Ebru Aykut Öztürk / Hürriyet Seyahat Gezgini Instagram: @renklirotalar | Fotoğraflar: Ebru Aykut, Alamy
Ödülün tadını bu cennet gibi yerde çıkardılar! Özel jet, muazzam bir şelale ve harika plajlar…
Dün akşam Survivor 2020’nin yeni bölümünde büyük ödül oyunu heyecanı yaşandı. Dominik Cumhuriyeti’nin yeşil ve mavi güzeli Samana’da içinde özel jetin, muazzam bir şelale ve saklı cennet içeren büyük ödül için takımların mücadelesi nefes kesti. Özellikle ödülü kazanan kırmızı takımın şelale gezisinde ortaya çıkan görüntüler büyüleyiciydi… Peki Samana nerede? Survivor yarışmacıların gittikleri şelalenin adı ne? Hürriyet Seyahat Gezgini Ebru Aykut Öztürk (Instagram: @renklirotalar) geçen yıl gezdiği bölgeyle ilgili detayları yazdı. İşte Samana ile ilgili bilgiler…
Samana Bölgesi; Dominik Cumhuriyeti’nin Santo Domingo ve Punta Cana’dan sonra gelen en meşhur ve turistik bölgelerinden bir tanesi. Dünyanın en geniş palmiye çeşidi bu bölgede bulunuyor.
Tüm bu güzellikleri bir arada görebileceğiniz doğal parkları, şelaleleri, gölleri, mağaraları ve palmiye ağaçları ile kaplı plajları ile doğa aşığı insanlar için Samana Bölgesi enfes güzellikte. Dahası her yıl Ocak – Mart aylarında Samana körfezinde doğum yapan kambur balinaları izlemek için bile binlerce turist bu bölgeye akın ediyor.
Samana Bölgesi; ana şehir Santa Barbara de Samana (Kısaca Samana diye kullanıyorlar) Las Galeras, Las Terrenas, El Limon ve Sanchez kasabalarından oluşuyor. Las Galeras dünyanın en güzel plajları sıralamasında ilk 10’da yer alan Rincon Plajı ile, El Limon da şelaleri ve tropikal ağaçlarıyla meşhur.
Las Terrenas ise Türkler için Survivor demek ama turistler için birbirinden güzel cennet plajlar anlamına geliyor. Bölgede turizm hızla gelişiyor, gelişim tamamlanmadan her köşesi bu kadar el değmemiş ve doğalken bir gün mutlaka Samana ile buluşmanızı tavsiye ederim.
Plajlar: Samana Bölgesi’nde tüm plajların üç ortak özelliği var: Turkuaz renkli kristal berraklığında suları, bembeyaz yumuşacık kumları ve kıyılarına inci gibi dizilmiş palmiye ağaçları. Plajlar aşırı turist istilasında değil, lüks oteller ya da restoranlar tarafından kapatılmamışlar. Yerel halk zaten nehir ya da göllerde serinlemeyi tercih ediyor.
Çeşme ya da Saint Tropez’deki gibi adım başı fahiş fiyatlı beach clublar zaten beklemeyin. Tamamen doğanın içerisindesiniz, insanın kafasını dinlediği huzur bulmak için bu cennet plajlar. Bu arada aşağıdaki meşhur plajlar listesinin haricinde de bölgede gezerken ansızın muhteşem berraklıkta farklı plajlara da rastlarsanız şaşırmayın. Ben bir gün atv ile dolaşırken kayboldum ve kendimi bir anda bulduğum plajın güzelliğine âşık oldum.
Gelelim dün akşam Survivor izleyicisini mest eden o şelaleye…
Burası El Salto Del Limon… El limon şelalesi, Samana bölgesindeki en turistik aktivitelerden birisi aynı zamanda Survivor yarışmacılarının da ödül oyunu kazandıklarında piknik yapmaya gittiği yer. Bu aktivite için bulunduğunuz lokasyona göre 65 Dolar’ı gözden çıkarmanız gerekiyor.
Öncesinde sizi belirlenen saatte otellerinizden alıp şelalenin bulunduğu köye götürüyorlar. Dağın eteğinde yer alan köyde korunma amaçlı kask takıp plastik botlar (zorunlu) giyiyorsunuz ve sizi bekleyen atlardan birini seçip rehberiniz ile birlikte yola koyuluyorsunuz. At sırtında gezinti yerel köylü rehberler eşliğinde yaklaşık 30 dakika sürüyor.
Yokuş yukarı patika yollardan çamurlardan taşlık yerlerden geçtiğiniz için insan ister istemez biraz tedirgin oluyor. Atlar her gün durmadan bu yolu çıkıyor iniyor ve aktiviteyi yapanların yanında rehberler de oluyor. Şelaleye çıkarken ve dönerken gidilen bu yarımşar saatlik yolda yeşilin her tonu görülmeye değer.
Yeşilin binbir tonu devam ederken suyun sesi gelmeye başlayacak, önce nehirler görülüyor. Sonra attan inip yükselen su sesleri eşliğinde 300 basamakcık daha inildiğinde karşı da şelaleler…
Samana bölgesinin en güzel yeri
El Salto Del Limon şelaleleri elbette çok güzel ama size el değmemiş bir vahadan bahsetmek istiyorum: Parque Nacional Los Haitises… Burası milli park, Dominik Cumhuriyeti’nin el değmemiş vahasına bir keşif yolculuğu olarak düşünebilirsiniz.
Katamaran ile yaklaşık 30-40 dakika parka doğru keyifli ve hızlı bir yolculuk yapılıyor. Özellikle parka yaklaştıkça bu bölgenin aynı zamanda subtropikal yağmur ormanlarına ev sahipliği yapmasından dolayı gökyüzü bir kapanıp bir açıyor, ara ara yağmur çiseliyebiliyor. Yolda buranın milli içkisi rom ücretsiz dağıtılıyor.
Park’a yakınlaştıkça uzaktan tek kara parçası gibi görünen park, yavaş yavaş günyüzüne çıkıyor ve her birinde sadece Karayipler’e özgü endemik canlıların yaşam alanları olan yemyeşil adaları keşfetmeye başlıyorsunuz. Katamaran irili ufaklı tüm adaların etrafında dolaşıyor. Bazıları sadece bu parka özgü olan ve burada yaşayan kahverengi pelikan (alcatraz), feragat kuşu (magnificent frigatebird), hispanic amazon kuşu (Hispaniolan amazon), peçeli baykuş (barn owl ve stygian owl) vb. sayısız kuş türünün yuvaları bu adalarda gözlemleniyor.
Bu bölge aynı zamanda Taino yerlilerinin yani Dominik Cumhuriyeti’nde ilk yaşayan halka da ev sahipliği yapmış. Mangrove ormanlarının arasında süzülüp katamarandan inip adaların içerisinde yer alan farklı mağaralara ayak basılıyor. Bu mağaralarda yer alan çizimler ve oluşumlar ile Taino yerlilerinin yaşam izlerine şahitlik etmek gerçekten harika…