GeriSeyahat Gitmek mi zor dönmek mi
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Gitmek mi zor dönmek mi

Gitmek mi zor dönmek mi

Böylesine tuhaf bir köye zor rastlarsınız. Artvin’in Gürcistan sınırındaki Camili’de birçok sokak, 1. derece yasak bölge. Örneğin, pansiyonların da bulunduğu 15 haneli Malakmiyet Mahallesi’nin girişinde şu uyarı yer alıyor: “Askeri yasak bölge. Girenlere, 2.5 yıl hapis cezası verilir!” Yabancı uyruklular kesinlikle köy merkezine sokulmuyor.

Maçahel kalkınma projesine fon tahsis eden Dünya Bankası’nın yetkilileri bile, Dışişleri Bakanlığı’nın ricasına rağmen, Camili’ye girememiş. Borçka’dan 1850 metreye tırmanan, 51 kilometrelik taşlı dağ yolunu aşıp, kapıdaki askerlerin de onayını alıp Maçahel bölgesine girmeyi başarırsanız, gerçek bir doğa cennetine ulaşıyorsunuz. Öylesine bir cennet ki bu, anıt ağaçlarla kaplı ormanlarına, şelalerine, bulutlarına, yaylalarına hayran kalıyorsunuz.

Maçahel’in merkezi kabul edilen Camili Köyü, Efeler ve Maral derelerinin birleşip, Gürcistan’a geçtiği noktaya kurulmuş. İki ayrı vadideki dört mahallesi, birbirine kuş uçuşu 300 metre uzaklıkta. İki mahalle Gürcistan sınırına bitişik. Bu nedenle jandarma gözetimi altında. İki yıl önce, 15 haneli Malakmiyet’e yabancıların girişi tamamen yasaklanmış. “Yetkilerin izniyle, Dünya Bankası kredisiyle 40 yataklı pansiyon yaptım. 70 yıldır açık olan mahalle, sınıra 100 metre olduğu için ansızın girilmez ilan edildi” diyor Avni Gülbin. Neyse ki, TEMA Konukevi’nin bulunduğu köy merkezinde sıkıyönetim biraz gevşetilmiş. Yazın her gün en az üç tur firmasının uğradığı köyde, artık yabancıya potansiyel şüpheli muamelesi yapılmıyor. Buna karşın, Türk vatandaşı bile olsa, yabancı kökenliler hâlâ birinci derece askeri bölgenin içine sokulmak istenmiyor.

ALBAY’IN TAHTA MERDİVENİ

2300 metre irtifadaki Beyazsu Yaylası’ndan 300 metredeki Camili’ye, rehberimiz İsmail Kahya’nın eşliğinde yaptığımız üç kişilik uzun yürüyüşün ertesi günü, meteoroloji şiddetli sağnak uyarısı vermişti. Bir gün önce Şavşat’taki selde dört kişinin hayatını kaybettiğini duymuştuk. İhtiyatlı davranıp, o gün köy yakınlarında kalmaya karar verdik. 8.5 kilometre ötedeki Maral Şelalesi’ne gittik. Zaman kazanmak için araçla çıktık Maral Köyü’ne. Sonrasında yaklaşık 20 dakika yürüdük. Bölgede ekoturizm ve arıcılıkla kalkınma hamlesi başlatan işadamı Nihat Gökyiğit’in yardım eli buraya da uzanmıştı. Ricası üzerine Albay lakaplı Salih Arslan (75), Doğu Karadeniz’in en yüksek şelalesine inen uçuruma üç tahta merdiven yerleştirmiş, aralarına basamak açmıştı. Gökyiğit’ten yapım ve bakım ücreti alan
Arslan, her yağmurda yok olan yolları yeniden yapıyordu.

Yaklaşık 40 metre yüksekliğindeki şelalenin dibine indik. Hafif rüzgârda savrulan sular, dipdeki havuzu adeta bir tül perdeyle çevreliyordu. Terapi etkisi oluşturan bu manzara saatlerce seyredilebilirdi. Çıkışta, yağmur sağnağa dönüşmüştü. Pürneşe aşağıya inen bir grupla karşılaştık. Şelalenin havuzunda ikinci kez yüzmeye gidiyorlardı. Çardakta Arslan’ın ikram ettiği çayı yudumlarken, bu grubun İstanbullu doktorlardan oluştuğunu öğrendik. Pembe montu, beyaz emziğiyle papatyayı andıran Defne (2), annesiyle birlikte grubun diğer üyelerini bekliyordu. Fizik tedavi uzmanı olan annesi, önceki yıl Ayşe Arman’ın Hürriyet’teki Doğu Karadeniz yazısını okumuş “O Alya’yı götürüyorsa, Defne neden gidemesin” deyip eşiyle tura katılmıştı. (Bu gezide gördük ki doğayı en çok seven meslek grubu doktorlar. İstanbul ve İzmir’den her yıl artan sayıda grup geliyor Maçahel’e. Yaylalarda konaklayanlar, ücretsiz sağlık taraması yapıyor. Sayelerinde köylünün yabancılara bakışı değişmiş. Kuşkunun yerini misafirperverlik almış.)

Camili’ye dönüşte Maral Deresi’nin aktığı yemyeşil vadi boyunca yürüdük. Asırlık doğu gürgenlerinin altından geçtik, tahta köprülerden derecikleri aştık, yol kıyısındaki 1964’te yapılmış kulübe boyutlarında bir su değirmeninin kapısını araladık. Çevrede kimsecikler yoktu. Taş durmaksızın dönüyor, aşağıdaki tarlada yetişen mısırları sabırla bekliyordu. Geçme tahtadan yapılmış, oymalarla süslü Maral Camisi terk edilmiş gibiydi, bayramdan bayrama açılıyordu. Uğurlu Köyü civarındaki ünlü Katamize Pansiyon’a uğramayı planlamıştık. İstanbullu emekli öğretmen Hamdi Özdemir’in yaptırdığı ahşap konağın, yemeklerinin şöhreti ağızdan ağza geziyordu. Fakat gök o kadar gürledi ki, sel korkusuyla vazgeçtik. Oysa yağmur, çiselemekle yetindi. Dağların ardındaki kurak bölgelere sel yaşanırken, Maçahel ormanları bulutları yutup, seli engelliyordu.

ENDEMİK TAVA

Beyazsu inişinde fotoğraf makinemizi düşürmüştük. 3 saati bulan ikinci tırmanışta, açık havada tüm dağları görme fırsatı bulduk. Bu yolu defalarca yürümeye değerdi. Tatil bitmiş, dönüş zamanı gelmişti. Nuri Köse’nin önerisi üzerine, Borçka yolu yerine, 1427 metrelik Büyük Sırt’ı aşıp Şavşat’a inmeye karar verdik. İstanbullu Ayşe ve Nurhan Bayer çifti, TEMA’dan kiraladıkları ciple bu rotadan geçecekti. Otostop yaptık. Stabilize yol, Maçahel’in en yüksek köyü Uğur’dan sonra iyice bozuldu. Aracımız zıplayarak ilerliyordu. Sis bastırınca, yükseldikçe güzelleşen vadi görüntüsü kayboldu. Görkemli kayınlar ve arada bir solumuzda beliren kırmızı yasak bölge tabelaları eşlik etti yolculuğumuza. Aşağılarda gövde çapı 8.5 metreye ulaşan ladinler olduğu söylenmişti, ne yazık ki göremedik. Merata’yı geçip, 20-25 haneli Papart’a girdik. Selam vermek için uğradığımız evde, göz açıp kapayıncaya kadar bir sofra hazırlandı. Dereden yeni tutulmuş alabalık, kaymak ve peynirle donatıldı. Aşağımızdan akan, en fazla 20 santim derinliğindeki dere endemik kırmızı pullu alabalık kaynıyordu. Tekrar yola koyulduğumuzda, sisi geride bırakmıştık. Şavşat’a kadar geniş bir alan, net görülüyordu. Ladin, gürgen ve dağgülleriyle kaplı tepelerin ortasından akan dereyi takip ediyordu yolumuz. Yaklaşık 10 kilometre ilerideki Mısırlı’nın, üçer katlı ahşap evleri gerçekten görülmeye değerdi. Geçme tahtadan yapılmış, cumbalı evlerin yanı başında asırlık ceviz ağaçları yükseliyordu. Bu güzelliğin sonrasında karşımıza çıkan Meydancık İlçesi ise yeşil cennetle, bozkır çoraklığının ve beton denizinin sınırı gibiydi.

AYILARIN FAVORİSİ YABANMERSİNİ

Son günümüzde enerjimizi toplayıp, Fındık Yaylası’na çıkmaya karar verdik. Avrupa’nın en yaşlı, el değmemiş ormanlarından Çugat’ı çevreleyen yamaçlarda yürüyecek, Gürcistan’dan Rize’ye geniş bir alanı iki bin metre irtifadan görebilecektik. Stabilize yolun 12.5 kilometresini araçla çıktık, sonrasında 3.5 saat yürüdük. Arkamızdan bulutlar geliyordu, acelemiz vardı.
Rehberimiz İsmail birkaç yıl önce, bu yolun yapımında çalışmıştı. Uçurumlara asılı balkonu andıran yolun bazı bölümleri, geçen kış, sel ve heyelanda yok olmuştu. Geçtiğimiz her kayanın, dere yatağının bir öyküsü vardı. İsmail ve arkadaşları bu yolu açarken, defalarca ölümden dönmüştü. Boyu 40 metreye ulaşan asırlık gürgenlerin, bembeyaz dağgüllerinin arasından yürürken karşıdaki uçurumlarda mucizevi görüntülerle karşılaşıyorduk. Çıplak kayaların üzerinde boyu 20 metreyi bulan ladinler yükseliyordu. Birkaç kez üzerimizden şahinler geçti. Kartala hiç rastlamadık. Bülbüller ilkbahar boyunca aşk şarkıları söylemekten yorulmuş, yerlerini diğer ötücü kuşlara bırakmıştı.

Fındık-Lodivake yol ayrımına vardığımızda, Karadeniz’den yükselen bulutlar iyice yaklaşmıştı. Son bir kilometreyi nefesimiz kesilircesine hızlı yürüdük. Yaylaya bulutlarla birlikte vardık. 15 haneli yaylanın arkasındaki tepelerde yükselen yol, Naçadirev Gölü’ne, Merata Yaylası’na uzanıyordu. Efeler İmamı Cavit Altun’un kulübesine misafir olduk. Yaylaya çıkmak için ısrar eden dört çocuğu ve eşi için bu kulübeyi birkaç yıl önce 2 bin TL’ye satın almıştı. Eşi, yaz boyunca çalışıp, kışlık peynirlerini hazırlıyordu. Dilpeyniri, yoğurt ve sıcacık mısır ekmeği ikram etti bize. Soluğumuzu topladıktan sonra, dönüş yoluna koyulduk. Bu kez, Çugat’tan geçen kestirme patikadan indik. Dağgülleri, böğürtlenler, yabanmersinleriyle kaplıydı yolumuz. Asırlık gürgenlerin her birine isimler kazınmıştı. Bu sayede patikayı izlemek kolaylaşıyordu. Dev ağaçlara karakovanlar yerleştirilmiş, gövdelerine 50’şer santimlik sac plakalar çakılmıştı. Üstlerindeki tırnak izlerine bakılırsa, ayılar çaresizce tırmanmayı deniyordu. “Sonbaharda, yabanmersinleri, böğürtlenler olduğunda, yaylalardan inen ayılar önce buraya koşar. Yabanmersinine bayılırlar” dedi İsmail. Çevredeki manzaranın farkında olup olmadıkları bilinmez ama, şanslı hayvanlardı buraların ayıları...

NASIL GİDİLİR?

En kısa yol, THY’nin direkt Batum uçuşuyla Hopa üzerinden Borçka’ya ulaşmak. Diğer seçenekler Trabzon, Erzurum ve Kars havaalanları. Trabzon Otogarı’ndan 30 dakikada bir Hopa’ya midibüs kalkıyor, 3.5 saatte ulaşıyor. Hopa’dan Artvin minibüsüyle Borçka’ya ulaşıp, saat 16.00’daki Maçahel servisine yetişmeniz gerekiyor. Metro, Lüks Artvin, Artvin Seyahat, İstanbul, Ankara, İzmir’den direkt sefer düzenliyor. Borçka’dan sonra ulaşım bir sorun. Araç kiralamadıysanız, Camili köylülerinden yardım istemeniz gerekiyor. Özel araçlara, 10 kilometrelik mesafeler için 40-80 TL ödemeye hazır olun. Tur firmalarıyla da gidebilirsiniz: www.biyotematur.com, www.bukla.com, www.tamzaratur.com
False