Son Güncelleme:
Hasan Dağı’nın gölgesinde Ihlara Vadisi
Kapadokya yöresi sadece kültür turları için değil, doğa sporları meraklıları için de zengin alternatifler sunabiliyor. Ajlan Sözütek bizim için geçen ay yaptığı Ihlara Vadisi yürüyüşü ve Hasan Dağı tırmanışı yazdı.
Kapadokya Bölgesi denilince akla öncelikle gelen yöreler Ürgüp, Göreme ve Avanos. Aksaray ili sınırları içindeki Güzelyurt, Ihlara ve Selime kasabaları ise bu üçlünün turistik bilinirliğine ulaşmak yolunda. Şahsen ben de daha önceki seyahatlerimde Ürgüp, Göreme tarafında konaklamış, Ihlara tarafına kısa süreli geziler yapmıştım. Bu yüzden olacak; vadinin üçyüz küsur basamakla inilen ‘’müze’’ kısmı ile birkaç önemli kaya kilisesi haricinde dağarcığımda fazla bilgi ve resim olmadığını fark ettim. Bu kez, otelimizin bulunduğu Güzelyurt (Gelveri) kasabasının atmosferinden, Ihlara Vadisi’ndeki yürüyüşümüze ve Hasan Dağı’na yaptığımız zorlu çıkışa kadar çok farklı bir keyif aldım.
Bu yıl yağmur geçmiş yıllara göre daha uzun sürdü ve daha fazla yağdı. Bizler de Mayıs ayının ortasında olmamıza rağmen İstanbul’dan başlayıp Güzelyurt’ta tamamlanan yolculuğumuzu şiddetli bir yağış altında gerçekleştirdik.
Aksaray’a 45 km. uzaklıktaki Güzelyurt’taki otelimize vardığımızda vakit gece yarısına yaklaşıyordu. Gecenin derin sessizliğinde, 19. yüzyıldan kalma tarihi bir manastırdan devşirilen otelin görüntüsü gerçekten büyüleyici ve bir o kadar da ürperticiydi. Yol yorgunluğunu üzerimizden atabilmek için “uyku öncesi çorbalarımızı” aceleyle içip istirahate çekildik.
MÜZE GİRİŞİNDE HAFTA SONU KALABALIĞI
Hasan Dağı tırmanışına pazar gününün ilk saatlerinde başlayacağımızdan, cumartesiyi Ihlara Vadisi’nde yapacağımız yürüyüşe ayırmıştık. Vadinin müze girişine geldiğimizde, yabancı turist grupları, Türkiye’nin her yerinden gelmiş okul ve cemiyetlerin turlarından kaynaklanan büyük bir kalabalıkla karşılaştık. Bu haliyle ortamın, sakin bir doğa yürüyüşü gerçekleştirmek için gelen grubumuzu hayal kırıklığına uğratacağı açıktı. Ancak ilerleyen dakikalarda, ziyaretçi kalabalığının 14 km. uzunluğundaki vadinin sadece müze civarında olan kesiminde sıkışmış olduğunu memnuniyetle gördük.
Vadinin ve yörenin tarihi üzerine birkaç bilgiyi hatırlamak faydalı olacak. Daha öncede söylendiği üzere, tüm Kapadokya yöresinde olduğu gibi, Ihlara Vadisi de Melendiz, Hasan ve Ekecik dağlarından dökülen lavların zaman içinde Melendiz Çayı tarafından aşındırılmasıyla oluşmuş. Buradaki tüften oluşan kaya yapısının kolay kazılabiliyor olması, hava ile temas ettikten sonra ise mukavemet kazanması ve vadinin dışarıdaki sert hava koşullarına karşı doğal bir koruma sağlaması gibi nedenlerle bölge çok eski çağlardan beri tercih edilen bir yerleşke olmuş. Hititler’den günümüze birçok medeniyete kucak açmış bu topraklar, Roma İmparatorluğu’nun baskısından kaçan ilk Hıristiyanlara da ev sahipliği yapmış. Günümüzdeki biçimiyle bu dinin şekillenmesinde önemli bir yeri olan ve MS. 325 yılında toplanan 1. İznik Konsülü’nü fikirleriyle etkileyen Güzelyurtlu Gregorious Teologos ve Kayserili Basilius gibi önemli rahipler bu yörede yaşamışlar.
CENNETİN TASVİRİ
Bu kısa parantezden sonra yürüyüşümüz ile ilgili notlara geri dönelim. Kiliselerin ve ziyaretçi kalabalığının bulunduğu kısımdan Belisırma istikametine doğru 500 metre kadar ilerlediğimizde, şaşırtıcı bir şekilde kendimizi yalnız başınıza ve büyük bir sükunet içinde yürürken bulduk. Önümüzde Selime kasabasına kadar yaklaşık 7.5 kilometrelik bir yürüyüş parkuru var. Genel görüntü ise şöyle; vadiyi dev bir Çin seddi misali çevreleyen 100-150 metrelik kayaların arasında kalan bir coğrafyada çağıldayarak akan Melendiz Çayı, yağan yağmurların coşturduğu yüksek otlar ve çayır çiçekleri, suyun kenarında serpilmiş ağaçlar... Aslında, cennetin tasvirini hatırlatan bu görüntüyü insanın kendi gözleriyle görmeden kavraması da pek mümkün değil.
Bu duygularla suyun kenarında uzanıp giden ince patikada ilerlerken, yöredeki bir aile tarafından işletilen ve doğayla bütünleşmiş görünen küçük bir çay bahçesine ulaşıyoruz. Burada kısa bir mola verdikten sonra, Belisırma doğrultusunda ve Melendiz Çayı’nın sol yakasından hiç ayrılmadan yürümeye devam ediyoruz. Doğanın çizdiği yatağında akan Melendiz Çayı’nın oluşturduğu çok sayıda menderes tarifi imkansız güzelliklerde mekanlar yaratmış. Bu şekilde yaklaşık 45 dakika daha yürüyüp Belisırma beldesinde lokantaların bulunduğu yeri geçtikten sonra yine çayın kenarında uzanan çok büyük bir düzlüğe ulaşıyoruz.
Özellikle söylemem gerek, burası “Ihlara Vadisi Gezisi Hatırası”’ niteliğinde grup fotoğrafı çekmek için çok uygun. Aynı zamanda yol boyunca karşılaşacağınız en geniş düzlük ve dolayısıyla vadinin en geniş yeri. Geniş düzlüğü geçtikten sonra, vadi daralmaya başlıyor ve yol bir süreliğine suyun kenarından ayrılıp vadinin yamaçlarına doğru sarıyor. Bu çıkış, içinde yürüdüğünüz yeşil vadiyi yukarıdan ve farklı bir açıdan görebilmek için çok iyi fırsat yaratıyor. Bütün yürüyüşümüz süresince vadi duvarına insan eliyle oyulmuş yüzlerce, binlerce kovuk da hiç ama hiç eksik olmuyor. Bu kovukların bazıları o kadar yüksekte ki nasıl olup da kazılabildiği kestirebilmek gerçekten güç.
Vadini yüksek yamaçlarında Melendiz çayını yukarıdan görmek suretiyle yolumuz yarım saat kadar daha devam ettikten sonra, çay rotasını değiştiriyor ve Selime kasabasına yaklaştıkça tarihi dönemlerde belki de şehirleşmenin ve çok katlı yaşamın ilk örneklerini oluşturan kaya apartmanlardan oluşmuş bir bölgeye geliyoruz.
Böylece Ihlara Vadisinin ve yolumuzun sonuna geldik. Yaklaşık 3,5 saat bir zaman ayırmak suretiyle hem tarihi ve kültürel, hem de emsalsiz doğa güzellikleri ile bezenmiş bu vadide yaptığımız gezimizin hafızalarımızda unutulmaz anılar bırakacağını şimdiden söyleyebilirim. Ayrıca, parkurun sonunda Selime kasabasının girişinde Melendiz çayının kıyısındaki lokantalarda yenilecek bir öğle yemeği ve Selime Açık Hava Müzesine yapılacak bir ziyaret, günün geri kalanını çok keyifli geçirmenizi sağlayacaktır.
ORTA ANADOLU’NUN İKİNCİ ZİRVESİ
Gece başlayacağımız Hasan Dağı tırmanışına hazırlanmak üzere otelimize dönüyoruz. Adını dağın zirvesinde yaşayan ve orada ibadetini yıllar boyunca tek başına sürdüğüne inanılan Hasan Dede isimli bir dervişten alan Hasan Dağı, Orta Anadolu’nun Erciyes’ten sonra ikinci yüksek zirvesi. Erciyes gibi volkanik bir dağ olan 3 bin 268 metre yükseklikteki Hasan Dağı’na tırmanışın öncesinde ekibimiz çok heyecanlı. Erken yenilen bir akşam yemeğinin ardından, saat 02.00’de otelden ayrılacağımız için tüm ekip odalarına çekiliyor. Biraz rahatsız bir uykunun ardından saat 01.00’de rehberimiz herkesi uyandırıyor. Allahtan bizim kaldığımız binada başka misafirler yok. Aksi takdirde telaş ve koşuşturmadan rahatsız olabilirlerdi.
Transfer aracımızla yol üzerindeki Helvadere Köyü’nden geçerek çıkışa başlayacağımız ve bir dağ otelinin bulunduğu 1950 metre rakıma kadar geliyoruz. Saat 03:30’da kafa lambalarımızın yaydığı ışıkta yürüyüşe başlıyoruz. İlk bir saat yavaş bir ısınma temposuyla bir gün önceki yağmurun ıslattığı dağ otları üzerinde yürüyoruz. Etrafta ayak seslerimizden başka hiçbir ses duyulmuyor. Yaklaşık 2 bin 100 metrede karla karşılaşıyoruz. Genelde Türkiye dağlarında kış koşulları mart sonunda biter, mamafih bu yıl süregelen yağışlar dağlara bol miktarda kar bırakmış. Bu nedenle, bu rakımdan sonra yumuşak ve taze kar üzerinde ilerlemeye başlıyoruz. Zirveye giden kulvara gelmeden önce dağdan dökülen kayalardan dolayı zahmetli ve yorucu bir platodan geçiyoruz. Ancak, bu defa kar gerçekten işimize yarıyor. Kayalarla dolu ve ay yüzeyini andıran parkurun önemli bir kısmı kar ile kaplı olduğundan platodan geçişimiz nispeten daha kolay oluyor.
ÜMİDİMİZİN KIRILDIĞI AN
Zirveye çıkacağımız Yılankar rotasının ucuna geldiğimizde artık gün iyice aydınlandı. Ancak, dağdan aşağı doğru inen yoğun bir sis tabakası görüş mesafesini çok azaltıyor. Yürüyüşe başladığımızdan 4 saat sonra, 2 bin 800 metrede eğim artıyor ve zirve kulvarına giriyoruz. Güvenli bir tırmanış için kramponları takıyoruz. Platoda bize yardımcı olan yumuşak kar, tırmanış rotasında zorluyor. Yılankar kulvarına girişimizin üzerinden 1.5-2 saat geçmesine rağmen yumuşak karın içinde boğuşmaktan iyice yıpranmış olan grubumuz hala rotanın zirvesine çıkabilmiş değil.
Rehberimiz Sönmez, ekibin zihninde yavaştan “acaba geri mi dönsek?” sorusunun canlandığının farkında. Bu nedenle, bizleri cesaretlendirebilmek için büyük bir gayret sarf ediyor. Bu arada 3 bin metrelere kadar geldik. Etrafımızda yoğun bir sis var. Nerdeyse 2 kişi arkadaki arkadaşı zor seçebiliyoruz. Çıkışın başlangıcında olmayan rüzgar daha kuvvetli esmeye başladı ve ısıyı süratle düşürmekte. Nefeslenmek için durduğumuz zamanlarda, ıslak giysilerimizin de etkisiyle ciddi anlamda üşümeye başlıyoruz. Bezginlikten kurtulup süratle tırmanmak ve parkuru bir an önce bitirmek gerektiğini anlıyoruz.
Ha gayret! 7 saat sonunda Yılankar kulvarının 3 bin 100 metredeki zirvesine ulaşıyoruz. Esas zirve rakım olarak 150 metre, yürüyerek bir saat ötemizde olmasına rağmen ekibin genel durumunu göz önünde bulundurarak geri dönme kararı alıyoruz.
Ne yapalım, bazen dağ insanı yeniyor. Kabullenip geri dönmeyi de bilmek lazım. Hedefimize yaklaşmış ancak tamamlayamamış olmanın verdiği hafif bir buruklukla ve de hızlı bir tempo ile dağdan aşağı iniyoruz.
Sonuç olarak, dağın zirvesine çıkamasak da çok keyifli bir Ihlara Vadisi yürüyüşü ardından koyu bir sisin gizemli atmosferinde neredeyse kış tırmanışı benzeri zorlu bir çıkış deneyimi yaşadık ve Güzelyurt Kasabasını daha da yakından tanıdık. Herhalde Ihlara Vadisi ve Hasan Dağı bizleri tekrar çağıracak !
Bu yıl yağmur geçmiş yıllara göre daha uzun sürdü ve daha fazla yağdı. Bizler de Mayıs ayının ortasında olmamıza rağmen İstanbul’dan başlayıp Güzelyurt’ta tamamlanan yolculuğumuzu şiddetli bir yağış altında gerçekleştirdik.
Aksaray’a 45 km. uzaklıktaki Güzelyurt’taki otelimize vardığımızda vakit gece yarısına yaklaşıyordu. Gecenin derin sessizliğinde, 19. yüzyıldan kalma tarihi bir manastırdan devşirilen otelin görüntüsü gerçekten büyüleyici ve bir o kadar da ürperticiydi. Yol yorgunluğunu üzerimizden atabilmek için “uyku öncesi çorbalarımızı” aceleyle içip istirahate çekildik.
MÜZE GİRİŞİNDE HAFTA SONU KALABALIĞI
Hasan Dağı tırmanışına pazar gününün ilk saatlerinde başlayacağımızdan, cumartesiyi Ihlara Vadisi’nde yapacağımız yürüyüşe ayırmıştık. Vadinin müze girişine geldiğimizde, yabancı turist grupları, Türkiye’nin her yerinden gelmiş okul ve cemiyetlerin turlarından kaynaklanan büyük bir kalabalıkla karşılaştık. Bu haliyle ortamın, sakin bir doğa yürüyüşü gerçekleştirmek için gelen grubumuzu hayal kırıklığına uğratacağı açıktı. Ancak ilerleyen dakikalarda, ziyaretçi kalabalığının 14 km. uzunluğundaki vadinin sadece müze civarında olan kesiminde sıkışmış olduğunu memnuniyetle gördük.
Vadinin ve yörenin tarihi üzerine birkaç bilgiyi hatırlamak faydalı olacak. Daha öncede söylendiği üzere, tüm Kapadokya yöresinde olduğu gibi, Ihlara Vadisi de Melendiz, Hasan ve Ekecik dağlarından dökülen lavların zaman içinde Melendiz Çayı tarafından aşındırılmasıyla oluşmuş. Buradaki tüften oluşan kaya yapısının kolay kazılabiliyor olması, hava ile temas ettikten sonra ise mukavemet kazanması ve vadinin dışarıdaki sert hava koşullarına karşı doğal bir koruma sağlaması gibi nedenlerle bölge çok eski çağlardan beri tercih edilen bir yerleşke olmuş. Hititler’den günümüze birçok medeniyete kucak açmış bu topraklar, Roma İmparatorluğu’nun baskısından kaçan ilk Hıristiyanlara da ev sahipliği yapmış. Günümüzdeki biçimiyle bu dinin şekillenmesinde önemli bir yeri olan ve MS. 325 yılında toplanan 1. İznik Konsülü’nü fikirleriyle etkileyen Güzelyurtlu Gregorious Teologos ve Kayserili Basilius gibi önemli rahipler bu yörede yaşamışlar.
CENNETİN TASVİRİ
Bu kısa parantezden sonra yürüyüşümüz ile ilgili notlara geri dönelim. Kiliselerin ve ziyaretçi kalabalığının bulunduğu kısımdan Belisırma istikametine doğru 500 metre kadar ilerlediğimizde, şaşırtıcı bir şekilde kendimizi yalnız başınıza ve büyük bir sükunet içinde yürürken bulduk. Önümüzde Selime kasabasına kadar yaklaşık 7.5 kilometrelik bir yürüyüş parkuru var. Genel görüntü ise şöyle; vadiyi dev bir Çin seddi misali çevreleyen 100-150 metrelik kayaların arasında kalan bir coğrafyada çağıldayarak akan Melendiz Çayı, yağan yağmurların coşturduğu yüksek otlar ve çayır çiçekleri, suyun kenarında serpilmiş ağaçlar... Aslında, cennetin tasvirini hatırlatan bu görüntüyü insanın kendi gözleriyle görmeden kavraması da pek mümkün değil.
Bu duygularla suyun kenarında uzanıp giden ince patikada ilerlerken, yöredeki bir aile tarafından işletilen ve doğayla bütünleşmiş görünen küçük bir çay bahçesine ulaşıyoruz. Burada kısa bir mola verdikten sonra, Belisırma doğrultusunda ve Melendiz Çayı’nın sol yakasından hiç ayrılmadan yürümeye devam ediyoruz. Doğanın çizdiği yatağında akan Melendiz Çayı’nın oluşturduğu çok sayıda menderes tarifi imkansız güzelliklerde mekanlar yaratmış. Bu şekilde yaklaşık 45 dakika daha yürüyüp Belisırma beldesinde lokantaların bulunduğu yeri geçtikten sonra yine çayın kenarında uzanan çok büyük bir düzlüğe ulaşıyoruz.
Özellikle söylemem gerek, burası “Ihlara Vadisi Gezisi Hatırası”’ niteliğinde grup fotoğrafı çekmek için çok uygun. Aynı zamanda yol boyunca karşılaşacağınız en geniş düzlük ve dolayısıyla vadinin en geniş yeri. Geniş düzlüğü geçtikten sonra, vadi daralmaya başlıyor ve yol bir süreliğine suyun kenarından ayrılıp vadinin yamaçlarına doğru sarıyor. Bu çıkış, içinde yürüdüğünüz yeşil vadiyi yukarıdan ve farklı bir açıdan görebilmek için çok iyi fırsat yaratıyor. Bütün yürüyüşümüz süresince vadi duvarına insan eliyle oyulmuş yüzlerce, binlerce kovuk da hiç ama hiç eksik olmuyor. Bu kovukların bazıları o kadar yüksekte ki nasıl olup da kazılabildiği kestirebilmek gerçekten güç.
Vadini yüksek yamaçlarında Melendiz çayını yukarıdan görmek suretiyle yolumuz yarım saat kadar daha devam ettikten sonra, çay rotasını değiştiriyor ve Selime kasabasına yaklaştıkça tarihi dönemlerde belki de şehirleşmenin ve çok katlı yaşamın ilk örneklerini oluşturan kaya apartmanlardan oluşmuş bir bölgeye geliyoruz.
Böylece Ihlara Vadisinin ve yolumuzun sonuna geldik. Yaklaşık 3,5 saat bir zaman ayırmak suretiyle hem tarihi ve kültürel, hem de emsalsiz doğa güzellikleri ile bezenmiş bu vadide yaptığımız gezimizin hafızalarımızda unutulmaz anılar bırakacağını şimdiden söyleyebilirim. Ayrıca, parkurun sonunda Selime kasabasının girişinde Melendiz çayının kıyısındaki lokantalarda yenilecek bir öğle yemeği ve Selime Açık Hava Müzesine yapılacak bir ziyaret, günün geri kalanını çok keyifli geçirmenizi sağlayacaktır.
ORTA ANADOLU’NUN İKİNCİ ZİRVESİ
Gece başlayacağımız Hasan Dağı tırmanışına hazırlanmak üzere otelimize dönüyoruz. Adını dağın zirvesinde yaşayan ve orada ibadetini yıllar boyunca tek başına sürdüğüne inanılan Hasan Dede isimli bir dervişten alan Hasan Dağı, Orta Anadolu’nun Erciyes’ten sonra ikinci yüksek zirvesi. Erciyes gibi volkanik bir dağ olan 3 bin 268 metre yükseklikteki Hasan Dağı’na tırmanışın öncesinde ekibimiz çok heyecanlı. Erken yenilen bir akşam yemeğinin ardından, saat 02.00’de otelden ayrılacağımız için tüm ekip odalarına çekiliyor. Biraz rahatsız bir uykunun ardından saat 01.00’de rehberimiz herkesi uyandırıyor. Allahtan bizim kaldığımız binada başka misafirler yok. Aksi takdirde telaş ve koşuşturmadan rahatsız olabilirlerdi.
Transfer aracımızla yol üzerindeki Helvadere Köyü’nden geçerek çıkışa başlayacağımız ve bir dağ otelinin bulunduğu 1950 metre rakıma kadar geliyoruz. Saat 03:30’da kafa lambalarımızın yaydığı ışıkta yürüyüşe başlıyoruz. İlk bir saat yavaş bir ısınma temposuyla bir gün önceki yağmurun ıslattığı dağ otları üzerinde yürüyoruz. Etrafta ayak seslerimizden başka hiçbir ses duyulmuyor. Yaklaşık 2 bin 100 metrede karla karşılaşıyoruz. Genelde Türkiye dağlarında kış koşulları mart sonunda biter, mamafih bu yıl süregelen yağışlar dağlara bol miktarda kar bırakmış. Bu nedenle, bu rakımdan sonra yumuşak ve taze kar üzerinde ilerlemeye başlıyoruz. Zirveye giden kulvara gelmeden önce dağdan dökülen kayalardan dolayı zahmetli ve yorucu bir platodan geçiyoruz. Ancak, bu defa kar gerçekten işimize yarıyor. Kayalarla dolu ve ay yüzeyini andıran parkurun önemli bir kısmı kar ile kaplı olduğundan platodan geçişimiz nispeten daha kolay oluyor.
ÜMİDİMİZİN KIRILDIĞI AN
Zirveye çıkacağımız Yılankar rotasının ucuna geldiğimizde artık gün iyice aydınlandı. Ancak, dağdan aşağı doğru inen yoğun bir sis tabakası görüş mesafesini çok azaltıyor. Yürüyüşe başladığımızdan 4 saat sonra, 2 bin 800 metrede eğim artıyor ve zirve kulvarına giriyoruz. Güvenli bir tırmanış için kramponları takıyoruz. Platoda bize yardımcı olan yumuşak kar, tırmanış rotasında zorluyor. Yılankar kulvarına girişimizin üzerinden 1.5-2 saat geçmesine rağmen yumuşak karın içinde boğuşmaktan iyice yıpranmış olan grubumuz hala rotanın zirvesine çıkabilmiş değil.
Rehberimiz Sönmez, ekibin zihninde yavaştan “acaba geri mi dönsek?” sorusunun canlandığının farkında. Bu nedenle, bizleri cesaretlendirebilmek için büyük bir gayret sarf ediyor. Bu arada 3 bin metrelere kadar geldik. Etrafımızda yoğun bir sis var. Nerdeyse 2 kişi arkadaki arkadaşı zor seçebiliyoruz. Çıkışın başlangıcında olmayan rüzgar daha kuvvetli esmeye başladı ve ısıyı süratle düşürmekte. Nefeslenmek için durduğumuz zamanlarda, ıslak giysilerimizin de etkisiyle ciddi anlamda üşümeye başlıyoruz. Bezginlikten kurtulup süratle tırmanmak ve parkuru bir an önce bitirmek gerektiğini anlıyoruz.
Ha gayret! 7 saat sonunda Yılankar kulvarının 3 bin 100 metredeki zirvesine ulaşıyoruz. Esas zirve rakım olarak 150 metre, yürüyerek bir saat ötemizde olmasına rağmen ekibin genel durumunu göz önünde bulundurarak geri dönme kararı alıyoruz.
Ne yapalım, bazen dağ insanı yeniyor. Kabullenip geri dönmeyi de bilmek lazım. Hedefimize yaklaşmış ancak tamamlayamamış olmanın verdiği hafif bir buruklukla ve de hızlı bir tempo ile dağdan aşağı iniyoruz.
Sonuç olarak, dağın zirvesine çıkamasak da çok keyifli bir Ihlara Vadisi yürüyüşü ardından koyu bir sisin gizemli atmosferinde neredeyse kış tırmanışı benzeri zorlu bir çıkış deneyimi yaşadık ve Güzelyurt Kasabasını daha da yakından tanıdık. Herhalde Ihlara Vadisi ve Hasan Dağı bizleri tekrar çağıracak !