Gezgin
Kuzeyin yeşil denizi
İskoçya baştan başa yeşile boyanmış bir ülke. Sakin kentleri, uçsuz bucaksız çayırları, vahşi koyunları, soğuk sulu nehirleri ile usta bir ressamın yaptığı güzel bir kır resmine benziyor.
Ziyaretine gittiğim profesör doktor Engin Eker üstad, gevşeme yöntemlerini anlatırken, 'sıkıldığın anlarda, en mutlu olacağın yerde hayal et kendini' demişti. Ondan sonra ne zaman sıkılsam, huzur dolu bir yer düşlemeye çalışmış ama başarılı olamamıştım. Çünkü gezip gördüğüm hiçbir yer, düşlerimde beni mutlu edemiyordu.. Bir gün, hiç görmediğim bir yeri düşleyince, sıkıntılarımın dindiğini hissettim.. Burası, yeşil cennet İskoçya idi. Bu keşfimden sonra, bunaldığım anlarda, kendimi, İskoçya'nın yeşil çayırlarında uzanmış, barok müzik dinlerken düşlemeye başladım..
Aradan yıllar geçti.. Bu kez gerçekten İskoçya'daydım.. Highland'de bir tepede, çimenlerin üstünde yatıyordum. Arabamın radyosunda, Beethoven'in Üç Numaralı Piyano Konçertosu çalıyordu. Herşey düşlediğim gibiydi.. Tek fark, düşlerimdeki müzikle gerçekte dinlediğim müzik arasındaydı.. Bulutlar, elimle dokunacak kadar yakınımda, pamuk pamuk bir örtü gibiydi.. Aralarındaki boşluklardan sızan güneş ışıkları, tiyatro sahnesini aydınlatan spotlara benziyordu.. Koyulu açıklı yeşil deniz, göz alabildiğine uzanıp gidiyordu.
GERÇEKÜSTÜ BİR SAHNE
Biraz ötemde vahşi koyunlar otluyor, tombul kuzuları ise bir o yana bir bu yana koşturup duruyorlardı.. Bu müzikli sessizlik içinde, düşlerimi düşlüyordum ki birden sanki gök patladı.. İki tane Tornedo savaş uçağı, bulutları yardı. Yanımdaki tepeleri yalayıp uzaklaştı. O an Piyano Konçertosu duyulmaz oldu. Bir süre sonra tekrar gök patladı ve yine onlar göründü..
Benim de rol aldığım gerçeküstü bir filmi izliyormuş gibiydim: Çimenlerin üstünde uzanan ben, radyodan yayılan klasik müzik, vahşi koyunlar ve ses duvarını aşan savaş uçakları..
Sisli vadilerin, zirveleri beyaza boyanmış bulutla kaplı dağların, sütliman göllerin, uçsuz bucaksız tarlaların, nefes kesici görüntülerin, mutlu renklerin, romantik şatoların ve kalelerin ülkesi İskoçya yazıyla anlatılabilir miydi..? Yaklaşık 77 bin kilometre karelik yüzölçümünde, 5 milyon 'Cesur Yüreğin' yaşadığı bu ülkenin yeşilini tanımlamak için, hangi kelimeleri yanyana getirmek gerekirdi..? Yaprak yeşili, zeytin yeşili, toprak yeşili, turkuvaz yeşili, bakır yeşili, viktorya yeşili, zümrüt yeşili.. Bir bakışta tüm bu tonları görmek mümkündü.
Siz siz olun İskoçya gezinize Edinburg'tan başlayın. Ben öyle yaptım ve bu kente tutuldum. Kartal yuvası gibi zirvede yer alan kalesi, taş yapıları, sarayları, katedrali, anıtları, her biri tarih kokan pubları ile Edinburg'u, gördüğüm güzel kentler listesinin en başına yazıverdim.
EDİNBURG AŞKI
Edinburg'un zirvesine uzanan hafif meyilli caddenin adı Royal Mile idi. Birbirine yaslanmış eski taş binalar, Royal Mile'deki (yeni adıyla High Street) kalabalığı başka caddelere akıtan daracık sokaklar, köşebaşlarında, soluklanmak için oturduğunuz asırlık publardaki dünyanın en iyi biraları ve malt viskileri, bu kenti yüreğinizin bir köşesine koymanız için yetip de artıyordu bile.
Edinburg bana hep, geçmiş zamandaymışım hissini verdi nedense.. Royal Mile'den sonra Grassmarket'e gittim. Bir zamanlar küçük ve büyük baş hayvanların satıldığı bu meydan, şimdilerde bir eğlence merkezi haline gelmişti.
Eğer tarihin peşinde dolaşmaktan çok yorulduysanız size bir pub önereceğim. Meydanın bir köşesinde Fiddlers Arms.. Bir zamanlar, müzisyenlerin ve müzik aleti tamircilerinin demlendiği puba girdiğimde, ayaklarıma karasular inmişti.. 'Ne içersiniz..?' sorusuna yanıt vermedim..'En iyisini getirin lütfen ..'demekle yetindim.. Önden bir Marston's Pedigree getirdi.. 'İskoçya'da neden İngiliz Ale..? ' diye sordum.. Garson ikinci bardağı bir İskoç Ale ile doldurdu..Üstünde iki parmak kalınlığında köpük bırakan Mc Ewan's 80, bir önceki kadar lezzetliydi.. Finali, Irlande Ale ile yaptım..Kilkenny'in damağıma sıvanan tadını hala hatırlıyorum..
Daha sonra, Princes Caddesi boyunca uzanan Princes Parkı'nda, çimenlerin üstüne sere serpe uzanmış, batmak bilmeyen yaz güneşinin keyfini çıkartan Edinburghlulara baktım. Doğa ile koyun koyuna yaşayan bu kentin insanları, İrem Bağları'nın mutlu sakinlerine benziyorlardı..
SONSUZ BİR BAHÇE
Daha sonraki günler, arabayla daha kuzeye, Highland'e doğru direksiyon kırdım. Britanya Adası'nın en kuzey ucunda yer alan dağlık bölgeye giderken, sonsuz bir bahçenin içinde geziniyormuş hissine kapıldım. İlk durağım, İskoçya'nın ünlü nehri Spey'in kıyısındaki Dcraigellachie oldu. Önce malt viskilerin Roll Royce'u olan 'The Macalan'ı evinde ziyaret ettim. Onun doyumsuz tadını damağımda dolaştırdıktan sonra kasık çizmelerimi giyip, nehrin soğuk sularında Somon balığına olta salladım.
Biraz ilerimdeki İskoç, oltasına takılan somonu çekmekte zorlanırken, ben iğnenin ucundaki tüylerde hata arıyordum. Sonunda somonun bana kısmet olmayacağını anladım. Alaska'da olduğu gibi İskoçya'da da, soğuk nehirlere attığım oltaları hep boş çektim.
Daha sonra Lossiemouth, Elgin, İnverness kentlerini geride bırakıp, Sutherland'de kalacağım Tressady Lodge ulaştım. Asırlık bir binanın asırlık odasında, gıcırdayan pencereyi açıp, berrak havayla ciğerlerimi yıkadım. Görünen tepeleri gökyeşille, zeytin yeşili paylaşmıştı. Pamuk pamuk bulutlar tepelere değecek kadar yakındı. Penceremin küçük karesini dolduran bu sesler, dingin, renkli ve romantik görüntüler beni sonsuzluk duygusuyla sarmaladı.
İşte, yazının başında anlattığım tepeye, bu muhteşem bahçenin gölgeli yollarından ulaştım. Çocukluğuma dönüp, çimen örtülmüş bayırlarda koşturup, sırtüstü yattım. Bir kaç günlüğüne de olsa, doya doya yaşadığım bu ülkeye tekrar yolumu düşürmek için planlar yapmaya başladım.
İskoçya'nın muhteşem güzelliğini, renk cümbüşünü harflere dönüştürmek çok zor. Onu anlatabilmek için fırçasını renklere daldırıp, tualde dansettiren ressam olmak gerek.
Bu güzelliği tanıyabilmenin bir başka yoluda gidip görmek. Eğer böyle bir yolculuğa niyetlenirseniz, en ideali yaz aylarıdır. Çünkü bu aylarda doğa çıldırır, gün demir atar, güneş batmak bilmez. Sadece geç saatlerde beyaz bulutlar lilaya döner.
TADIM NOTLARI
İskoçya'ya gidip de malt viski içmeden dönülür mü..? Sizlere The Macalan damıtımevinde yapılan tadımın notlarını sunacağım:
MACALAN 12 yıllık: Bal çağrışımlı çarpıcı bir kokusu var. İpeksi kayganlıktaki tadı damakta uzun süre kalıyor.
MACALAN 18 yıllık: Yoğun sherry çağrışımlı kokusu var. Karmaşık ve dolgun bir lezzete sahip.
MACALAN 25 yıllık: İs ve ağaçsı koku hakim. Ağızda hafif bibersi bir tad bırakıyor. Fıçı ve is tadı viskiye eşsiz bir karmaşık lezzet kazandırmış.
GRAND RESERVA: Geçen yıl piyasaya sürülen bu viski Malt Advocate dergisi tarafından yılın viskisi seçildi. Tatlımsı, karmaşık ve zengin bir karaktere sahip.
MACALAN 1946: 1998 yılında el yapımı maun kutularda satışa sunulan bu viskiyi Türkiye'de North Shield publarda tadabilirsiniz. Ama bir kadehinin 100 milyon lira olduğunu aklınızdan çıkarmayın.
HIGHLAND PARK 18 yıllık: Sherry, meşe ve hafif isli bir kokusu var. Zengin, dolgun bal ve turba lezzetli.
NOT: Tüm bu viskilerin gerçek kokusunu ve tadını alabilmeniz için bardağınıza viskinin üçte biri kadar soğutulmuş iyi su koymanız gerekiyor.
MİNİ REHBER
VİZE: İskoçya'ya gitmek için İngiliz konsolosluklarından vize almak gerekiyor.
ULAŞIM: Londra'dan Edinburg'a tren ve uçakla gidebilirsiniz. Ama ben treni öneririm. Fiyatı, 1. sınıf gidiş-dönüş 180 paund.
ALIŞ VERİŞ: İskoç kumaşı Tartan'dan yapılan giyecek, kilim ve atkılar. Tweed adlı yünlü kumaştan yapılan elbiseler. Shetland kazakları. Kelt dizaynlarının kullanıldığı gümüş takılar. Tereyağlı bisküvi, Dundee kek, viskili kek. Malt viski, füme somon balığı ve füme geyik eti.
CEP TELEFONU: Hemen her yerden konuşmak mümkün. Türkiye 0090 olarak çevriliyor.
KREDİ KARTI: En küçük köyde bile kullanabilirsiniz.
ETKİNLİKLER: Edinburg Festivali: 16 Ağustos- 5 Eylül, Fringe Festivali: 9-31 Ağustos, Braemar Royal Highland Gathering: 5 Eylül
UYARI: Özellikle yaz aylarında ortaya çıkan Midge adlı küçük sinek türü, insanın canını oldukça acıtıyor. Daha çok koyu renk elbise giyenleri tercih ediyorlar.
Bol bol istakoz ve yengeç yiyebilirsiniz. Kuzey denizinden yakalanan balıklar da oldukça lezzetli. Aberdeen kentinin Angus Beef'i ve kırmızı geyik etinden yapılan Venison mutlaka tadılması gereken yemekler. İskoçya'nın en ünlü yemeği ise Haggis. Bu yemek ince doğranmış sakatatlar, bulgur ve bol baharat karışımının işkembe zarına doldurulmasıyla yapılıyor. Yemek masaya gelince Haggis'e övgüler düzülüyor, şiirler söyleniyor. Daha sonra, gayda eşliğinde masaya gelen birisi elindeki bıçakla yemeği parçalıyor. Haggis, üstüne viski dökülerek yeniyor.