Yıldırım GÜNGÖR / Fotoğraflar: Yıldırım Güngör, Alamy
Eski 40 derecede sıra dışı yaşam! Türk gezgin öyle şeyler yaşadı ki...
Soğuk bir kış akşamı otobüsten indiğim Karakurum otogarında taksi bulmaya çalışıyorum. Hava kararmak üzere ve çok soğuk. Tüm şoförlere İngilizce bilip bilmediklerini soruyorum. Biri “Eh” der gibi bir işaret yapıyor. Anlaşıyoruz. Buralarda bir araban varsa taksi hizmeti verebiliyorsun. Benim şansıma eski püskü bir minibüs düşüyor. Minibüse binip otele giderken son birkaç günüm geçiyor gözlerimin önünden...
Hiçbir sorun yaşamadan her yere gidebilirsiniz. Bir kentin ruhunu anlamak istiyorsanız, kentin geçerek dokusunu ve insanlarını keşfedin. Tüm metropollerde kent merkezleri genellikle aynı sıkıcılıktadır.
Türkiye’de üniversitede okuyan bir genç kızın yardımıyla doğru yere bilet alabilmiştim. Ertesi gün sadece ön kapısı olan bir otobüse binmiş ve Karakurum’a kadar muhteşem bir kış peyzajı eşliğinde yolculuk yapmıştım.
Uçsuz bucaksız kar çölü ortasında
Düşüncelerimden uyandığımda otelin önünde durmuştuk. Japonların yaptırdığı ve ben oradayken sürekli kapalı olan müzenin karşısındaki otele vardığımızda şoförle ertesi gün için anlaşmıştım.
Düşüncelerimden uyandığımda otelin önünde durmuştuk. Japonların yaptırdığı ve ben oradayken sürekli kapalı olan müzenin karşısındaki otele vardığımızda şoförle ertesi gün için anlaşmıştım.
Geldiği saatte bile hava dışarı çıkılamayacak kadar soğuktu. Dışarıda bizden başka kimse yoktu zaten. Uçsuz bucaksız bir kar çölünün ortasında belli belirsiz devam eden yolu takip ediyoruz. Göktürklerin bir zamanlar at koşturduğu bozkırdayım.
Sağımda solumda kilometrelerce uzanan ince karla kaplı bir ova var. Hava çok soğuk ama kar çok az. “Yazın neyse de kışın nasıl yaşamışlar burada” diye düşünürken bacalarından duman tüten, önlerinde hayvanların olduğu tek tük yurtlar görmeye başladım bozkırın ortasında. “Hâlâ yaşıyorlar, gelenek devam ediyor” dedim içimden.
Şoförüm gayet sakin ve neşeliydi. Çat pat sohbet ederek epey bir yol aldık. Yol bazen rüzgârın yığdığı karla kapanıyordu. Minibüs bir yolunu bulup geçiyordu bu karla kaplı engelleri. Bir yokuşu sarsıla sarsıla ama devrilmeden inmeyi başardık.
Birkaç küçük köyü geçtikten sonra ileride bir müze göründü. “Burası” dedi. Ancak müze kapalıydı ve etrafta kimse yoktu. Orhun Anıtları ve buradaki kazılardan çıkan tüm eserler için Türkiye bir müze yaptırmış. Dış koşullardan zarar görmesinler diye Orhun Anıtları da bu müzeye konmuş. Buraya kadar bu iki anıtı görmeye gelmiştim ama sanırım göremeden dönecektim.
Şoförüm kimliğini gösterince bekçi birden üstünü başını toparladı, daha saygılı davranmaya başladı ve müze giriş ücreti karşılığında kapıyı açtı. Meğer şoförümün bölge parlamentosunda önemli bir görevi varmış. Boş zamanlarında taksicilik yapıyormuş.
İçeri girdim ve tüm eserleri tek tek dolaştım. Heykeller, takılar ve diğerleri... İçerisi daha soğuk. Fotoğraf çekerken ellerim donacaktı neredeyse. Müzenin en geniş bölümüne doğru heyecanla ilerlemeye başladım. En nadide eserler burada sergileniyordu. İki granit sütun, birbirlerinden bir metre uzakta, zamana meydan okur gibi duruyordu. Tarihte Türk kelimesinin geçtiği ilk yazılı belgeydi bunlar ve taşa yazılmışlardı. Anıtlara dokundum.
Yaklaşık 1270 yıl önce yapılırken benim dokunduğum noktalara kim bilir kimler dokunmuştu. Anıtı yapan, yazıları yazan Yollug Tigin’di. İşte tam bu noktada zaman durmuş ve ben bir anda onlar olmuştum sanki. Ürperdim birden. Müzede yaklaşık iki saat zaman geçirdim. Bilge Kağan’ın altın tacı son gördüğüm eser oldu ve arabaya döndüm.
Buzda futbol oynayan Moğol kadınları
Sorun çıkaracağından emin olduğum yokuşa kadar sorunsuz geldik. Şoförüm burada yoldan çıkarak araziden gitmeye başladı. Yaklaşık 1 kilometre kadar sert karın üzerinde gittikten sonra yokuşun arkasına dolandık. Yol karşımızdaydı ancak çıkamadık. Çünkü yola çıkan nokta biraz dikti ve arabanın arkası zemine takılıyordu. Yaklaşık 20 dakika kadar uğraştık ama arabayı asfalta çıkaramadık.
Sorun çıkaracağından emin olduğum yokuşa kadar sorunsuz geldik. Şoförüm burada yoldan çıkarak araziden gitmeye başladı. Yaklaşık 1 kilometre kadar sert karın üzerinde gittikten sonra yokuşun arkasına dolandık. Yol karşımızdaydı ancak çıkamadık. Çünkü yola çıkan nokta biraz dikti ve arabanın arkası zemine takılıyordu. Yaklaşık 20 dakika kadar uğraştık ama arabayı asfalta çıkaramadık.
Kış mevsiminde yoldan bir arabanın geçmesi ise mucizeydi. Ben kalan yolu bu havada yürürsem başarabilir miyim hesabı yapmaya başlamıştım bile. Tam umudu kesmişken birden sağdan soldan birkaç kişi beliriverdi. Nerden geldiler, nasıl geldiler anlamadım. Uzaklarda birkaç yurt gözüküyordu. Oradan bizi görmüşler ve yardıma gelmişlerdi. Kısa sürede arabanın arkasını kaldırarak yola çıkardık.
Şoför bana dönerek “Gördün mü bak, çıkmayı başardık” dedi gülerek. Yolun geri kalan kısmı şoförümün söylediği Moğol şarkılarıyla keyifli geçti. Ertesi sabah otelden çıkarak kenti çevreleyen tepelerden birine tırmandım. Yükseldikçe tüm kent ayaklarımın altında kaldı. Aşağılarda, uzaklarda bir yerlerde masmavi bir uzantı çarptı gözüme. Bayaz örtünün arasında kıvrıla kıvrıla uzanıyordu. Orhun Nehri olmalıydı. Efsanevi Orhun Nehri tamamen donmuştu. Buz üzerinde yaklaşık 40 kişilik bir grup vardı. Aralarına katıldım, kısa sürede onlardan biri oldum. Tümü öğretmen olan grup pikniğe gelmişti. Derken buzun üzerinde çift kale maç yapmaya başladılar. Kadınlar futbol oynuyor, erkekler nehrin kıyısında mangalları hazırlıyordu.
Birlikte yemek yedikten sonra grupla vedalaşıp Erdene Zuu Manastırı’na doğru yürümeye başladım. Bölgedeki en önemli Budist manastırların başında geliyor. Eski Moğol hanları zamanında yapılmış. Tibet tarzı mimarisi görülmeye değer. Etrafı yüksek duvarlarla çevrili manastır, oldukça geniş bir alana yayılıyor. Ana avluya giriş serbest ama ana binaya giriş ücretli. Burada da yaklaşık 2 saat geçirdikten sonra Karakurum defterimi kapattım.
Güvenli ve ucuz
Moğolistan son derece güvenli ve ucuz bir ülke. Tek sorun uçak bileti. Uygun bir bilet bulursanız, hiç durmayın gidin derim. Herkes samimi ve doğal. Kimse kazık atmaya çalışmıyor. Konaklama için geceliği yedi dolardan 100 dolara kadar farklı seçenekler var. Ben yedi dolara bir hostelde kaldım.
Moğolistan son derece güvenli ve ucuz bir ülke. Tek sorun uçak bileti. Uygun bir bilet bulursanız, hiç durmayın gidin derim. Herkes samimi ve doğal. Kimse kazık atmaya çalışmıyor. Konaklama için geceliği yedi dolardan 100 dolara kadar farklı seçenekler var. Ben yedi dolara bir hostelde kaldım.
Yemek, özellikle et çok ucuz. Çiğbörekleri aynen bizdeki gibi. Şaman ayininde yediğim mantı ve erişte çorbasının bizim yemeklerden bir farkı yok. Tüm çorbalar çok lezzetli ve bol etli. Kısacası Moğolistan hem kültür hem de yemek olarak hiç yabancılık çekmeyeceğiniz bir yer. Havanın çoğ soğuk olması sakın ürkütmesin. Kışın gitmek benim tercihimdi. Bahardan itibaren hava çok güzel oluyor.