Gemi su alıyor
Gemiden maksat genelde dünya, özelde de Türkiye’dir.
İslam Peygamberi'nin sözleri arasında, bir toplumu çöküş ve batışa götüren temel yanılgıya dikkat çeken bir gemi benzetmesi vardır.
Müthiş mi müthiş bir benzetme!
Hz. Peygamber bu sözünde, genel insanlık câmiasındaki veya özel olarak herhangi bir toplumdaki haksızlık ve zulümlere önce sebep olan, sonra da bunlara seyirci kalan servet ve refahla azmış odakların hazırladıkları felaketli tabloya işaret ederken toplumu bir gemiye benzetmiştir.
Herkesin bindiği, ama birilerinin hoyratça yararlanıp geleceğini umursamadığı bir gemidir bu.
Dünyanın ve o arada Türkiye’nin içinde bulunduğu ‘2008 büyük krizi’ bu gemi benzetmesini vicdanlara bir kez daha hatırlatmayı kaçınılmaz kılmaktadır.
Biz, kendi payımıza, bu görevimizi yapıyor, hatırlıyor ve hatırlatıyoruz.
Gemideki insanların bir kısmı üstte, güvertede seyretmekte, diğer bir kısmı ise alt katta, ambarda kümelenmiş bulunmaktadır.
Üsttekiler mutlu, keyifli, nimet içinde bir gruptur. Ve bunlar, alttakilerin içecek-kullanacak su isteklerine “Bize ne!” diyerek olumsuz cevap vermiş, onların ihtiyaçlarıyla ilgilenmemişlerdir. Bunun üzerine, hem çaresiz kalan hem de öfke ve hınçla dolan ‘alttakiler’, ihtiyaçlarını gidermek için, barındıkları ambar katından gemiyi delerek nehirden su alma hazırlığına girmişlerdir.
Şimdi, ‘üsttekiler’, buna müdahale ederek geminin delinmesini önlemek yerine zevk ve gaflet içinde yan yatmaya devam ederlerse gemi batacak ve sonuçta, günahlılar da günahsızlar da suyun dibini boylayacaktır. Gemiyi yüzdürmeye yarayan su, geminin mahvolmasına yol açacaktır...
Bu istiâre (eğretileme) iki noktanın altını, eşsiz bir isabetle çizmiştir:
1. Toplumdaki yıkıcı gelişmelere, nimet ve refahla şımararak toplumun diğer kesimlerini unutan vurguncu-hazırcı kodaman takım sebep olmaktadır,
2. Aynı takım; ihmaller, horlanmalar yüzünden kin ve nefretle dolarak toplumu tahribe başlayan ve bir tür ‘şer’ kuvvete dönüşen odaklar karşısında susmakta, zevk ve safa morfiniyle uyuşmuşluğu sürdürerek çöküş ve batışa seyirci kalmaktadır.
Türkiye’de, güneşin batışıyla doğuşu arasındaki çıkar ve hesaplarını her şeyin üstünde tutanlar, yani geminin üst katındakiler ülkeyi bugünlere getirmişlerdir.
Slogan ve edebiyatla ne kadar örterlerse örtsünler, durum çok kötüdür. Türkiye’nin 400 milyar doların üstünde borcu vardır ve yeni kriz bütün dehşetiyle üstümüze gelmektedir.
Bugünkü iktidarın bu ‘üstümüze gelen dehşet’i yok veya önemsiz göstermesinin arkasındaki sinsi emeli bir başka yazımızda deşifre etmeye çalışacağız.
İçinde bulunduğumuz bâdirenin bugünkü dünya diliyle ifadesi, Türkiye’nin bağımsızlığını yitirme noktasına geldiğidir.
Türkiye, acılı-kahırlı bir kıvranışın içindedir.
Günahın baş sorumluları şu dört zümreyi oluşturanlardır:
1. Politikacılar,
2. İşve Para çevreleri,
3. Din temsilcileri,
4. Sözde aydınlar (veya hainler).
Bu dört grup verimli bir dayanışma ile çıkarlarını garantilemek için bin türlü oyun sergilemenin zevkini yaşarken, geminin su almaya başladığını söyleyen gerçek aydınları hayalperestlik, ‘ulusalcılık’, abartmacılık, ‘aşırı idealistlik, ‘statükoculuk’ gibi ithamlarla susturmak yolunu seçtiler.
Sayılan dört zümre zümreler, ülkenin ve insanımızın yarınlarını değil, günlerini gün etmeyi, iç ve dış imkân odaklarından ulûfe ve alkış almayı düşündüler. Programlarını, projelerini, kadrolarını hep özel menfaatlerinin hesabına bağlı tuttular.
Yediler, yedirdiler, soydular, soydurdular. Alkışçıları hesabına durmadan "iş bitirdiler." Ne mideleri doydu ne de hırsları. Demagojiyi, yalanı, aldatmacayı, maske üzerinden tebessüm dağıtmayı hüner sandılar.
Türbeden Kâbe'ye, mushaftan Allah'a değin her şeyi sömürdüler.
Ruhu bir yana, sözlük anlamını bile doğru dürüst bilmedikleri mukaddesatçılık, şeffaflaşma, berraklaşma, küreselleşme kavramlarını birer uyuşturucu gibi kullanarak kitleleri oyaladılar.
Ve buralara, bugünlere gelindi.
Bugün Türkiye'de laçkalaşmamış cıvata, aşınmamış kavram, dışarıdan kotarılmayan kurum hemen hemen kalmamıştır. Ülkenin insanını, değerlerini, geleceğini aziz bilen kadrolar, yürekler, eller-kollar elbette vardır.
Ezilip aldatılmış yığınların duaları vardır.
Allah'ın bu ülkeyi hiçliğeve yokluğa terk etmediğini düşünmemizi, yarınlara ümitle bakmamızı sağlayan da işte bunlardır.
Ama ortada, hâlâ haykırılması gereken bir gerçek vardır. Ve o da şudur:
Gemi su alıyor, beyefendiler, hanımefendiler!
Devlet adamlığını, ABD ve AB’den “Aferin!” almak sananlarla, kese ve mide şişirmeyi Sezarlık zannedenlerin inat ve gafletleri yüzünden gemi su alıyor.
Uyarıyı iman ve onur borcu bilen insanlar sıfatıyla şunu da söylemek zorundayız:
Ümitsiz olmayalım ama acılara ve ıstıraplara hazır olalım.
Ve bilelim ki, ıstırabın vereceği dersi muallimlere verdiremezsiniz.
Biz, yani vicdanını birkaç torba kömüre, dinini haçlılara, onurunu AB ve ABD’ye satmamış bir avuç insanı şimdi ancak, ümitlerin kitabındaki şu sözle dua ederek teselli bulmaktayız:
“İçimizdeki beyinsizlerin yaptıkları yüzünden bizi helâk eder misin, Allahım!” (A'raf Suresi, 155)