyifle ağaçtaki saplı meyveden toplamaya devam ediyorlar. Doğal olarak tek kelime İngilizce bilmiyorlar. Bendeki birkaç kelimelik Arapça da sadece selamlaşmamızı sağlıyor. Ağaçtan ne topladıklarını sordum el hareketimle, kırmızı küçük taneli meyveden yemem için verdiler. Isırdım. Oldukça ekşi, aromalı bir meyveydi. Arapça, Türkiyeli olduğumu söyledim, aralarında konuşup samimi bir şekilde başlarını salladılar. İki eski dost oldukları yüz hareketleriyle anlaşmalarından, birbirlerine karşı şakalaşmalarından belliydi. İsmimi söyledim. Böylece Hassan ve İssam amcayla tanıştım. Hassan Amca’nın Müslüman, İssam Amca’nın Hıristiyan olduğunu öğrendiğimde ise şaşkınlığımı gizleyemedim. Onlar da benim şaşkınlığıma şaşırmış olmalı. İssam Amca’nın Aramice ve Arapça bildiğini öğrendim. Daha fazlasını öğrenmeme dil koşulları müsade etmedi. Bir akşamüzeri, bir vadi yamacında hayranlıkla tanıştığım Maalula, kahramanları ile beni bir bahçede aynı ağaçtan, aynı meyveyi, aynı çuvala keyifle toplayan Hassan Amca ile İssam Amca’nın ayrımsız dostluğuna ortak ederek tanıştırdı.
(Özgün Uçar’ın diğer seyahat yazılarını yolayazmak.blogspot.com’dan okuyabilirsiniz)
Minibüs bir sapakta Şam otobanından çıktığında büyük bir merakla tanışmayı beklediğim Maalula’nın aniden karşıma çıkabileceğinden habersizdim. Dik kayaların arasında taş üstünde taş evleri ile bu pastel renkli şehir Mardin’e gelmiş olma ihtimalimi bana sorgulatsa da kilisenin çan sesi ile kendime geldim. Merhaba Maalula, merhaba Suriye coğrafyasına bu kadar yabancı, kendine bu kadar özel olabilen kasaba, tanıştığıma çok memnun oldum...
Minibüsten indiğimden beri önümde iki dik sokak duruyor. Az önce akşam ezanı okundu ve şimdi Saint Takla Manastırı’nın olduğu tepeye doğru baktığımda evlerin üstünde ışıldayan haç işaretleri ile manastırın zirvesindeki Hz. İsa heykeli adeta beni selamlıyor. Tuvale özenle çizilmiş gibi duran bu sürrealist taş yapılarla tanışmam o kadar ani oldu ki... Sonra kayalıkların gerisinden yankılanan bir ezan sesi ve ona parıltısıyla eşlik eden haçlar. Suriye’de Arapça konuşabilmeye hiç bu kadar çok ihtiyaç duymamıştım. Bu özel ve dokunaklı evlerin, Arnavut kaldırımlı sokakların, bu şaşırtıcı hoşgörünün mimarı kim, kahramanı kim?
MANASTIRIN DEHLİZLERİNDE
Saint Takla Manastırı’na doğru uzanan dik yokuşu tırmanıyorum. Yoldan geçen kimse yabancılamıyor beni, onlar için sıradan bir manzara sanırım önlerinden geçen. Bu geceyi Maalula’da geçirmek istiyorum. Tek bildiğim burada sadece dört yıldızlı bir otelin olduğu, hostelin bulunmadığı, tepedeki Saint Takla’da gezginler için konaklama imkanının sağlanabildiği. Manastıra vardığımda ziyaretlerini tamamlayan turist kafileleri otobüslerine biniyordu. Manastırın büyük kapılarından geçip, dik merdivenlerinden çıkıp, danışma görünümlü bürodaki genç kıza, “Burada kalabilir miyim” diye sordum. Kız olduğu yerden kalktı, biraz ilerdeki bir kapıdan içeri girdi. Birkaç dakika çantam omzumda bekledim, ümidi kesmek üzereyken kız bir rahibeyle döndü. Rahibe eliyle beni işaret ederek, “Siz mi kalacaksınız” dercesine sordu. “Evet” dedim. Beni kısa bir süre inceledikten sonra sadece “Pasaport” dedi. Pasaportu verdim ve hızlıca yürümeye başlayan rahibeyi takip ettim. Birlikte manastırın dehlizlerden aşağıya indik. Baktım, yapının girişine gelmişiz. Geniş avluya kapalı duran kapıyı açıp, holden yüksek tavanlı bir odaya girdik. Odadaki sandık üzerindeki sıra sıra dizilmiş döşeklerden birini, kenardaki yatağa birlikte yerleştirdik. Rahibe özenle döşeğin üzerine çarşaf sererken ben de sandık üzerindeki yorganlardan birini alıp yatağa serdim. Rahibe hiç konuşmadan duşu alafranga ve alaturka tuvaleti, holün ışığını nereden kapatacağımı gösterip bir yere yetişecek gibi hızlıca gitti.
AZİZ TAKLA EN ÜST KATTA YATIYOR
Duvarlarında Hz. İsa’ya, Hz. Meryem’e ait gravürlerin bulunduğu sessiz odamdan dışarı çıkıp manastırın girişinden artık tamamen kararan ve bir ışık demetini andıran Maalula’yı izledim. Kentin sakin sokaklarında konukların karınlarını doyurabileceği bir yer var mıydı? Manastırdan minibüsten indiğim yere doğru yürüdüm, boyunlarında haçlarıyla Maalula’lı kadınlar önce uzun gölgeleri sonra Arapça konuşmalarıyla yanımdan geçiyordu. Sokağın başına geldiğimde karşıda kırmızı panjurlu kafe gözüme çarptı. Montagna Cafe, şirin ve butik görünümüyle içimi ısıttı. Suriye’de küresel fastfood ve yemek dükkanları yok. Ancak Maalula kasabasının butik kafesindeki tavuklu sandviç, enfes sosuyla yeryüzünün en özel tavuk sandvici olmaya aday.
Sabahın çok erken vakti, dingin ve serin yeni güne ömrümde ilk kez Maalula’da bir manastırda uyandım. Manastırın dışına geniş avluya çıktım. Saint Takla Manastırı’na ve tepesindeki Hz. İsa heykeline baktım. Manastır ismini Azize Takla’dan almıştı. Hıristiyan inanışına göre Hz. Meryem, Yahudiler’den kaçtığı sırada Saint Takla ona yardım ediyor. Saint Takla’nın Hz. İsa’ya iman edenlerden biri olduğuna da inanılıyor. Manastır birbirine bitişik olarak “u” şeklinde tasarlanmış üç katlı bir yapıdan oluşmuş. Üç ayrı geniş avlusu var. Orta katında kilise, en üst katında Saint Takla’nın türbesi yer alıyor.
DAĞA OYULMUŞ PATİKA
Sonra, o yekpare bir kaya gibi duran sırtını Lübnan’ın sınırlarına dayamış, azınlık Müslümanlar’ın Katolik ve Ortodoks Hıristiyanlarla bir arada yaşadığı tarihin derin ve özel mekanlarından biri olan Maalula’ya yüzümü döndüm. Turist kafileleri otobüsleriyle Saint Takla Manastırı’na yanaşmaya başlamıştı. Bu hoşgörü ve ibadet mekanı Hz.İsa’nın yaşadığı çağda konuşulan Aramice’nin yerel halk tarafından hâlâ yazılabiliyor ve konuşulabiliyor olmasıyla da ilgi çekici. Manastırdan dışarı çıkıp, arka tarafındaki dağ yoluna doğru yürüdüm. Kayaların arasına mağara gibi oyulmuş yolum. Kıvrılarak yükseliyor. Turistik bir güzergah bu. Herkes önce kaygan oyuklara tırmanmak, sonra da fotoğraf çektirmek derdinde. Dağ yolunun kimi yerleri dar ve basık. Yolu 10 dakikalık bir yürüme mesafesiyle geçtikten sonra Maalula’nın en tepesindeki dört yıldızlı otelin ve küçük Couvent Sts. Serge et Baccmus Kilisesi’nin bulunduğu bölgeye ulaştım. Kiliseye yürürken tabelalarda karakalem ve boyama Maalula resimleri de bana eşlik etti. Kiliseden panoramik olarak Maalula’yı göreceğimi umsam da duvarlar arasında şehri fotoğraflayabilecek bir açıklık bulamadım. Hediyelik eşya satılan bölümde Maalula yazılı kitap ayraçları, süs eşyaları ilgi çekiciydi.
MİSAFİRPERVER İKİ AMCA
Kiliseden ayrılıp dağ yoluna doğru yöneldim, baktım bahçede iki köylü amca gayretle ağaçtan bir şeyler topluyor, çuvallara atıyor. Selam verip yanlarına gittim, önce şaşırdılar sonra gülen yüzlerle selamladılar. Bana aldırmadan keyifle ağaçtaki saplı meyveden toplamaya devam ediyorlar. Doğal olarak tek kelime İngilizce bilmiyorlar. Bendeki birkaç kelimelik Arapça da sadece selamlaşmamızı sağlıyor. Ağaçtan ne topladıklarını sordum el hareketimle, kırmızı küçük taneli meyveden yemem için verdiler. Isırdım. Oldukça ekşi, aromalı bir meyveydi. Arapça, Türkiyeli olduğumu söyledim, aralarında konuşup samimi bir şekilde başlarını salladılar. İki eski dost oldukları yüz hareketleriyle anlaşmalarından, birbirlerine karşı şakalaşmalarından belliydi. İsmimi söyledim. Böylece Hassan ve İssam amcayla tanıştım. Hassan Amca’nın Müslüman, İssam Amca’nın Hıristiyan olduğunu öğrendiğimde ise şaşkınlığımı gizleyemedim. Onlar da benim şaşkınlığıma şaşırmış olmalı. İssam Amca’nın Aramice ve Arapça bildiğini öğrendim. Daha fazlasını öğrenmeme dil koşulları müsade etmedi. Bir akşamüzeri, bir vadi yamacında hayranlıkla tanıştığım Maalula, kahramanları ile beni bir bahçede aynı ağaçtan, aynı meyveyi, aynı çuvala keyifle toplayan Hassan Amca ile İssam Amca’nın ayrımsız dostluğuna ortak ederek tanıştırdı.
(Özgün Uçar’ın diğer seyahat yazılarını yolayazmak.blogspot.com’dan okuyabilirsiniz)