GeriSeyahat Fiyortlardaki balıkçı köyü: Flam
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Fiyortlardaki balıkçı köyü: Flam

Fiyortlardaki balıkçı köyü: Flam

Norveç’in en derin fiyortlarından Sognefjord kıyısında küçük bir balıkçı köyü Flam. Cem Önder, İskandinavya’da sonbaharda neler yapılabileceğini Oslo’dan Flam’a yaptığı bir yolculuğun izinde yazdı. El değmemiş nehirler, şelaleler ve ormanların süslediği bir rotada ilerleyen Önder’i Flam’da fiyordun eşsiz manzarası karşıladı.

Bu yaz mevsimini sıkça kuzey göğünün altında geçirdim. Artık onu daha yakından tanıyorum. Bu coğrafyayı, uzak topraklardan gelen birinin sempatisi ile değil, tanıdık bir yüzü sever gibi seviyorum.
Sonbaharda kuzey göğünün renginde soluk, derin ve temiz bir mavi, ışığında ise taze ve bitimsiz bir yumuşaklık vardır. Kuzeyin kokusu ise sabittir. Orada, metropollerden ve ağır sanayiden uzakta, yaşlı ormanların dağıttığı saf oksijenin rayihasını duyarsınız. Bu mevsimde kuzeyde tahmin edilemezlik de vardır. Kuzey Denizi’nden yahut okyanustan toplanıp gelen yağmur yüklü gri bulutlar bir öğleden sonra ansızın tüm ışığı alıp götürebilir. Ve burada doğa tüm unsurları ile sanki sabittir. Evren, insanın ona biçtiği o her şeyi kemiren hızla değil de kendi ahenginde hareket ediyor gibidir. Yine de birkaç aya kalmaz soğuk ve yalnız bir karanlığın geleceğini bilir ve ürperirsiniz. Tüm bunlar ruhumuzda iz bırakır, hayal gücümüzü biçimlendirir.

Bana öyle geliyor ki kısa süren yaz mevsimi, sanki bilinçaltına işlenmişçesine tüm kuzey insanının da hayat tarzını işte böyle derinden etkileyip şekillendirmiştir. Birbirinden ayırt edilemeyen günlerin ardı ardına akıp gittiği tekdüze uzun bir yaz yoktur burada. Onun yerine, sınırlı bir zaman ve bunu bilen insanlara özgü bir hayatı sahiplenmişlik var Kuzey Avrupalılarda. İskandinav insanı, çok da uzak olmayan bir gelecekte bastıracak soğuk ve karanlık günlerde ister istemez biraz izole olacağını biliyor ve hayatın açık havada geçen zevklerine dört elle sarılmak istiyor.

BAŞKENT OSLO

Fiyortlardaki balıkçı köyü: Flam


İşte Norveç’in başkenti Oslo, yazdan sonbahara uzanan mevsimde tam da böyle bir yer. Gün ışığının hiçbir zaman kaybolmadığını, gecenin geç saatlerinde sadece biraz inceldiğini ama loş aydınlığın her daim devam ettiğini hayal edin. Gecenin derinliğine ilerleyen saatlerde bile iyi bir uyku çekmek için kalın perdelerinizi çekmeniz gerekir. Fakat bu şık kentte neden kendinizi uykuya teslim edesiniz ki?
İskandinav coğrafyasında Oslo’dan Stockholm’e uzanan görünmez bir çizgi, medeniyetin sınırını, insanların yerleşebilecekleri büyük kentleri de belirlemiş gibidir. Bu iki İskandinav başkenti hemen hemen aynı kuzey enleminde yer alırlar. Bu hayali çizginin kuzeyinde elbette bazı tenha kentler bulunur bulunmasına ama kuzey, ekseriyetle uzayıp giden ormanların, irili ufaklı yüzlerce gölün oluşturduğu insansız bir dünya gibidir. Burada doğa evcilleşmemiştir, kendisi gibidir.

İSKANDİNAV ORMANLARINDA

Fiyortlardaki balıkçı köyü: Flam


Yollar orman dokusunun içinde kıvrılarak uzayıp gidiyordu. Bu keyifli yol kâh yükselip kâh alçalırken arada sırada buz gibi suları olduğuna emin olduğum bir nehrin yatağı, yolun hemen yanı başına geliyordu. Geçit vermez zor coğrafyaları aşmak isteyen insanoğlunun bir nehir yatağını izleyerek milyonlarca yıllık bir aşındırmanın yardımını aldığını, yollarını nehir yataklarının izinde inşa ettiğini biliyordum. Bu nehirler kar ve buzun kısmen çözüldüğü ılık mevsimde debilerini yükselterek akıyorlar, genellikle de sırtını yasladığı çam ağaçlı tepenin görüntüsünün yansıdığı buzul göllerine kavuşuyorlardı. Eğer izlenimci sanat, yeryüzünü eksiksiz olarak resmetmek ise bu göller en iyi tuvallerdi.
Böyle bir su parçasının kenarına kurulmuş iki katlı, aşı boyalı bir Norveç kır evinde mola verdiğimde kahvemi ve civardaki ormanlardan geldiğine emin olduğum envai çeşit meyvelerin biriyle hazırlanmış turtamı istedim.

Fiyortlardaki balıkçı köyü: Flam


İskandinavya’daki yol kenarı mola yerleri işte böyleydi. Yoğun bir yolcu trafiğinin olmadığı bu yollarda, tek tip organize mola tesisleri de inşa etmeye pek gerek kalmıyordu. Alt kat kendi halinde bir kafeterya iken üst kat bir moteldi. Ortalıkta pek genç yoksa da tezgâhın arkasında sıcak ve naif gülümsemesi ile Norveçli bir genç kız duruyordu. Yalnızlık çekip çekmediğime emin olamayarak kendi masama bir başıma oturdum. Tek başına yaşama oranının yüksek olduğu İskandinav kültüründe birey olmak ile yalnız olmak arasındaki ince farkı bir süre düşündüm. Etrafa yayılan Amerikan pop kültüründen bir ezgi buraların dünyanın geri kalanından o kadar da kopuk olmadığını hepimize duyurunca keyiflendim. Kız da halinden memnun görünüyordu. Bir dahaki sefere her şeyi bıraktığım gibi bulacağımdan neredeyse emin yola koyuldum.

SU MEDENİYETİ

Fiyortlardaki balıkçı köyü: Flam


Yol devam ediyordu. Mesafe kat ederken aldığımız keyfin tüm dekoratif unsurları yerli yerindeydi. Suyun yoğunluğu artmış, yüksek yamaçlardan özgürce akan tek tük şelaleler de panoramaya eklenmişti. Norveç şüphesiz bir su medeniyetiydi. Akan sular, yüksekten akan sular ve durgun suları aynı karenin içinde seyrederek yeryüzünün kaynaklarının ne kadar değişken dağıldığını düşündüm. Burada su, insan müdahalesine gerek kalmadan özgürce döngüsünü tamamlarken başka yerlerde yeraltı suyuna ulaşmak için bile metrelerce derinliğe inmek gerekiyordu. Yeryüzü değişkendi.

Fiyortlardaki balıkçı köyü: Flam


Oslo’yu geride bıraktıktan saatler sonra, öğlen saatlerine yaklaşırken bu manzarada bir kez daha dramatik bir değişimin yaşanacağını önceki yolculuklarımdan anımsıyordum. Yüzde 40’ı orman dokusu ile kaplı bu ülkenin doğası mesafe kat edip irtifa kazandıkça çoraklaşıyor, gün ışığını geçirmeyen ince uzun çam ormanları yerini granit görünümlü kayalara bırakıyordu. Bu haliyle yeryüzünün bu köşesi, güneş sistemindeki yaşamsız gezegenlerin kraterli platolarından birine benziyordu. Gitgide yükselen, çoraklaşan arazi, derin ve durgun suya ulaşmadan önceki son engeldi. Bu yüksek plato en nihayetinde bir duvar gibi yüksek bir dağ silsilesi ile bitecekti. Burası su ile kara arasındaki son bariyer olmalıydı. Bu eşiği aşınca su ansızın karşımıza çıkacak, tüm bu su medeniyetinin en derin, en etkileyici parçası olarak fiyortlar manzaranın orta yerine kurulacaktı. Geçit vermez dağ silsilesini aşmanın bir yolunu insanoğlu bulmuştu. Dağın içinde bir yeraltı galerisi olarak ilerleyen 24 kilometrelik Laerdal Tüneli, yeryüzünün en uzun tüneli idi. Ötesi ise zümrüt rengi durgunluğuyla büyük derin su.

FİYORTLARA DOĞRU YOLA ÇIKIŞ

Fiyortlardaki balıkçı köyü: Flam


Sabah erken bir saatte, henüz tüm kent derin uykusunda iken, büyükşehir insanlarının işyerlerine yetişmeye çalıştıkları o telaşlı saat henüz gelmemişken Oslo’dan, medeniyetin kuzey çizgisindeki son büyük şehirden ayrılmaya, evcilleşmemiş doğaya yol almaya karar verdim. Norveç’in tenha fiyortlarına olan uzun yolculuğum işte böyle başladı. Fiyortlara, donuk renkli berrak suyun karanın içlerine sokulduğu bu derin yarıklara ulaşmak için az tercih edilen yolu kullandığımı biliyordum. Bu refah ülkesinin zenginliği, Kuzey Denizi’ndeki petrol platformlarından, endüstriyel balıkçılıktan (Avrupa Birliği’ne balıkçılığa koyabileceği kotalar yüzünden endişeyle bakıyorlar), devasa kruvaziyer gemilerini inşa eden tersanelerden geliyor ama ülkeye turizm de hatırı sayılır bir hasılat bırakıyor. İşte bu hasılatın büyük bir yüzdesi de Norveç anakarasının içlerine doğru yüzlerce kilometre sokulan fiyortların derinliğinde suları yara yara yol alan kruvaziyer gemilerinden geliyor.

Oysa ben su üzerinde değildim. Oslo’dan sabah sessizliği içerisinde çıkış yapmış, kentin banliyöleri sayılabilecek irili ufaklı koylarda yüzlerce teknenin dizildiği marinaları gördükten sonra Norveç taşrasına ulaşmıştım. Oslo’nun hemen yanı başındaki marinalarda gördüğüm yüzlerce ufak keyif teknesi İskandinav toplumunun gösterişe yönelmeyen, minimalist çizgilerine güzel bir örnekti. Sözgelimi, Güney Fransa’nın irili ufaklı onlarca yat limanında istisnasız denk geleceğiniz mega yatlara burada rastlayamazdınız. Kuzey, farklıydı.

FLAM'E VARIŞ

Fiyortlardaki balıkçı köyü: Flam


Flam, 350 kişinin yaşadığı eski bir balıkçı köyü olarak bu suyun kenarına konuşlanmıştı. Artık menzile ulaşmıştım. 300 km yolu kat etmek altı saati aşmıştı. Sadece hedefin değil, sürecin kendisinin de keyifli olduğunu kendime hatırlattım. Aşılması zor sıradağların kestiği bu derin buzul yarıkları çatallanarak anakaranın içerisine olabildiğince sokulur. İşte Norveç’in en derin fiyortlarından biri olan Sognefjord, burada Kuzey Denizi’nden 200 km içeriye ulaşmıştı. Bazen, usta denizci olmayanların ya da teknolojinin yardımını almayanların devasa bir ‘su labirentine’ benzeyen bu çatalların içinde çıkış yolunu bulup bulamayacaklarını merak ederek oyalanırım. Yüzyılların birikimini kuşaktan kuşağa geçiren Norveçli denizciler ve elindeki tüm teknolojik seyrüsefer imkânlarından yararlanan devasa kruvaziyerler için bu geçerli değildi elbet. Onlar bu labirentin içerisinde devamlı yol alıyordu.

Fiyortlardaki balıkçı köyü: Flam


Flam da bu dip noktada yerini almıştı. Burası, soğuk mevsimde Norveç’in geri kalanı ile bağlantının koptuğu izole bir yer olmalıydı. Kara tarafından 24 kilometrelik bir tünel, deniz tarafından da gün aşırı gelen kruvaziyerler olmasa bu durum pekâlâ tüm yıl için de geçerli olabilirdi. Oysa şimdi Flam, hem karadan hem de denizden dünyaya bağlanmıştı, ekolojik ve görsel zenginliğini, kendi nüfusundan kat kat büyük nüfuslar barındıran kruvaziyer gemilerine açıyordu. Zamanın hiç değişmezmiş gibi gözüktüğü bu yeryüzü köşesinde bile zaman değişmiş, balıkçılık artık hayatta kalmak için yapılması gereken bir hayat gailesi olmaktan çıkmıştı.

Köyün belki de en büyük mühendislik yatırımı olan ve kruvaziyer gemileri için inşa edilmiş mendireğin az ötesinden küçük bir feribota bindim. Bu sularda her daim yol alabilmesi için korunaklı olarak inşa edilmiş feribotta, bir polar ile kendimi koruyarak açık terasta yolculuk ediyordum. Hemen yan köy olan Gudvangen’e yaptığım yolculuk boyunca dik yükselen yamaçların sudan taraf kenarlarına kurulmuş, şimdi ise terk edilmiş balıkçı köylerini seyrettim. Bu yerleşimlerin yanı başında, şiddetle akan şelalelerin tatlı suları, fiyortların az tuzlu sularına karışıyordu. Bugün cemaati olmayan bir köy kilisesi, bir örnek 3-5 ev arasından seçiliyor, bir zamanlar buranın hatırı sayılır bir nüfus barındırdığının kurumsal kanıtı olarak balıkçı köyünün manzarasını tamamlıyordu. Bu günlerde ise yeni nesil sanal ev kiralama ağlarını kullanarak yaz boyunca kiraladığı evlerin tadını çıkaran birkaç maceraperestin dışında kimsecikler yoktu.

NOSTALJİK DEMİRYOLU

Fiyortlardaki balıkçı köyü: Flam


Flam ile Gudvangen arasındaki yolculuk iki saati aşkın sürüyordu. Böylece Sognefjord’un onlarca çatalından en diplerdeki ikisini kat ediyordunuz. Bir zamanlar iki yerleşim arasındaki yegâne ulaşım deniz üzerinden olanıydı. Şimdilerde ise zengin Norveç hükümetinin bir zamanlar geçit vermeyen dağlar arasına inşa ettiği tüneller sayesinde iki köyü birbirine bağlayan yolculuk yirmi dakika bile sürmüyordu.
Oysa tüm bu tüneller ve karayolu mühendisliğinden önce Flam’da ‘demir ağlar’ vardı. Hâlâ da var! Nostaljik Flam demiryolu suyun yanı başındaki istasyondan sefere başlıyor, 20 km’lik bir hat boyunca derin vadilerin arasında şelaleleri ve nehirleri yanına alarak yükseliyordu. Kısa sürede kazandığı 800 metrelik irtifa tarifsiz manzaralarla yolcuların başını döndürdüğü gibi yüzde 5,5’lik eğimi ile de demiryolu mühendisliğinde bir ‘çılgın proje’ olarak yerini alıyordu.

Deniz üzerinden gelen gezginlerin Norveç’in içlerine sokulmak, bu muazzam doğa parçasını bir de yukarılardan görmek için tercih ettikleri dağ trenini ben bu sefer tercih etmedim. Dönüş yolumda, tüm bu manzaraların beni beklediğini biliyordum. Koyu yeşil şimendiferi belli bir mesafeden seyretmeye koyuldum. Vatman, düdüğünü öttürdü. Ben de dünyanın tıpkı Flam treni gibi yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya her gün kurulan bir panayır yeri olduğunu düşündüm ve beni bekleyen uzun yolculuk için yeniden yola çıkmaya karar verdim.

False