Paylaş
Los Angeles, Amerika’nın turist çeken, filmlere bolca konu olan, gecesi ayrı, gündüzü ayrı büyüleyen şehri… Kaliforniya’nın en önemli şehirlerinden birisi olan Los Angeles’ı gezmeye günler, anlatmaya sayfalar yetmez fakat bir yerden de başlamak lazım değil mi? Bizim jenerasyonun çok iyi bildiği Evimiz Hollywood’da, OC gibi dizilere ev sahipliği yapan Los Angeles’a Türkiye’ye göre neredeyse yarı yarıya bir zaman avantajıyla, Panama’dan 7 saatlik uçuş sonrasında ulaştık. Toplamda 4 günümüzü Los Angeles'da geçirdik. Bu 4 günden 1 günü tamamen Universal Stüdyoları ve Disneyland'da geçirdiğimiz için bu yazımda sadece 3 günü anlatacağım. Universal Stüdyoları ve Disneyland yazımı ayrıca paylaşacağım.
Önemli detaylardan birisiyle başlıyorum; Los Angeles’da süremiz kısıtlı olduğundan ve Kaliforniya sahillerini de görmek istediğimiz için araç kiraladık, iyi ki de kiralamışız. Los Angeles’da bir metro hattı olmasına rağmen gitmek istediğiniz bölgeler için mutlaka başka vasıtalara da ihtiyaç duyuyorsunuz. Şehir oldukça geniş bir alana yayıldığı için gitmek istediğiniz noktalar arasında ciddi mesafeler var. Biz otelimizi şehrin en önemli lokasyonlarından birisi olan Sunset Bulvarı üzerinde seçtik ama buna rağmen trafikte oldukça vakit kaybettik. Bakalım bu 3 günlük serüvenimizde neler yaptık.
İlk günümüzde, yaklaşık 35 kilometre uzunluğunda olan ve sonu Santa Monica caddesine kadar uzanan Sunset Bulvarın’da bol bol vakit geçirdik. Sonrasında hem güneşi batırmak hem de meşhur Hollywood yazısını görebilmek için, LA’in olmazsa olmazı Griffth gözlem evine gitmeye karar verdik. Gözlem evine yaklaştığımız noktada ana otopark dolu olduğu için alt bölümdeki otoparkları kullanmamız gerektiğini anladık ve yokuş çıkma serüvenimiz başladı. Yaklaşık 15-20 dakika yürüdükten sonra gözlem alanına ulaştık. Burada gün batımı gerçekten güzel fakat kesinlikle bu saatlerde gelinmeli diye de ısrar etmiyorum. Güneşi batırdıktan sonra, şanslıysanız ve hava bulutsuzsa teleskopla ayı ve yıldızları inceleyebilirsiniz. Bahçe bölümünde size bu konuda destek olacak, teleskoplarının başında size seve seve bilgi verecek gönüllüler var. Sorduğunuz soruları o kadar içten cevaplıyorlar ki siz de daha çok öğrenmek istiyorsunuz. Bize bilgi veren beyefendi Efe’nin ayı ve yıldızları görebilmesi için o kadar uğraştı ki, Efe gördükleriyle büyülendi, şu an eve teleskop almak istiyor.
Bahçede geçirdiğimiz vakit sonrasında kubbe kısmında yer alan ana teleskopu gördük ve gözlem evinin hikâyesini dinledik. Gözlem evine adını veren Griffith J. Griffith, genç yaşta Meksika’daki gümüş madenlerinde çalışarak zengin olur. Sonrasında Kaliforniya’ya yerleşen Griffith, İspanyol bir aileden gözlem evinin olduğu araziyi satın alır. Aslında bu araziyi park olarak düşünen Griffth araziyi Los Angeles şehrine hediye eder ve vasiyetinde bu alana gözlemevi yapılmasını ister ve inşaatı için para bırakır. Yılın her döneminde birçok turistin ziyaret ettiği, LA’de görülmesi gerekenlerde ilk 3’te yer alan, filmlerde görsel olarak bolca kullanılan, insanların piknik yapma edasında saatlerce gökyüzünü izlediği gözlem evinin hikâyesi bu şekilde. Bu arada bence Hollywood yazısının gözüktüğü en iyi nokta burası değil (biraz sonra neresi olduğunu yazacağım) fakat LA’e gelirseniz bu deneyimi bence yaşayın.
Gözlem evinden çıktıktan sonra hem akşam yemeği, hem de lunapark eğlencesi için Santa Monica'ya geçtik. Bu arada gündüz hava sıcaklığı 22-23 derecelerde olmasına rağmen akşam olunca hava bir hayli soğuyor. Panama sıcağından ve neminden sonra üşümek beni o kadar mutlu etti ki anlatamam. Santa Monica'nın olmazsa olmazları; iskelesindeki lunapark ve Forest Gump temasıyla meşhur restoran zinciri Bubba Gump. Elbette trafiğe kapalı caddesi ve mağazalar da unutulmamalı. Biz sahil, kum, güneş kısmına Panama'da doyduğumuz için akşam saatlerinde burada olmak bizi rahatsız etmedi. Ama gündüz gözüyle plajını da görmek isteyebilirsiniz.
Santa Monica, 1926 ve 1985 yılları arasında ABD’nin batı ve doğusunu bağlayan Route 66’nın bitiş noktası. Bu yol Chicago’dan başlayıp LA’de bitiyor, artık yok fakat 3940 kilometrelik bu yolun bitiş tabelası halen Santa Monica’da duruyor. Bu tabelayı gördükten sonra, yemeğimizi tabii ki Bubba Gump'ta yedik, biraz sıra bekledik fakat o aşamada da etrafı dolaştık. Porsiyonları gerçekten büyük, yemekler de lezzetli. Bu arada yolunuz buralara düşerse meşhur Forest Gump bankında pozunuzu vermeyi unutmayın.
İkinci günümüzün sabahında çokça tavsiye edilen Toast Cafe & Bakery’de kahvaltımızı ettikten sonra, Hollywood yazısını daha yakından görebileceğimiz ve güneşin tadını çıkarabileceğimiz Lake Hollywood Park’a gittik. Hollywood yazısının aslında Hollywood Land olduğunu, gayrimenkul reklamı amacıyla dağa monte edildiğini, fakat Land bölümünün rüzgârda uçtuğunu ve yıllar sonra yazının Hollywood film sektörünün simgesi haline geldiğini biliyor muydunuz? Film sektörüne yol veren Hollywood’un yazısından sonra diğer detaylarını da görebilmek için sıradaki durak Hollywood Bulvarı’ydı. Meşhur yıldızların, Çin Tiyatrosu’nun, Kodak Tiyatrosu’nun ve Madame Tussoud Müzesi’nin yer aldığı Hollywood Bulvarı tam bir turist mıknatısı diyebiliriz.
Evet, saydığım bu yerlerin hepsi aynı bölgede, hatta yan yana. Bu sebeple bu cadde oldukça kalabalık… Yerlere yatıp ünlülerin yıldızlarıyla poz verenler de var, yıldızları öpenler de. Oscar Törenlerinin düzenlendiği Kodak Tiyatrosu, Kodak’ın iflasından sonra isim değişikliğiyle Dolby Tiyatrosu ismini almış. Bu tiyatro Çin Tiyatrosu’nun hemen yanında, içini görmek isterseniz etkinlik takvimini incelemenizde fayda var, biz içeride bir organizasyon olduğu için belirli bir bölümünü görebildik. Bu bölgede yer alan, birbirinden güzel garsonlarıyla ünlü yemek zinciri Hooters’da yemeğimizi yedikten sonra Melrose Bulvarı’nı ziyaret etmek için yola koyulduk. Meşhur Paul Smith duvarı bu bölgede, neden meşhur olduğunu anlamadık fakat gidip fotoğraf çekilirken şekilden şekile giren insanlar görmek isterseniz aklınızda olsun. Ama asıl olarak; Melrose Bulvarı’nda kurulan bir pazar var, yolunuz düşerse burayı ziyaret edin. Bu pazarın girişinde ödediğiniz ufak giriş ücreti bir vakfa bağışlanıyor. İçeride antikacılar da var, 2. el ürün satan tezgâhlar da. Bir köşede enstrüman parçaları satan genç aynı anda tıngırdattığı gitarıyla pazarın müziğini de yapıyor aslında.
Zamanın nasıl geçtiğini anlamadığımız pazar alanından taze meyvelerimizi yolluk olarak alıp Marine Del Rey’e gitmek için yola koyulduk. Los Angeles’in hafta sonu trafiğinin tadına bolca bakarak ulaştığımız Marina Del Rey’de sahilin keyfini çıkardık, koştuk, eğlendik. Elbette sahilde kocaman bir parkın olması Efe’yi ayrıca çok mutlu etti. Bu yorgunluğun üzerine Cheesecake Factory’de biraz dinlendikten sonra gün batımı için yakın mesafede yer alan Venice Beach’e doğru yola çıktık. Tatilimizin en eğlenceli anlarından birisini burada yaşadık sanırım. Gün batımlarıyla meşhur olan Kaliforniya sahilleri ve burada yaşayanlar bu görsel şölenin hakkını kesinlikle veriyorlar. Kiraladığımız bisikletlerle sahilde gezerken güneşi batırmak için bir araya gelmiş, çalan, söyleyen, oynayan, o anın tadını çıkaran ve bu enerjiyle yoldan geçen birçok kişiyi, biz de dâhil, yanlarına çekmeyi başaran bir gruba rastladık. Biz de onlarla eğlendik, oynadık ve kocaman güneşi denize batırdık. Gökyüzünün aldığı renk görülmeye değerdi. Venice Plajı’nı o kadar çok sevdik ki günümüzü burada tamamladık desem yalan olmaz, bu dopingle kendimizi ertesi gün yapacağımız Universal Stüdyoları ve Disneyland turuna hazırladık.
4. Günümüzün sabahında ilk durağımız şehrin diğer simgesi Beverly Hills’di. Çocukluğumuzda hangimiz izlemedik ki limuzinlerin, lüks araçların olduğu, kabarık saçlı barbie kızlarının hikâyesini anlatan Beverly Hills çizgi filmini. Açık söylemek gerekirse ben asıl bu caddede kendimi film setinde hissettim. Evleri, arabaları, yüksek palmiyelerin bulutlara uzandığı geniş caddeleri ile Beverly Hills insanı gerçekten etkiliyor. Beverly Hills Urth Cafe’deki kahvaltımız sonrasında, bölgeye oldukça yakın olan Rodeo Drive’a geçtik. Birçok markanın yer aldığı bu alışveriş bölgesi gezip görmek, vakit geçirmek ve tabii ki alışveriş yapmak için güzel bir alternatif. Hızlandırılmış bir alışveriş turundan sonra durağımız Downtown bölgesindeki Sanat Müzesi’ydi. Bu müzeye ulaşmak isterken tesadüfen rastladığımız Fosil Müzesi Efe’nin ilgisini çektiği için hızlandırılmış şekilde burayı da gezdik. Ve böylece seyahatimizin Los Angeles’a ayrılan kısmının sonuna gelerek Kalifornia sahillerine doğru yola çıktık…
Son olarak; LA ile ilgili oldukça önemli bir detay vermek istiyorum. Los Angeles’da araba şart fakat arabayı park etmek de büyük problem. Otoparklar çok pahalı, aracınızı eğer doğru noktayı bulabilirseniz yol kenarlarına park edebiliyorsunuz. Bu aşamada da yol üzerindeki tabelaları, hangi saatler arasında ve hangi günlerde park edebileceğinizi dikkatli şekilde okumanız gerekiyor. Veya yine güzel bir alternatif olarak AVM otoparklarını kullanabiliyorsunuz. Bir otoparka bir paragraf ayrılır mı demeyin, inanın isparkları mumla arıyorsunuz. İşte Los Angeles’da geçirdiğimiz 3 günün kısa bir özeti, eğer bizimle birlikte 3 dakikada LA’i gezmek isterseniz videomuz aşağıda. Keyifli seyirler.
Fotoğraflar: İpek EVCİ
Paylaş