Geçmişe aralanan kapı Çankırı
Çoğumuz için Çankırı şehirlerarası otobüs yolculuklarının mola noktası. Gece karanlığında ya da sabah ayazındaki molalarda göz ucuyla gördüğümüz sıradan bir şehir.
Recai YILMAZ
Bu şehrin tarihi değerleri ve turizm potansiyeliyle beni bu denli etkileyeceğini hiç düşünmemiştim. Şubat başında yaptığım bir hafta sonu gezisinde önyargılarım kırıldı. Kabartmaları Dünya Tıp Birliği’ne simge olan Cemaleddin Ferruh Darulhadisi’ni gezdim, Köprü Sokak’taki birbirinden güzel konakların arasından yürüdüm, Çivitçioğlu Medresesi’ndeki rölyef, ebru atölyelerinde ustalarla sohbet ettim, Sefer Usta’nın, Leyla Hanım’ın leziz yemeklerini tattım. İzlenimlerimi sizlerle paylaşmak istedim.
Çankırı’nın sokaklarında durup, nereyi gezebilirim diye sorduğunuzda ilk gösterilen yer aynı: Çankırı Kalesi. Kaleye doğru yürüdüğünüzde eski Çankırı’yla karşılaşıyorsunuz. Kale eteğine konumlanmış, bazıları restore edilmiş evlerle dolu sokaklar sizi etkiliyor. Özellikle de Köprü Sokak. Yokuşta bitişik nizam sıralanmış Karataş Hamamı ve Ali Bey Camii’nden sonra yeni restore edilmiş görkemli bir konağı görünce farklı bir zaman dilimine geçtiğinizi hissediyorsunuz. Yapıları incelemek epeyce zaman alıyor. Yakındaki bir ara sokakta, restore edilen bir bina Çankırı Araştırmaları Merkezi’ne tahsis edilmiş. İçindeki çok sayıda tarihi belge, belediyeden alınacak izinle görülebiliyor.
Bu sokakları rastgele gezerken ansızın bir sürprizle karşılaşabilirsiniz. Benim karşıma da saat kulesi çıktı. Daha önce uzaktan görmüş, yanına gidememiştim. 15 metre yüksekliğindeki kule kare planlı, saati 1866 İsviçre yapımı. Halk “Çan Saati” adını takmış. Yıpranmışlığı, ilgisizlikten boynu bükük duruşu sizi üzebilir. Yine de bu mahzun ifadeyi fotoğrafla ölümsüzleştirmek isteyebilirsiniz.
ÇANKIRI FATİHİ KALEDE GÖMÜLÜ
Çan Saati’ni arkada bırakıp herhangi bir sokağa girdiğinizde ayaklarınız sizi mutlaka kaleye götürüyor. Kale deyince surlar, burçlar beklemeyin; ancak manzarası müthiş. Geniş bir alanla birlikte şehir merkezini kuzeyinden görüyorsunuz. Büyük Selçuklu Hükümdarı Sultan Alparslan’ın komutanlarından Emir Karatekin’in türbesi de kalede. Çankırı, Kastamonu ve Sinop fatihi Karatekin Bey 1074’te Çankırı’yı fethedip ölümüne kadar burada görev yapmış. Türbe Danişmentliler dönemi eseri; içinde dört sanduka var. Sürekli ziyarete açık tutuluyor.
Kaleden bakıldığında görkemli bir cami dikkatinizi çekiyor. Kare planlı, ortadaki büyük kubbesi, dört yarım kubbeyle çevrili yapı Sultan Süleyman Camii. Halk Büyük Cami ismini takmış. Görkemiyle etkileyen yapı, Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle Mimar Sinan’ın ekibinden Sadık Kalfa tarafından yapılmış. 1558’de ibadete açılmış. Bugün de bütün görkemiyle hizmet vermeye devam ediyor.
Büyük Cami’nin hemen yanında Çivitçioğlu Medresesi yer alıyor. 17. yy’de yapılmış. İki katlı ahşap binanın avlusu yüksek duvarla çevrili. Bina her iki katta da tek sıra hücrelerden oluşmuş ve tüm bu odaların önünü kapsayacak şekilde ahşap revak sırası (sundurma) bulunuyor. Bu haliyle muhteşem bir görüntüye sahip. Binada capcanlı bir hayat var. Üst katında semer, alt katında rölyef, ebru yapılıyor. İçten, dost canlısı sanatçılar konuklara sanatlarını anlatıyor, uygulama yaptırıyor. Örneğin ebrucu Ali Akgül’den teknede renkleri karıştırma hünerini öğreniyoruz, fotoğrafını çekiyoruz. Medresede sanat eğitimi devam ediyor...
HEKİMLİĞİN SEMBOLÜ TAŞ MESCİT’TEN ALINDI
Çankırı’nın önemli değerlerinden biri de bindallı işi ya da bindallı nakışı denilen el sanatı. Bu işe gönül veren Tahir Kavukçu, Büyük Cami yakınındaki İmaret Caddesi’nde eski motifleri kullanarak bindallı elbise, damat bohçası, sedir eteği, kırlent, terlik çantası, fiskos, seccade üretiyor. Bu eşyalar sünnet, kına, nişan, düğün gibi özel günlerde kullanılıyor.
Çivitçioğlu’ndan yaklaşık 100 metre ileride Demirciler Arastası var. Dikdörtgen yerleşimli, çift girişli çarşıda ocak yakan, demir döven üç usta kalmış. Buradan çıkıp, kendinizi yokuş aşağı bıraktığınızda iki-üç dakika içinde Buğday Pazarı Medresesi’ni görüyorsunuz. İki katlı ve ahşap bina 18. yüzyıl yapısı. Sıra odalardan oluşan güzelim bina ıssız, kaderine terk edilmiş.
Çankırı’da görmeniz gereken en önemli yerlerden biri de halkın Taş Mescit adını taktığı Cemaleddin Ferruh Dar-ül hadisi. Bu ildeki Selçuklu döneminden kalma en önemli yapı. Şifahanesi, 1235’te Anadolu Selçuklu hükümdarı 1. Alaaddin Keykubat zamanında, Çankırı Atabeyi Cemalettin Ferruh tarafından yaptırılmış. Bu bölüm neredeyse tamamen yıkılmış. 1242’de yapılan Dar-ül hadis kısmı bugün bütün görkemiyle ayakta. Binanın önemi, biri yapı üzerinde, diğeri heykel görünümündeki figürlü taşlardan kaynaklanıyor. Yapı üzerindeki birbirine dolanmış iki yılanın tasvir edildiği taş Türk hekimliğinin kurucularından Prof. Dr. Süheyl Ünver’in dikkatini çekmiş. Önerisiyle, 1937’de Türk hekimliğinin simgesi olmuş. 1956’da Dünya Tıp Cemiyeti’nce Dünya Tıp Birliği’nin sembolü olarak kabul edilmiş. Diğer figürdeki, kupaya dolanmış yılan figürü ise günümüzde eczacılığın sembolü. Orijinali Çankırı Müzesi’nde sergileniyor.
MÜZEDEKİ İMİTASYON HİTİT VAZOSU
Çankırı Müzesi, şehrin tam merkezinde, 100. Yıl Kültür Merkezi’nin ikinci katında. Müze, Paleolitik ve Neolitik dönemlerden günümüze kadar geniş bir koleksiyona sahip. Eserler etkileyici bir düzenlemeyle sunuluyor. Geç Mikosen Dönem’e ait, yani 78 milyon yıllık fosillere özel bölüm ayrılmış. Prof. Dr. Ayla Sevim Erol’un başkanlığında 1997’de başlayan kazılarda bugüne kadar 2063 fosil bulunmuş. Özellikle Hominioid (kuyruksuz büyük maymun) fosili ilk kez buradan çıkarılmış. Kılıç dişli kaplanın atalarına ait kafatası bulunmuş. Cam ve sikke koleksiyonu da dikkat çekici. Müzenin büyük salonunun ortasında heybetli bir vazo duruyor: İnandıktepe Vazosu, 1966’da Ankara-Çankırı karayolunun yapımında rastlantıyla bulunmuş. Ardından Büyükhacıbey Köyü’ndeki kazılar genişletilmiş. Hititçe adı Hanhana olan İnandıktepe Höyüğü’nde yapılan kazılarda, Eski Hitit Krallık Dönemi’ne (M.Ö. 1650-1450) ait Hitit mabedi ortaya çıkarılmış. İnandık Vazosu’nun üzerindeki kabartmalı desenlerde müzikli, danslı, kutsal evlilik ritüelleri yansıtılıyor. Vazonun imitasyon olduğunu öğrendiğimde, ürperdim. Neyse ki orijinali Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ndeymiş. Çankırı’nın sembolüne dönüşen vazo, heykelleştirilerek şehrin Ankara girişine yerleştirilmiş.
LEYLA HANIM, EŞİNİN MUAYENEHANESİNİ LOKANTAYA DÖNÜŞTÜRMÜŞ, SU FİYATINA LEZİZ YEMEKLER SUNUYOR
Çankırı’da bazı eski konaklar restore edilip restorana dönüştürülmüş. Mutfaklarını bu işe gönül verenlere teslim etmeleri, yemeklerin kalitesini artırmış. Beyzade ve Eyüpoğlu konakları iki güzel örnek. Esnaf lokantalarını seviyorsanız, Büyük Cami’nin hemen yanındaki Sefer Usta’nın restoranına uğrayın. Sarımsaklı et, soğanlı et, yabada kuru fasulye ve özel kebabını yemek için şehir dışından gelenler oluyor. Sefer Usta, kuru fasulye dahil tüm yemeklerini çömlekle fırında, odun ateşinde pişiriyor. Çankırı’nın kadınları da yemek işinde aktif. Örneğin emekli bankacı Leyla Hanım, şehir merkezindeki Abanı İşhanı’nın ikinci katında Gözbebeği Yemek Evi’ni açmış. Göz doktoru olan eşi, uzun yıllar burada hastalarına hizmet vermiş. Vefat edince, Leyla Hanım muayenehaneyi 2006’da lokantaya dönüştürmüş. Müşterilerle aile gibi olmuş. Dört kap yemeğin fiyatı 3 TL! Üç çalışanıyla saat 12.00’de servise başlıyor, en geç 14.00’de sona eriyor. Sonra mekân değişime uğrayıp, saat 19.00’a kadar kadınlar kahvesi oluyor. Çankırı’da yöresel hamur işlerinin adresi, iki kadın tarafından kurulan Tel Dolap. Yörenin tutmaç, iri hamur, ince ekmek, yazma çöreği, yumurta tatlısı sürekli bulunuyor. Bunların dışında da çok çeşitli börekler, poğaça, kurabiye çeşitleri var. Tüm ürünler eski usullerle hazırlanıyor. Öyle ki unlarını bile kendileri öğütüyorlar. Ayrıca yörede bolca yetişen kızılcık ve karaduttan ekşi, reçel ve meyve özü yapıp güzel şişe ve kavanozlara koymuşlar. Pazar günleri Yeni Mahalle’de halk pazarı kuruluyor. Yöresel ürünleri bu pazarda bulmak mümkün. Özellikle koyun ve keçi sütünden yapılan küpecik peyniri, ince ekmek, pekmez...
YÂRAN KÜLTÜRÜ KORUNUYOR
Geziniz kış aylarında cumartesiye rastlarsa Yâran kültürünü tanıma fırsatı bulabilirsiniz. Bu gelenek, valiliğin restore ettirdiği iki katlı tarihi Yâran Evi’nde yaşatılıyor. Yapının içi Kız Meslek Lisesi’nce geçmişe uygun olarak döşenmiş. İçeri girdiğiniz andan itibaren kendinizi gösterişli bir sarayın içinde hissedebilirsiniz.
Bir esnaf ocağı, disiplin ve eğitim yeri olan Yâran 24 kişiden oluşuyor: Sekizer usta, kalfa ve çırak... Yâran gecesinde üyelerin zekâ, el ve dil becerilerini geliştirmek için ortaoyunları oynanıyor. Oyunların tamamı doğaçlama. Yâran geceleri kasımdan mart sonuna kadar her cumartesi akşamı yapılıyor. Ev sahipliğine “ocak açma” deniyor ve her iki Yâran (üye) bir ocak açıyor. Yâran gecelerindeki oyunların her biri aslında birer hayat dersi. Oyunları izlemek için önceden izin almak gerekiyor. Tamamı esnaflardan oluşan Yâranlar birbirlerini kötü söz, yemin, ayıplı mal ve müşterilere davranış yönünden denetliyor. Yaşattıkları bu kültürden dolayı 2009 yılında TBMM Üstün Hizmet Ödülü almışlar.