Son Güncelleme:
Hama’nın su değirmenleri Bizans’tan bu yana dönüyor
Hama, 325 bin nüfusuyla Suriye’nin beşinci büyük şehri. Halep’le Şam arasında. Asi Nehri’nin kıyısına kurulmuş. 400 yıl boyunca Osmanlı’nın yönetiminde kalan şehir, çapı 20 metreyi bulan dev su değirmenleriyle tanınıyor. Prontotur ve Hürriyet Seyahat’in seyahat bursuyla Suriye gezisine çıkan Kocaeli Üniversitesi Gazetecilik Bölümü öğrencisi Özgün Uçar, geçen hafta şehirden geçti. İzlenimlerini yazdı.
Gökyüzü yine aniden karardı. Halep’in dar, tanıdık sokaklarında kahve ve sabun kokularıyla yoğrulduktan, kuyumcular çarşısında “Seferberlikte” Halep’e yerleşmek zorunda kaldığını anlatan Ermeni amcalarla Türkçe’nin acı, hasret ve umut kelimeleri paylaştıktan sonra iç hatlar otogarı Ramusya garajındayım. Halep’ten Hama’ya yapacağım 146 kilometrelik yolculuğun bedeli 100 Suri (3,3 TL). Otobüs henüz hareket etmedi, camdan gri renkli coğrafyayı izlerken muavinle göz göze geliyoruz, el hareketiyle perdemi kapatmamı istiyor. Suriye otobüslerinde perdeler bir ritüel olarak aynı anda açılıp aynı anda kapanır. Yan koridorda oturan adam neredeyse gözünü kırpmadan heyecanla beni izliyor.
ŞEHİR GECE AYAKTA
Parmak arası terliklerim, şortum ten rengimizin getirdiği kaynaşmayı gölgeliyor. Ama sonra ortak bir “merhaba”yla aramızda sadece koridorun sınırları kalıyor. Öyle ki bir gün İstanbul’a gelirse Polat Alemdar ile bir fotoğraf çekilebilmek için benden söz bile istiyor. Polat Alemdar, Suriye’lilerin söylemiyle “Murat Alemdar” burada yadsınamaz bir sevginin, ilginin kaynağı ve Türkiye ile de özdeşleşmiş bir isim, bir sembol.
Halep’ten Hama’ya doğru yol yeşillendikçe yeşilleniyor. Yollar zifiri karanlık, yol tabelaları elbette ki Arapça. Birkaç kez muavine Hama’da ineceğimi belirtiyorum. Kısıtlı Arapçamla “şükran” sunuyorum. Otobüs bir köprü üstünde beni indirip Şam’a doğru yoluna devam ediyor. Muavin çantamı verdikten sonra neredeyse beş kez taksinin nerede olduğunu el yordamıyla tarif ediyor. Yolculuğumun daha ilk günleri. Ancak Suriye halkına duyduğum güven (yani kalbim), endişelerimi (yani aklım) geri plana itiyor. Issız sayılabilecek bir köprü altından tereddütsüz bindiğim taksideyim ve acabalarımdan uzakta, yol tabelalarından habersiz bütün kalbimle Hama’yı izliyorum. Akşamın ıssızlığı Hama’nın geniş ve düzenli caddelerine uğramamış. Hama gece de uyanık kalabilen, geceyi de içselleştirmiş şehirlerden. Manavlar, pastaneler, telefoncular ve saat kulesi ışıl ışıl.
8 TL’YE KEBAP ZİYAFETİ
Saat kulesinin batısındaki turizm bürosunda taksiden inip, sırt çantalı gezginlerin uğrak yeri Cairo Hostel’e 5 dakikada yürüyorum. Dışarıdan terk edilmiş bir bina görünümünde. İçeride sırt çantalı Japonlar görmek yüzümü güldürüyor. Odamın geceliği 500 Suri (17 TL). Çarşafı, havluları sırt çantalılar için gereğinden fazla temiz. Çantamı bırakıp kendimi şehre atıyorum.
Telefon kulübesi bulmam, açlığımı dindirmem gerekiyor. Sonra Hama’nın kalp atışını dinleyeceğim. Birkaç kişiye sorduktan sonra telefon kulübesi buluyorum. Karnımı doyurmak için şehrin büyük caddelerini turluyorum. Kurabiye ve yanık kokusu çevreye yayılan felafelden başka tercihim yok gibi görünüyor. Kokusu Halep sokaklarını hatırlatan bir kahveciye girip iyi bir kebapçı soruyorum. Şehrin dışındaki, nam salmış Ferdawi’yi öneriyor. Bir taksi durdurup, beni Ferdawi’ye götürmesini istiyor. İçeri girdiğimde restoranın tek müşterisi olduğumu anlıyorum. Halep kebabı, salata ve ayran istiyorum garsondan ama o başka yemeklerden de tatmam konusunda ısrarlı. Humusta el sıkışıyoruz. Suriye’de lokantalarda selpak ücrete dahil, kebabın yanında taze nane ve turp geliyor, ayranları ise ekşi ama bu ekşilik yoğurtlarının tabiatından gelen isteyerek yapılmış bir ekşilik. Kebap gayet güzel, Humus’tan ise birkaç kaşıkla yetinerek 250 Suri (8 TL) hesap ödüyorum. Garson çıkışta benimle fotoğraf çektirmek istediğini söylüyor, pek anlam veremesem çektiriyorum.
ŞAŞIRTAN SU DEĞİRMENLERİ
Gece yarısı Asi Nehri’nin kıyısındayım. Yüzlerce yıldır Hama’ya ruh, gizem katan, hırçın suların kıyısındaki Al Jisriye ve Al Maamoriye Naure Çarkları tam karşımda. Ahşaptan birbirlerine karşılıklı inşa edilmiş, bilinen en eski, en sağlam kalabilmiş su değirmenleri bunlar. Taş blokların arasında, sabırla, ustalıkla ve yıllara inat, zamanın Hama’dan silemediği devasa bir iz, devasa bir haykırış. Derinden ve sesinizi bastıran gıcırtısıyla Hama’nın dünya şehirlerine gönderdiği soluksuz bir nasihat. Su değirmenleri mesire alanıyla bütünleşmiş yol boyunca ağaçların arasından günyüzüne çıkıyor. Hamalılar gururla geçiyor değirmenlerin önünden.
Bu görselliğe kayıtsız kalamayan, hafızasında daha çok yer etmesini isteyen gezginlerse değirmenlerin yakınına kadar gidiyor, şaşkınlıkla izliyor dönmelerini. Fransız’ın, Japon’un aklında aynı soru: Nasıl? Ama en bilgili rehber bile ikna edici cevap veremiyor. İşte o zaman içe dönülüyor, kendi içinde arıyor insan “nasıl”ın cevaplarını. Gece yeryüzüne düşmüş birer yıldız gibi parlıyor değirmenler ve saflığıyla sizi de çarklarına katarak döndürmeye başlıyor. Dünyanın içinde bir şehir, o şehrin halkı bir değirmeninin çarklarına binmiş geçiyor zamanın içinden. Biraz ıslak ama metanetle...
ESAD PAŞA’NIN HAVUZLU SARAYI
Hama halkı sabah güne sokak başındaki tezgahlarda sıkılan taze meyve sularıyla başlıyor. Kendilerine bir bahane yaratıp su değirmenlerini karşıdan gören kafelerde, çay bahçelerinde yudumluyorlar çaylarını. Su değirmenleri ekim sıcağındaki her turunda, serin sularından serpiyor Hama’ya. Sabah Asi Nehri’nin hırçınlığıyla tanışmak için iyi bir fırsat oluyor.
Suriye’de internet zaman zaman kesintiye uğrayabiliyor, Facebook ise yasak. Oysa ki ne kadar samimi bu insanlar. Bir merhabayla, bir selamla yüz hatları nasıl da dostaneleşiyor. Yüzlerini internette yayınlamaları yasak. Onlar yasağa inat, bakışlarıyla yabancıların hafızasında öyle bir yer ediyorlar ki yüzlerini unutmak imkansızlaşıyor.
Al Jisriye ve Al Maamoriye su değirmenlerinden yol boyunca Azm Sarayı Müzesi’ne doğru ilerliyorum. Yol boyunca Hamalılar çok girişken göründü gözüme. Sanırım bunda İngilizce bilmelerinin avantajı büyük. Birkaç kez yolumu kesip İngilizce kendilerini tanıttılar; nereleri beğendiğimi, Suriye hakkındaki görüşlerimi sordular.
Osmanlı’nın son Halep Valisi Esad Paşa’nın yaptırdığı 268 yıllık Azm Sarayı, havuzlu geniş avlusu, girişteki ince ince işlenmiş hol yapısıyla karşılıyor konuklarını. İç duvar işlemelerinden, sütunlarına, avizelerden odalardaki aksesuarlara kadar kendine has bir duruşun, kendine has bir ifadenin eseri. Hama’nın kabukları arasında sakladığı bir inci tanesi adeta.
Hama Meydanı’nı ortadan dört büyük dilime bölen saat kulesinin önündeyim. Karşıda gözünü göğe dikmiş Suriye Devlet Başkanı Beşir Esad’ın büyük bir posteri. Yollar taksilerle sapsarı. Topuklu ayakkabılı, sade makyajlı genç kızların, spor giyimli genç erkeklerin bulunduğu küçük topluluklar Kültür Merkezi’ne doğru koşturuyor. Objektifimi doğrultup birkaç fotoğraf çekiyorum. Geleneksel entarisi içinde sadece gözlerini görebildiğim bir kadın eliyle yanındaki oğlunu işaret ederek fotoğrafını çekmemi istiyor. Gururla bakıyor oğluna. Çocuk gülümsüyor, deklanşöre basıyorum. Sonra mutlu gözlerle en içten teşekkür ve gidiyor. Öylece kalıyorum. Mail adresi yok, “postayla gönderir misin” yok. Zamanın içinden akan bu şehirde her şey anlık. Mutluluk ise akan zamanı bir anlığına da olsa durdurmak, yaşadım diyebilmek...
BU TATLI PAZI YAPIYOR
Hama’ya has peynir tatlısı Halevey Jibne, bölgedeki pastane tezgahlarının vazgeçilmezi. Genellikle fıstıklı, bademli baklava türü tatlılarıyla öne çıkan Suriye mutfağında Halevey Jibne farklı bir yere sahip. Yumuşak ve şekerli hamur içine rendelenmiş beyaz peynir parçalarından oluşan tatlı soğuk yeniyor. Seyyar tezgahlarda tatlı tepsinin kenarına buz poşetleri konularak soğuk kalması sağlanıyor. Pastanesine uğradığım Reshad tatlının yanında pazılarını da gösterdi. Bu tatlı, pazı yapıyor mu demek istedi, anlamadım. Ama hem tatlı hem tuzlu peynir bir arada benim damak tadıma pek uygun düşmedi.
DOKUZ GENÇ GEZGİN YOLLARDA
İletişimci Özlem Yücel’in, 2009 Eylül’ünde, her yıl bir gence Interrail bileti vereceğini duyurmasıyla başlayan Seyahat Bursu girişimi beklenenin üstünde ilgi çekti. Kişi ve kurumların verdiği desteklerle burs sayısı dokuza ulaştı. 300 aday arasından seçilen burslu gezginler temmuzdan itibaren yola çıkmaya başladı. İtalya’dan Hindistan’a farklı rotalarda seyahat eden gençler izlenimlerini bloglarında yazıyor. Özlem Yücel’in bloğundan Seyahat Bursu ve gezginler hakkında bilgi edinebilirsiniz. (ozlem-pansiyon.blogspot.com)
ŞEHİR GECE AYAKTA
Parmak arası terliklerim, şortum ten rengimizin getirdiği kaynaşmayı gölgeliyor. Ama sonra ortak bir “merhaba”yla aramızda sadece koridorun sınırları kalıyor. Öyle ki bir gün İstanbul’a gelirse Polat Alemdar ile bir fotoğraf çekilebilmek için benden söz bile istiyor. Polat Alemdar, Suriye’lilerin söylemiyle “Murat Alemdar” burada yadsınamaz bir sevginin, ilginin kaynağı ve Türkiye ile de özdeşleşmiş bir isim, bir sembol.
Halep’ten Hama’ya doğru yol yeşillendikçe yeşilleniyor. Yollar zifiri karanlık, yol tabelaları elbette ki Arapça. Birkaç kez muavine Hama’da ineceğimi belirtiyorum. Kısıtlı Arapçamla “şükran” sunuyorum. Otobüs bir köprü üstünde beni indirip Şam’a doğru yoluna devam ediyor. Muavin çantamı verdikten sonra neredeyse beş kez taksinin nerede olduğunu el yordamıyla tarif ediyor. Yolculuğumun daha ilk günleri. Ancak Suriye halkına duyduğum güven (yani kalbim), endişelerimi (yani aklım) geri plana itiyor. Issız sayılabilecek bir köprü altından tereddütsüz bindiğim taksideyim ve acabalarımdan uzakta, yol tabelalarından habersiz bütün kalbimle Hama’yı izliyorum. Akşamın ıssızlığı Hama’nın geniş ve düzenli caddelerine uğramamış. Hama gece de uyanık kalabilen, geceyi de içselleştirmiş şehirlerden. Manavlar, pastaneler, telefoncular ve saat kulesi ışıl ışıl.
8 TL’YE KEBAP ZİYAFETİ
Saat kulesinin batısındaki turizm bürosunda taksiden inip, sırt çantalı gezginlerin uğrak yeri Cairo Hostel’e 5 dakikada yürüyorum. Dışarıdan terk edilmiş bir bina görünümünde. İçeride sırt çantalı Japonlar görmek yüzümü güldürüyor. Odamın geceliği 500 Suri (17 TL). Çarşafı, havluları sırt çantalılar için gereğinden fazla temiz. Çantamı bırakıp kendimi şehre atıyorum.
Telefon kulübesi bulmam, açlığımı dindirmem gerekiyor. Sonra Hama’nın kalp atışını dinleyeceğim. Birkaç kişiye sorduktan sonra telefon kulübesi buluyorum. Karnımı doyurmak için şehrin büyük caddelerini turluyorum. Kurabiye ve yanık kokusu çevreye yayılan felafelden başka tercihim yok gibi görünüyor. Kokusu Halep sokaklarını hatırlatan bir kahveciye girip iyi bir kebapçı soruyorum. Şehrin dışındaki, nam salmış Ferdawi’yi öneriyor. Bir taksi durdurup, beni Ferdawi’ye götürmesini istiyor. İçeri girdiğimde restoranın tek müşterisi olduğumu anlıyorum. Halep kebabı, salata ve ayran istiyorum garsondan ama o başka yemeklerden de tatmam konusunda ısrarlı. Humusta el sıkışıyoruz. Suriye’de lokantalarda selpak ücrete dahil, kebabın yanında taze nane ve turp geliyor, ayranları ise ekşi ama bu ekşilik yoğurtlarının tabiatından gelen isteyerek yapılmış bir ekşilik. Kebap gayet güzel, Humus’tan ise birkaç kaşıkla yetinerek 250 Suri (8 TL) hesap ödüyorum. Garson çıkışta benimle fotoğraf çektirmek istediğini söylüyor, pek anlam veremesem çektiriyorum.
ŞAŞIRTAN SU DEĞİRMENLERİ
Gece yarısı Asi Nehri’nin kıyısındayım. Yüzlerce yıldır Hama’ya ruh, gizem katan, hırçın suların kıyısındaki Al Jisriye ve Al Maamoriye Naure Çarkları tam karşımda. Ahşaptan birbirlerine karşılıklı inşa edilmiş, bilinen en eski, en sağlam kalabilmiş su değirmenleri bunlar. Taş blokların arasında, sabırla, ustalıkla ve yıllara inat, zamanın Hama’dan silemediği devasa bir iz, devasa bir haykırış. Derinden ve sesinizi bastıran gıcırtısıyla Hama’nın dünya şehirlerine gönderdiği soluksuz bir nasihat. Su değirmenleri mesire alanıyla bütünleşmiş yol boyunca ağaçların arasından günyüzüne çıkıyor. Hamalılar gururla geçiyor değirmenlerin önünden.
Bu görselliğe kayıtsız kalamayan, hafızasında daha çok yer etmesini isteyen gezginlerse değirmenlerin yakınına kadar gidiyor, şaşkınlıkla izliyor dönmelerini. Fransız’ın, Japon’un aklında aynı soru: Nasıl? Ama en bilgili rehber bile ikna edici cevap veremiyor. İşte o zaman içe dönülüyor, kendi içinde arıyor insan “nasıl”ın cevaplarını. Gece yeryüzüne düşmüş birer yıldız gibi parlıyor değirmenler ve saflığıyla sizi de çarklarına katarak döndürmeye başlıyor. Dünyanın içinde bir şehir, o şehrin halkı bir değirmeninin çarklarına binmiş geçiyor zamanın içinden. Biraz ıslak ama metanetle...
ESAD PAŞA’NIN HAVUZLU SARAYI
Hama halkı sabah güne sokak başındaki tezgahlarda sıkılan taze meyve sularıyla başlıyor. Kendilerine bir bahane yaratıp su değirmenlerini karşıdan gören kafelerde, çay bahçelerinde yudumluyorlar çaylarını. Su değirmenleri ekim sıcağındaki her turunda, serin sularından serpiyor Hama’ya. Sabah Asi Nehri’nin hırçınlığıyla tanışmak için iyi bir fırsat oluyor.
Suriye’de internet zaman zaman kesintiye uğrayabiliyor, Facebook ise yasak. Oysa ki ne kadar samimi bu insanlar. Bir merhabayla, bir selamla yüz hatları nasıl da dostaneleşiyor. Yüzlerini internette yayınlamaları yasak. Onlar yasağa inat, bakışlarıyla yabancıların hafızasında öyle bir yer ediyorlar ki yüzlerini unutmak imkansızlaşıyor.
Al Jisriye ve Al Maamoriye su değirmenlerinden yol boyunca Azm Sarayı Müzesi’ne doğru ilerliyorum. Yol boyunca Hamalılar çok girişken göründü gözüme. Sanırım bunda İngilizce bilmelerinin avantajı büyük. Birkaç kez yolumu kesip İngilizce kendilerini tanıttılar; nereleri beğendiğimi, Suriye hakkındaki görüşlerimi sordular.
Osmanlı’nın son Halep Valisi Esad Paşa’nın yaptırdığı 268 yıllık Azm Sarayı, havuzlu geniş avlusu, girişteki ince ince işlenmiş hol yapısıyla karşılıyor konuklarını. İç duvar işlemelerinden, sütunlarına, avizelerden odalardaki aksesuarlara kadar kendine has bir duruşun, kendine has bir ifadenin eseri. Hama’nın kabukları arasında sakladığı bir inci tanesi adeta.
Hama Meydanı’nı ortadan dört büyük dilime bölen saat kulesinin önündeyim. Karşıda gözünü göğe dikmiş Suriye Devlet Başkanı Beşir Esad’ın büyük bir posteri. Yollar taksilerle sapsarı. Topuklu ayakkabılı, sade makyajlı genç kızların, spor giyimli genç erkeklerin bulunduğu küçük topluluklar Kültür Merkezi’ne doğru koşturuyor. Objektifimi doğrultup birkaç fotoğraf çekiyorum. Geleneksel entarisi içinde sadece gözlerini görebildiğim bir kadın eliyle yanındaki oğlunu işaret ederek fotoğrafını çekmemi istiyor. Gururla bakıyor oğluna. Çocuk gülümsüyor, deklanşöre basıyorum. Sonra mutlu gözlerle en içten teşekkür ve gidiyor. Öylece kalıyorum. Mail adresi yok, “postayla gönderir misin” yok. Zamanın içinden akan bu şehirde her şey anlık. Mutluluk ise akan zamanı bir anlığına da olsa durdurmak, yaşadım diyebilmek...
BU TATLI PAZI YAPIYOR
Hama’ya has peynir tatlısı Halevey Jibne, bölgedeki pastane tezgahlarının vazgeçilmezi. Genellikle fıstıklı, bademli baklava türü tatlılarıyla öne çıkan Suriye mutfağında Halevey Jibne farklı bir yere sahip. Yumuşak ve şekerli hamur içine rendelenmiş beyaz peynir parçalarından oluşan tatlı soğuk yeniyor. Seyyar tezgahlarda tatlı tepsinin kenarına buz poşetleri konularak soğuk kalması sağlanıyor. Pastanesine uğradığım Reshad tatlının yanında pazılarını da gösterdi. Bu tatlı, pazı yapıyor mu demek istedi, anlamadım. Ama hem tatlı hem tuzlu peynir bir arada benim damak tadıma pek uygun düşmedi.
DOKUZ GENÇ GEZGİN YOLLARDA
İletişimci Özlem Yücel’in, 2009 Eylül’ünde, her yıl bir gence Interrail bileti vereceğini duyurmasıyla başlayan Seyahat Bursu girişimi beklenenin üstünde ilgi çekti. Kişi ve kurumların verdiği desteklerle burs sayısı dokuza ulaştı. 300 aday arasından seçilen burslu gezginler temmuzdan itibaren yola çıkmaya başladı. İtalya’dan Hindistan’a farklı rotalarda seyahat eden gençler izlenimlerini bloglarında yazıyor. Özlem Yücel’in bloğundan Seyahat Bursu ve gezginler hakkında bilgi edinebilirsiniz. (ozlem-pansiyon.blogspot.com)