Fosforlu fare neye yarar?
*
Hatırlarsanız, 1997’de ajanslar bir haber ve korkunç bir fotoğraf geçti abonelerine: Osaka’da bir laboratuvarda ‘elde edilen’ FOSFORLU FARELER. Bööyle karanlıkta vıcır vıcır oynaşan yeşil yeşil şeyler... Genetik uzmanları bu ‘başarıyı’ bir tür denizanasından alınan ‘flüorışıl’ (yani fosforlu) bir geni fareye naklederek elde etmişlerdi.
Ardından, 2000 yılında bu sefer İskoçyalı araştırmacılar aynı metodu kullanarak...‘susuz kalınca yeşil ışık yayan patates’ geliştirdiler.
Sonra - galiba 2003’teydi - sıra ‘fosforlu akvaryum balığı’na geldiydi.
Aradan üç sene daha geçti. İnsanoğlunun ‘araştırma – deneme – kurcalama’ merakının sınırı ve sonu yoktur. Dünyanın bir köşesindeki bir laboratuvarda, karanlıkta yeşil yeşil parlayan bir HULK geziniyorsa, hiç şaşmam!
*
Diyeceksiniz ki, ‘Merakın ve denemenin ötesinde, bu buluşlar gerçekten NEYE YARAR?’
Bu güzel soru için teşekkür ederim. Başka sorusu olan varsa, onları da alalım...
(Bu arada buyrun size ‘Une souris verte
*
Konuya dönelim...
Hadi fosforlu akvaryum balığını anladık. Gece, ışıkları söndürüp evinizin bir köşesindeki akvaryumda yeşil yeşil parlayan Japon balıklarını seyrederektene şey yapmamın, yani ne bileyim ben, mesela hayale dalmanın tadına doyulmaz.
Fosforlu patateslerin de bir ‘pratik’ faydası (en azından bahanesi) açıklanmıştı o zaman: patatesler ‘susayınca’ parlayarak haber verecekti. Hedef, ‘patates tarımı için ideal sulama miktarını’ belirleyerek, üretimi (iki üç katı) arttırmak idi. Tabii bu GDO (genetiği değiştirilmiş organizma) papatesler, tüketim için değil, tarlalarda bir tür ‘uyarıcı’ olarak kullanılacak... demişlerdi o zaman.
Peki ya fosforlu fareler? Karanlıkla parlayan yeşil fare ne işe yarar?
Diyeceksiniz ki... ışığı söndürüp, kafesinde ha babam de babam koşturan bir ‘ışıltılı hamster’ seyretmek niye olmasın?
Şaka bir yana bu GDO (genetiğiyle oynanmış) hayvanlardan daha doğrusu Allah’ın garibi farelerden istenin / beklenen nedir?
Laval’da yapılan ‘Evcilleştirilmiş biobilim’ konferansında McGill Üniversitesi Kanser Enstitüsü Müdürü Dr.Michael Tremblay açıklıyor:
Özellikle bu ‘fosforlu’ farelerin embriyoları, fare klonlamak için ‘kök hücre’ elde etmede kullanılıyormuş.
Bu arada, genetik uzmanları ‘deneme-yanılma’ metoduyla çalışırmış. Farelerini bir Lego oyunu gibi ‘yaparlar’ imiş. (Öncü yahut regülatör denilen) Genleri tek tek ekler yahut çıkarırlarmış. Ondan sonra farenin ne tür hastalıklar geliştireceğini, yahut hangi hastalıklara karşı direnç kazanacağını gözlemlerlermiş.
“Binlerce gen var ve pek çoğunun işlevini bilmiyoruz” diyor Dr. Tremblay, “Böylece, hastalıkları tanımlamak, tedavi etmek, yeni ilaçlar geliştirmek için yeni gereçler elde etmeye çalışıyoruz...”
Peki niye fareler? Çünkü insanın genitik yapısıyla fareninki birbirine çok benzermiş. Her ikisinde de yaklaşık 35 bin gen varmış, çoğunun da işlevi aynıymış.
Mesela Tip-2 diyabete dirençli bir fare ‘elde edilmesi’ sayesindedir ki milyonlarca insanı mağdur eden bu hastalığa karşı önemli bir zafer kazanılmak üzereymiş.
Fareler üzerinden yürütülen kök hücre çalışmaları sayesindedir ki, mesela...
- Genetik hastalıkları olan karı kocaların sağlıklı çocuk doğurmaları
- Yanık tedavisinde vücudun reddetmeyeceği deri elde edilmesi
- Yahut radyoterapi ve kemoterapi gören hastalara omurilik nakli alanında yeni umutlar doğmakta imiş...
Tabii bu arada bilimin ‘tutturamadığı’ da oluyormuş.
Mesela ‘örümcek-keçi’ projesi yatmış.
Hatırlar mısınız, Kanadalı bilimadamları ‘memesinden süt yerine örümcek ağı gelen bir keçi’ yaratmışlardı. (Örümcek ağı çelikten sağlam, naylondan esnek, saç kılından ince imiş. Yani insanın üretebildiği en iyi üründen kat kat üstün...) İşte bu keçi ‘örümcek ağı’ üretmediği gibi, sütü de bir halta yaramıyormuş...
*
Bütün bunları size niye anlatıyorum.
Elin gâvurunun ne lüzumsuz işlerle vakit kaybettiğini anlayın da şeyinizle gülün diye!
Hayatta, Emina’nımın türbanının derdiyle, mühendis imamın devesiyle ve kimilerinin ebesiyle iştigal etmek varken...
(Yukarıdaki şarkıyı sevdiyseniz bir tane de İtalyan şarkısı. Angelo Branduardi’nin sesinden Alla fiera dell'est