Galiçya’nın yıldız tarlası
Santigo de Compostela ortaçağ dokusunu koruyan efsaneler şehri. Her yıl 250 bin kişi 700 kilometrelik Camino Yolu’nu aşıp bu şehre ulaşıyor, yolculuk sürecinde yaşadığı meditasyondan sonra yeni bir hayata başlıyor. Sokakları birbirinden ilginç öykülerle dolu… 25 Temmuz’daysa şehrin tarihi bölgesi bir hafta süreyle festival sahnesine dönüşüyor.
İstiridye kabuğu asılmış sırt çantaları, ellerinde batonlarıyla Obradoiro Meydanı’na kuzey yönünden girdiler. Ayaklarındaki yürüyüş ayakkabıları epeyce yıpranmıştı. Gruptaki 4 çiftten biri 40’lı yaşlarda, diğerleri 60’ların ortasındaydı. Santiago Katedrali’nin önündeki “sıfır” noktasına yaklaşırken aynı hizaya geldiler, kol kola girdiler. Meydana biraz önce ulaşmış yürüyüşçüler coşkulu kutlamalarını bir kenara bırakıp onları izlemeye başladı. Fotoğraf makinemi açıp, grubun peşine takıldım. Son 50 adımı kol kola yürüyüp, zeminde “Camino Yolu Avrupa Kültür Rotası” yazılı yıpranmış taşın yanı başında durdular. Heyecanla kucaklaşmaya başladılar. Onlar birbirlerini tebrik ederken 30 yaşlarında bir erkek çıkageldi. Çiftlerden birinin oğlu olmalıydı. Gözyaşlarına boğulmuştu. Hepsini teker teker kucakladı, öptü. Tebrik seremonisi öylesine coşkuyla sürüyordu ki, dayanamayıp gruba yaklaştım. İçlerinden biriyle konuşmayı denedim. İngilizce bilmediğini söyleyen ak sakallı Miquel’den tek öğrenebildiğim Madridli bir arkadaş grubunun 700 kilometrelik Camino Yolu’nu 50 günde tamamladığıydı...
ESKİ MANASTIR OTEL OLDU
Parador Oteli
Yağmurlu, puslu bir haziran sabahıydı. Yıllardır merak ettiğim şehre yeni varmıştım. Camino yürüyüşçülerine yüzyıllarca ücretsiz konaklama sunan, katedralin yanı başındaki tarihi yapıda kalacaktım. Geçmişin manastırı, hastanesi, düşkünlerevi bir süre önce 5 yıldızlı Parador Oteli’ne dönüştürülmüştü. Buna karşın eski dokusunu koruyordu. Bavulumu odama bırakıp hızla tarihi yapıyı gezmiş, içine gül atılmış tarihi fıskıyeden gelen su sesinin yankılandığı avlularda geçmişin dünyasına doğru yolculuğuma başlamıştım. Sonra kendimi Santigo de Compostela Katedrali’nin önündeki meydana atmıştım.
Havadaki kasvete inat, meydana büyük bir coşku, sevinç havası hâkimdi. 900 yıldır olduğu gibi Avrupa’nın, hatta dünyanın dört bir yanından gelen sabırlı yürüyüşçüler Obradoiro Meydanı’nda zaferlerini kutluyordu. 20’li yaşlarda bir genç sırtüstü yere uzanmış, Camino yürüyüşçülerinin simgesi istiridye kabuğu asılı sopasını havaya dikmiş katedrali seyrediyordu. Bisikletli bir çift kasklarını yere bırakmış, sırtlarını katedrale vermiş, fotoğraf çektiriyordu. Her 5-10 dakikada bir meydana yeni yürüyüşçüler giriyor, coşku tazeleniyordu. Bu atmosfer öğle saatlerine kadar sürecekti.
HER YAŞTAN HER ULUSTAN YÜRÜYÜŞÇÜ
Mutlu yürüyüşçüler
Bölgenin kurşun renkli ünlü granitinden yapılmış tarihi barok stili katedralin dış cephesi sarp, kayalık bir dağı andırıyordu. 80 metrelik çan kulelerinden güneydekinin üst bölümünde ağaçlar bitmiş, küçük bir gökyüzü bahçesine dönüşmüştü. Kuzeydeki kule ise onarımdaydı. Meydana bakan cephede, taşa kazınmış pek çok figür yıpranmıştı. Oysa 900 yıllık yapıya dış cepheler sadece 270 yıl önce eklenmişti...
Meydanın güney çıkışına doğru yürürken kulağıma kelt arpından gelen ezgiler çalındı. Sokak müzikçisi Santi Pintos’un ezgileri katedralin duvarında yankılanıyor, geçenler ilgiyle dinliyordu. CD’lerini satıyordu Pintos...
Katedralin duvarlarını izleyerek, güney cephesindeki havuzlu Praterias Meydanı’na ulaştım. Burada da şehre yeni varmış sırt çantalı yürüyüşçüler arkalarına katedrali alıp hatıra fotoğrafı çektiriyordu. Havuza bağlanan Vilar Sokağı’na girdiğimde uzun bir kuyruk dikkatimi çekti. Camino yürüyüşçüleri sertifika için sıra bekliyordu. Her yaştan, her ulustan yürüyüşçü vardı aralarında. Binaya girip, işlemleri izledim. Sonra kapıda İspanyol Griccermo Montero ile sohbet ettim. 200 kilometre yürüdüğünü söyledi gururla, damgalı karnesini ve sertifikasını gösterdi...
SOKAKTAN ÖYKÜ AKIYOR
Tarihi yapıların sıralandığı dar sokaktan yürürken gözüm hediyelik eşya satan mağazaların vitrinlerindeydi. İstiridyeli, minyatür su kabaklı boy boy ağaç yürüyüş sopaları, Camino simgeli seramikler, takılar, istiridye kabukları satılıyordu mağazalarda. Bir kafeye oturdum. Gelen geçeni ve sokağı incelemeye başladım. Kimileri ahşap sütunlar üzerinde duran yapıların en genci 3-4 asırlık olmalıydı. UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınan tarihi bölge öylesine iyi korunmuştu ki, ziyaretçileri dünün dünyasına taşıyordu. Sokaktan geçenlerin neredeyse hepsi turist ya da yürüyüşçüydü. Birkaç Santiagolu yaşlıya rastladım sadece, onlar da hostel broşürü dağıtıyordu. Çantasını hostele bırakan Caminocular, şıpıdık terlikle sokakları arşınlamaya başlamıştı. Karşı yönden gelenler sık sık birbirini kucaklıyordu. Bunlar parkurun bir bölümünde karşılaşıp, dost olmuş yürüyüşçülerdi. Camino Yolu pek çok dostluğa, aşka, evliliğe vesile oluyordu. Yüzlerdeki sükûnet, huzur dikkat çekiciydi. Bir anda şunu fark ettim ki, önümden her biri yazılmaya değer onlarca öykü akıp gidiyordu. Hayatını değiştirmek, geçmişi geride bırakmak isteyen bu karakterlerin her biriyle uzun uzun sohbet etmek isterdim...
Sonra aklıma iki ünlü Camino yürüyüşçüsünün kitapları geldi. Paulo Coelho “Hac” adıyla Türkçeleştirilen kitabında düşle gerçek arasında bir yolculuğu anlatıyor, edebi bir dil ve kurguyla tuhaf, mistik olayları sıralıyordu. Shirley MacLaine ise “Bir Ruh Yolculuğu”nda doğrudan yaşadıklarını anlatmıştı. O da inanılması zor düşsel olaylar, illüzyonlardan bahsediyordu. İki kitap da tuhaf şekilde benzer fikirle sona eriyordu. Bu uzun, zorlu yolculuğun, günler süren doğayla meditasyonun sonunda Tanrı’yı kendi içlerinde bulmuştu ikisi de. Tıpkı İranlı sufi şair Feridüddin-i Attar’ın 800 yıl önce yazdığı Mantıku’t Tayr’da anlattığı gibi...
TÜM GÜN TARİHİ BÖLGEYİ GEZDİM
Franco Sokağı
Santiago de Compostella katedral sayesinde kurulan bir şehirdi. Surla çevrili tarihi bölge ülkenin en eski üniversitelerinden birini, birbirinden güzel mini meydanlarını, çok iyi korunmuş yapılarını barındırıyordu. Sur dışında ise 100 bin nüfuslu modern bir kent vardı. Tarihi bölgeyi gün boyunca adımladım. Taş yapılar, kaldırımlar arasındaki biblo gibi Fonseca Meydanı’nda farklı uluslardan turistlerin sohbetlerini izledim. Franco Sokağı’nda ayaküstü suluboya Camino resimleri çizen Koreli genç kadın ressam Young Park’la sohbet ettim. “3 yıl önce yürüyüşe gelmiştim, burada kaldım” diyordu. Franco Sokağı’ndaki tepeleme ıstakoz dolu akvaryumların ardındaki restoranlara, pulperia adı verilen ahtapotçulara girdim. Her türden deniz ürününü tattım. Haşladıktan sonra makasla kesip, üstünde zeytinyağı gezdirdikleri ahtapotlara bayıldım, gelen hesaplara şaşıp kaldım. İstanbul’dan sonra her yer çok ucuzdu...
Tarihi katedralde saat 17.00’de düzenlenen meşhur tütsü ayinine zor yetiştim. Her gün saat 12.00’de hacıları karşılamak, 17.00’de şehri hacıların getirdiği hastalıklardan korumak için ayin yapılıyordu... İkincisinde dev bir buhurdanlık 5 rahibin çektiği halat yardımıyla katedralin tavanına kadar uçuruluyordu.
MUCİZEVİ YAPIYA HAYRAN KALDIK
Katedralin çatısına tırmanıp kente tepeden baktık.
Havada uçan buhurdanlık gösterisi kazasız tamamlandıktan sonra İngilizce rehberli katedral turuna katıldım. İki grup, 30 kişi çatıya tırmanıp kente tepeden baktık. Kayrak taşından kiremitlerin üstünden yürürken, duvarlardan fışkıran aslan, kurt figürlerini seyredip mucizevi yapıya hayran kaldık. Ana katedral 11’inci yüzyılda, onu çevreleyen cepheler, kuleler 18’inci yüzyıla aitti. Hacılar doğudaki cehennem kapısından giriyor, batıdaki cennet kapısından çıkıp Finistèr’e doğru devam ediyordu. Fakat cennet kapısı sadece 25 Temmuz’daki Aziz Yakub Bayramı’nın pazara denk geldiği günlerde açılıyordu. Bir sonraki tarih 2021’di.
Çatıdan indiğimde zemin kattaki Büyük Yakub’un mezarını ziyaret ettim. Daha sonra altarın arkasında, tüm kiliseye hâkim konumdaki altın kaplamalı büstüne çıktım. Ziyaretçiler büstü kucaklıyor, sevgiyle öpüyordu. Sanki ailelerinden biriymişçesine.
Katedralden ayrıldığımda hava kararmak üzereydi. Obradoiro Meydanı’nın bir ucunda hâlâ Pintos arp çalıyordu. Katedralin karşısındaki belediye binası ise pelerinli, gitarlı Santiago şarkıcılarına sahne olmuştu. Kol kola girip dans eden turistleri görünce o yöne yöneldim. Tuna de Derecho neşeli şarkılar söylüyor, CD’lerini satıyordu. Günün üçüncü CD’sini de onlardan aldım.
Meydanda başımı gökyüzüne çevirdiğimde “yıldız tarlası” bulutların ardına saklanmıştı. Franko Sokağı’nda atıştırmalık turuna çıktım. Daha önce rastlamadığım deniz ürünlerini tattım. Sonra barlar, kafelerin sıralandığı sokaklardan geçip kentin en beğendiğim köşesine attım kendimi. Felsefe Fakültesi’nin önündeki parke taş kaplı, bir yönü sur duvarlarıyla çevrili meydanda, kentin yerlilerine hitap eden üç bar/restoran kapanmak üzereydi. Amerikalı yazar Hemingway’in müdavimi olduğu kafe boşalmıştı. Girişteki Hemingway canlandırmasına göz atıp kaldırımdaki bir masaya oturdum. Kahve eşliğinde Hemingway’in buradan geçtiği yıllardaki hayatı hayal ettim...
Otelin yolunu tuttuğumda yağmur başlamıştı. Gün boyunca tanık olduğum coşkuyla doluydu zihnim. Bir zamanlar hacıların gecelediği odalardan birinde uyuyacaktım. Kim bilir, belki de Coelho’nun, MacLaine’in düşsel kahramanlarıyla karşılaşacaktım. Ve sabah, Camino Yolu’nda yürüme kararlılığıyla uyanacaktım...
100 KM SERTİFİKA
İspanya Turizm Ofisi yürüyüşçülere alternatif programlar sunuyor.
Geçmişte sadece hac amacıyla yürünen Camino Yolu, şimdilerde doğayla meditasyon yapmak isteyenlerin tercihi. Camino, yani ‘yıldız tarlası’ndan geçen kendisiyle yüzleşiyor, tamamladığında yeni bir hayata başlıyor. Rotanın ilk yürüyüşçüsü Fransız rahip Aymeric Picaud. 1123’te biri rehber, toplam beş kitap yazdı yol üzerine. Sayesinde Roma ve Kudüs’ten sonra Hıristiyan dünyasının üçüncü önemli hac yolu haline geldi Camino. Santiago de Compostela’da resmen, Finistère’de tercihen sona eren yolun 7 farklı rotası bulunuyor. Güneyden gelenler Lizbon’dan yola çıkıyor. Popüler olanı Fransa’daki Saint Jean Pied de Port’tan başlayan, 40 gün süren 700 km’lik parkur. Yola çıkarken alınan karne ile kilise ve belediye hostellerinde 6-7 euro’ya gecelemek mümkün. Her durakta karnesini damgalatanlar Santiago’da sertifika alıyor. Bunun için yürüyerek en az 100 km, bisikletle 200 km kat etmek gerekli.İspanya Turizm Ofisi yürüyüşçülere alternatif programlar sunuyor. Galiçya Turizm Ofisi ise son 140 kilometrelik parkur için 7-8 günlük tur programları hazırlamış (www.tourgalicia.es).
EFSANELER İÇ İÇE
12 Havari’den biriydi Büyük Yakub. Hz. İsa’nın “Dünyanın sonuna kadar git, Hıristiyanlığı yay” talebi üzerine Kudüs’ten yollara düşmüş, Anadolu ve Avrupa’yı aşıp Galiçya’ya “dünyanın sonu” olarak bilinen Galiçya’ya, Finisterre Burnu’na kadar gitmiş, İber Yarımadası’na inançlarını yaymıştı. Dönüşte, 44 yılında, bizzat Kral Herod tarafından başı kesilerek öldürüldü. İlk havariydi öldürülen. Rivayete göre dostları onu boş bir tekneye koydu, denize bıraktı. Tekne sürüklenerek Galiçya sahillerine vurdu. Balıkçılar istiridyeyle kaplanmış, fakat bozulmamış cesedi bugün Santiago de Compostela kentinin bulunduğu mezarlık alanına taşıyıp toprağa verdi. 813 yılında bir çoban gökyüzündeki aşırı parlak yıldızı izleyerek, mezarına ulaştı. Durumu kardinale bildirdi. Olay Kral 2’nci Alfonso’ya aktarıldı ve mezarın bulunduğu yere ilk katedral inşa edildi. 100 yıl sonra şehir mağribi istilasına uğradığında Büyük Yakub’un mezarı da yağmalandı. Kaybolan kemikler, 1884’te bu kez bir keşişin gördüğü rüya sonucu bulundu, Papa onayından geçirildikten sonra bugünkü yerine yerleştirildi. Büyük Yakup, İber Yarımadası’nın azizi kabul ediliyor ve her yıl 25 Temmuz’da festivalle anılıyor. En coşkulu festival Santiago de Compostela’da yapılıyor. Sokaklar bir haftalığına kelt müziği çalan gruplar, Galiçya yemekleri satılan tezgâhlar, dans eden turistlerle doluyor. THY, cumartesi hariç haftanın 6 günü 1400 TL’den başlayan fiyatlarla gidiş dönüş uçuyor.