Reyan TUVİ
Son Güncelleme:
Fethiye-Kalkan arasında antik Likya’nın kalbi
Xanthos Nehri, yani bugünkü Eşen Çayı boyunca uzanan yol üzerinde, Likyalılar’ın görkemli kentleri sıralanıyor. Konumları, mezarları ve ilginç tarihleriyle, birçoğu bakir bir doğanın içinde olan ve henüz tam kazılmamış Likya harabelerini görmek, doyurucu ve heyecan verici bir deneyim. Şafak sökerken yattığım çardaktan doğruluyorum. İnsan, gece karanlığında vardığı bir yerde sabah gözünü açtığı ilk an garip oluyor.
XANTHOS VADİSİ
Fethiye- Kalkan arasındaki bereketli Xanthos Vadisi, antik Likya’nın kalbi. Xanthos Nehri, yani bugünkü Eşen Çayı boyunca uzanan yol üzerinde, Likyalılar’ın görkemli kentleri sıralanıyor. Zirvede olduğu dönemde, Likya Birliği’nin, önemlerine göre, bir, iki ya da üç oy kullanabilen, 23 üye kenti vardı. Bu açıdan, Likya Birliği, antik çağda, sıradışı bir demokrasi anlayışına sahip sayılıyor. Üç oya sahip kentler arasında, Xanthos, Patara, Pınara ve Tlos var. Likya dili, Hint- Avrupa ailesinden. Uzun bir zaman sonra, ancak Xanthos Obeliski üzerindeki çifte yazıt sayesinde çözülebildi. Mezarlarıyla dikkat çeken bir uygarlık. Ölüler, takılarıyla gömülüyorlar. Mezarlar, ev, Yunan tapınağı ve lahit tarzında. Çoğu, 2 bin yıldır süregelen mezar soygunculuğu yüzünden tahrip edilmiş. Konumları, mezarları ve ilginç tarihleriyle, birçoğu bakir bir doğanın içinde olan ve henüz tam kazılmamış Likya harabelerini görmek, doyurucu ve heyecan verici bir deneyim.
SİDYMA
Gözlerden uzak ama çok ilginç
Biraz gözlerden uzak kaldığından, Sidyma, Xanthos Vadisi’nin az turist çeken ancak son derece ilginç antik kentlerinden biri. Vadinin kuşkusuz en uzak yerleşimlerinden. Bu nedenle, ancak ilgili olanların uğradığı bir yer. Bölgenin birçok antik yerleşimi gibi, burası da henüz tam olarak kazılmış değil. Dodurga köyüne bağlı Hisar Mahallesi’nin genç imamı Özcan Bey (0252 678 10 43), ailesiyle birlikte, burayı tanımak isteyen herkese, her türlü yardıma hazır.
Zaten avlusundaki hamamı ve agoranın stoasından alınarak, cephesinde yeniden kullanılan sütunları görmek için, camiye uğrayacaksınız. Hayvancılık ve tütüncülükle geçinen 35 hanenin çoğu işçi. Kara keçicilik ya da Letoon ve Kumluova’da sera işçiliği yapıyorlar. Buranın kuşkusuz en dikkat çeken yanı, yaşamın kalıntılarla içiçe olması. Ekili alanların içinde birden karşınıza çıkan görkemli mezarlar, köy evlerinde kullanılan, eğilen ağaçların altlarına yerleştirilen sütunlar, yalak haline getirilen mermer bloklar...
Tepede, oldukça harap, zar zor fark edilen Bizans dönemine ait bir kale var. Nekropole ulaşmak için, aracınızı keçilerin cirit attığı mahallenin meydanında bıraktıktan sonra, dereyatağından 300 metre yürüyüp, kocaman bir palamut ağacından ve üst üste yığılı taşlardan yapılma duvarın üzerinden geçmek gerekiyor.
PINARA
Delik deşik kızıl bir tepe
Eski Likya kentlerinin en bakir ve görkemlilerinden. Antik kente yaklaşırken, tek bir görüntü sizi olduğunuz yere çiviler. Ufku tamamıyla kaplayan, gravyer peyniri gibi, mezarlarla delik deşik, kızıl bir tepe... Bu yükseklikte, bu mezarları nasıl oyduklarına akıl erdirmek mümkün değil. Burası, asıl kentin kurulduğu yer. Aşağılarda bir kent daha var. Bu muhteşem kalıntıları, layıkıyla gezmek ve en iyi görüntüleri yakalamak için, Pınara’nın meslekte 33 yılı devirmiş, üniformalı, karizmatik bekçisi Fethi Bey’den (0533 353 27 27. 09.00- 19.00 arası açık) yardım isteyin. Bir saatlik gezinin ardından, buradan daha da büyülenmiş olarak ayrılacaksınız.
Pınara hakkında hemen hemen hiçbir şey bilinmiyor. 4. yüzyılda yaşamış olan Xanthoslu tarihçi Menekrates’in yazdığına göre, Xanthos’tan göç eden kalabalık nüfusu yerleştirmek için kurulmuş. Pınara, Likya dilinde, ‘’yuvarlak’’ anlamına geliyor. Adını, antik kente yaklaşırken uzaktan görülen ve üzerine köstebek yuvalarını andıran sayısız mezar oyulmuş, devasa, kızıl kayanın kavisli şeklinden alıyor.
Pınara’nın en etkileyici özelliği, kuşkusuz kaya mezarları. Kral Mezarı, özellikle kabartmalarıyla dikkat çekici; kentin 2400 yıl önceki halini gösteriyor. Tırmandıkça, Roma hamamına su getirmek için, boylu boyunca kayalara oyulmuş kanallara rastlanıyor. Kral Mezarı’ndan kuzeye doğru patikadan tırmanınca, bir Ev Mezar var. Mezarın gotik tarzdaki kemerli çatısının ucunda ruhları kovduğuna inanılan taştan öküz boynuzları hemen dikkat çekiyor.
XANTHOS
Çoğu eseri British Museum’da
Tepede kurulu Xanthos konumuyla Likya kentlerinin en nefes kesici olanlarından. Vadide uzanan Xanthos Nehri (Eşen Çayı), büyüleyici. 1842’de buraya gelen İngiliz seyyah Charles Fellows, taşınabilecek bütün eserleri, iki ay içinde HMS Beacon gemisine yükleyerek İngiltere’ye götürmüştü. Bugün Xanthos’a ait birçok önemli parça British Museum’da. 1955’ten beri de Fransızlar her yıl 1- 1.5 ay kazı yapıyorlar.
Xanthos’un aslında en ilginç yanı, tarihi. Ve bu tarihi yapan, halkının kaderi ve bu kadere tepkisi. Persler, kenti M.Ö. 545’te kuşatıyor ve şehrin tüm su kanallarını keserek, halkını susuz bırakıyor. Likyalılar, teslim olmak zorunda kalacaklarını anlayınca, bütün eşyalarını akropole yığarak kadın ve çocuklarla birlikte kendilerini ateşe veriyorlar. Erkekleri de ölünceye kadar düşmanla savaşıyor. Ancak savaş başladığında, kentin dışında bulunan sekiz aile, bu soykırımdan kurtuluyor. Bundan sonra Xanthos, Büyük İskender’in ve Rodos’un eline geçiyor. M.Ö. 42’de, Xanthos ikinci bir soykırım yaşıyor. Roma iç savaşı sırasında, Brutus kenti ele geçirince, halk kendini ve eşyalarını yine ateşe atıyor. Roma İmparatorluğu zamanında, Xanthos zenginleşiyor, Bizans devrinde de kentin surları onarılıyor ve bir manastır inşa ediliyor.
Antik kentin girişinde (yazın 08.00- 19.30, kışın 08.00- 17.30 arası açık), bir otopark ve bir büfe var. Fransız kazı ekibiyle birlikte çalışan Ömer Sarıca, gezmesi biraz zor görünen kalıntılar hakkında yardımcı olmaya hazır. Girişe çok yakın, yolun batısında, iki anıt var. Biri, şehre büyük katkılarda bulunmuş olan Roma İmparatoru Vespasianus anısına yapılan kemerin kalıntıları. Diğeriyse, hemen yanında, üzerinde Büyük Antiochus’un, kenti Leto, Apollon ve Artemis’e adadığına dair bir yazıt bulunan Helenistik Kapı. Daha ileride, yolun doğusunda, üzerinde Nereidler Anıtı yazılı bir levha var. Eğer çalınmasaydı, İonik tarzı sütunları ve deniz kızı heykelleriyle, zamanında kentin bu en önemli yapısı, tüm ihtişamıyla burada olacaktı. Oysa bu ihtişamı ancak, British Museum’un en büyük ve en çok ziyaret edilen salonlarından birinin tam ortasında görebilirsiniz.
Daha öncesine ait bir Yunan yapısının üzerine inşa edilmiş Roma Tiyatrosu, Bizans surlarının içinde kalmış üst sıraları haricinde, gayet iyi korunmuş. Sıralardaki çizgiler, seyircilerin ayaklarını uzatabilecekleri mesafeyi sınırlıyor. Xanthos Vadisi’ne hakim tiyatronun arkasında, Likya akropolü var. Buradaki kare bina kalıntılarının, Persler’in kenti ele geçirmelerinden önceki saraya ait olduğu sanılıyor.
Otoparktan doğuya doğru ilerleyince, Helenistik, Roma ve Bizans kentine ait yerleşim bölgelerine varılıyor.
LETOON
Kazılar devam ediyor
Fransızlar, Letoon ve Xanthos’ta kazılara devam ediyorlar. Bugün görülen kalıntılar, 1840’ta bulundu, kazılar 1962’de başlayabildi. Tanrıça Leto’ya adanmış kutsal Letoon, Likya Federasyonu’nun resmi dini merkeziydi. Kalıntıların boyutları, buranın önemi konusunda yeterince ipucu veriyor. Mitolojiye göre Zeus, deniz perisi Leto’ya aşık olur. Zeus’un karısı Hera çok kıskançtır. Zeus’tan hamile kalan Leto, çocukları ikiz tanrı Apollon ve Artemis’i doğurmak için uygun bir yer ararken, susuzluğunu gidermek için bir çeşmeye yaklaşır. Ancak çobanlar tarafından uzaklaştırılır. Bunun üzerine kurtlar, Leto’yu su içmesi için Xanthos Nehri’ne (Eşen Çayı) götürürler. Leto, ikizlerini doğurduktan sonra aynı yere döner ve çobanları kurbağaya çevirerek, cezalandırır.
Antik kentte (yazın 08.00- 19.00, kışın 09.00- 17.00 arası açık), kazılar başladığından beri, üç tapınak kalıntısı, bir anıtsal çeşme, iki portik ve bazı ilginç yazıtlar ortaya çıkarıldı. Yazıtlardan birinde, kutsal mekana giriş şartları, kıyafetlerin sade olması gerektiği, pahalı mücevher ve süslü saç modellerinin yasak olduğu belirtiliyor. Tiyatronun kemerli girişine doğru ilerlerken sağda, su ve sazlıklar içindeki Agora’nın ilerisinde, tabelayla işaretlenmiş üç tapınak var. M.Ö. 3. yüzyıla ait Leto’ya adanmış tapınak, eskiden bir sıra sütunla çevriliymiş. Ortadaki, M.Ö. 4. yüzyıla ait tapınak, Artemis’e adanmış. En doğudaki, M.Ö. 2. ya da 1. yüzyıla ait olduğu sanılan tapınak ise mimari olarak Leto’nun tapınağına benziyor. Buradaki mozaikteki lir, ok ve kılıfı tapınağın Artemis ve Apollon’a adandığının işareti.
Tapınakların güneybatısında, anıtsal çeşme ve doğusunda da Arap akınları sırasında yıkılan Bizans kilisesinin kalıntıları var. Çeşmede, heykellerin konduğu, yarım daire şeklindeki bölümlerinde nişler, kalıntıların yanında da, içinde su, kurbağa ve küçük su kaplumbağalarının olduğu bir havuz var. Bu kurbağalar, Leto’nun, kendisine su vermedikleri için cezalandırdığı çobanlar belki de... Bir keçiboynuzu ağacının altında, rehberlik yapmak için bekleşen yörenin çocuklarını geçince, kemerli kapıya varılır. Burası, oldukça iyi korunmuş, Helenistik tiyatro. Tiyatronun diğer kemerli kapısından çıkar çıkmaz, kapının üzerinde, 16 trajedi ve komedi maskı göreceksiniz. Hemen arkanızda, ilginç bir Roma lahti var.
PATARA
Noel Baba’nın doğum yeri
Patara, Likya’nın ana limanı. Kehanet Tanrısı Apollon ve M.S. 4. yüzyılda Myra’nın piskoposu olan St. Nicholas ya da diğer adıyla Noel Baba’nın doğum yeri olmasıyla ünlü. Bugün, Caretta Caretta kaplumbağalarının üreme alanı olan, 18 kilometrelik Akdeniz’in en uzun beyaz kumsalına sahip. Aynı zamanda, Patara antik kentinde, Prof. Dr. Fahri Işık önderliğinde, Akdeniz Üniversitesi tarafından yapılan kazılar da devam ediyor. Plajdan 2.5 kilometre içerideki Gelemiş köyünde, pansiyonlar ve restoranlar var. 1 Mayıs’tan 1 Ekim’e kadar, gece 8 , sabah 8 arasında kumsala girmek yasak. Patara plajına (Yazın 07.30- 19.00. Ekim- nisan 08.00- 17.30 arası açık.) giriş ücretli. Bir başka plaj için, Gelemiş ile anayol arasında, Çay Ağzı tabelasından sapıp 5 kilometre gitmek gerekiyor. Buradaki plaj ücretsiz ama ne Patara plajı kadar güzel ne de kiralık şemsiye, şezlong var. Ancak kano yapmak mümkün.
Mitolojik hikayelere bakılırsa, burası bir Yunan şehri. Oysa, sikkelerinden ve yazıtlarındaki PTTRA yazısından, kurulduğundan beri buranın bir Likya kenti olduğu anlaşılıyor.
Tepenin güneyindeki hamam kompleksi, beş kare penceresi ve kemerleriyle Tlos’takine benziyor.
Hamamların güneybatısındaki tiyatro, akropolün yamacında.
TLOS
Vadiye hakim mezarlar ve kale
En eski Likya kentlerinden biri. Xanthos (Eşen) Vadisi’ne hakim tepedeki mezarlar ve kaleyi özellikle ilkbaharda hálá karlı tepeleriyle Akdağ daha özellikli yapıyor. Hem Hitit kayıtlarına hem de bulunan küçük, bronz el baltasına dayanarak, tarihinin, M.Ö. 2 bin yıllarına kadar uzandığı saptanmış. Her ne kadar Likya’nın altı önemli kentinden biriyse de tarihi hakkında pek fazla bilgi yok. Bol kalıntısına rağmen Tlos, henüz tamamıyla kazılmamış bir kent. Eski Tlos akropolünün üzerinde, 19. yüzyıla ait bir Osmanlı Kalesi var. Aile namusunu temizlemek için kızını öldüren Kanlı Ali Ağa’nın, dağa çıkıp derebeyi olduğu ve bu kalede yaşadığı anlatılır. Akropolün doğu yamacında, Likya kenti surları ve Roma devri duvarları görülüyor.
Tlos’a, kentin bugün hálá ayakta olan kuzeydoğu girişinden giriliyor. Hemen burada bekçinin (yazın 08.00- 19.30, kışın 08.00- 17.30 arası açık. Bu saatler dışında da girmek mümkün) kulübesi var. Kaldırım taşı merdivenlerden, ana nekropole çıkılıyor. Burada birkaç lahit ve kayaya oyulmuş ev tipi mezar var. Ancak, asıl ilginç olan kaya mezarını görmek istiyorsanız, 15 dakikalık, çok kolay olmayan bir yürüyüş yapmanız ve sonunda da bir ağaç merdivenden tırmanmanız gerekiyor. Bekçi İsmet Bey’den detaylı tarif alın.
Girişten daha alçak olan bir terastan, sağa, patikadan aşağı doğru devam ederken doğru, surların dışından yürüyerek, ikinci bir grup kaya mezarına varılıyor. Ancak aradığınız Bellerophon Mezarı, biraz daha ileride. Kayanın dibindeki düzlüğe gelince, solda yukarıya çıkan küçük bir ahşap merdiven var. Burada, yüzü bir tapınak gibi oyulmuş, sütunların alınlığını taşıdığı, üç kabartmalı kapısı olan bir mezar hemen dikkatinizi çekecek. Sundurmanın sol duvarında, mezara adını veren, kanatlı at Pegasus üzerinde mitolojik kahraman Bellerophon’un kabartmasını ve kapının üzerinde, mezarı koruyan, tahrip olmuş, bir aslan kabartması göreceksiniz.
YAKAKÖY’DE ALABALIK
Tiyatrodan devam edince, 2,5 kilometre tepeye doğru, bazı alabalık restoranlarının bulunduğu Yakaköy’e varılır. Bunların içinde en ilginç ve çoğunlukla da en kalabalık olan Yaka Park, bir zamanlar bir su değirmeniymiş. Burada öyle bir su bolluğu var ki barın üzerindeki ince kanalda bile balıklar yüzüyor. Barda otururken, suda içkinizi soğutabilir, altından sular akan, tahta platformlardaki şark köşelerinde, her biri birer anıt gibi duran ağaçlara dayanarak dinlenebilirsiniz.
KAÇIN
Likya kentlerinin önemsiz kalıntılar olduğunu sanıp, gezmemek
Patara plajında, Caretta Caretta kaplumbağalarıyla ilgili kuralların farkında olmamak
Likya kentlerinin birçoğuna tırmanmak için, uygun ayakkabı gerektiğini bilmemek
Patara kum tepelerinde dolaşırken, bitkilerin üzerinde yürümek
YAKALAYIN
Patara plajında, kilometrelerce yürüyüş yapmak
Yakaköy’de defne yapraklı, nar ekşili alabalık yemek
Xanthos’tan Patara plajına beş saatlik bir kano yolculuğu yapmak
BU YAZI YAZILIRKEN EN ESKİ FENER BULUNDU
Tiyatronun güneyinden, kolay bir patikayla akropole çıkmak mümkün. 20 dakikalık bir tırmanıştan sonra, yukarıda, 10 metre genişliğinde dikdörtgen bir kuyu ve içinde de suyun seviyesini ölçmeye yarayan büyük bir sütun ile harap durumdaki basamakları göreceksiniz. Önceleri bir fener olduğu sanılan bu yapı, eski limana doğru bakmadığından, bunun bir sarnıç olduğu sonucuna varılmış. Tepenin solundaki, bugüne dek fener olduğu sanılan, üstü yıkılmış, kemerli yapıysa, aslında denize, plaja ve dolan limana hakim bir kilise.
Bu yazıyı yazdığım sırada, Akdeniz Üniversitesi tarafından yapılan kazılarda, dünyanın en eski deniz feneri, kum yığınları arasında bulundu. 1954 yıllık fener, dünyanın en eski feneri olarak bilinen, İspanya’nın Lacaruna kentindekinden 60 yıl daha eski.
Fethiye- Kalkan arasındaki bereketli Xanthos Vadisi, antik Likya’nın kalbi. Xanthos Nehri, yani bugünkü Eşen Çayı boyunca uzanan yol üzerinde, Likyalılar’ın görkemli kentleri sıralanıyor. Zirvede olduğu dönemde, Likya Birliği’nin, önemlerine göre, bir, iki ya da üç oy kullanabilen, 23 üye kenti vardı. Bu açıdan, Likya Birliği, antik çağda, sıradışı bir demokrasi anlayışına sahip sayılıyor. Üç oya sahip kentler arasında, Xanthos, Patara, Pınara ve Tlos var. Likya dili, Hint- Avrupa ailesinden. Uzun bir zaman sonra, ancak Xanthos Obeliski üzerindeki çifte yazıt sayesinde çözülebildi. Mezarlarıyla dikkat çeken bir uygarlık. Ölüler, takılarıyla gömülüyorlar. Mezarlar, ev, Yunan tapınağı ve lahit tarzında. Çoğu, 2 bin yıldır süregelen mezar soygunculuğu yüzünden tahrip edilmiş. Konumları, mezarları ve ilginç tarihleriyle, birçoğu bakir bir doğanın içinde olan ve henüz tam kazılmamış Likya harabelerini görmek, doyurucu ve heyecan verici bir deneyim.
SİDYMA
Gözlerden uzak ama çok ilginç
Biraz gözlerden uzak kaldığından, Sidyma, Xanthos Vadisi’nin az turist çeken ancak son derece ilginç antik kentlerinden biri. Vadinin kuşkusuz en uzak yerleşimlerinden. Bu nedenle, ancak ilgili olanların uğradığı bir yer. Bölgenin birçok antik yerleşimi gibi, burası da henüz tam olarak kazılmış değil. Dodurga köyüne bağlı Hisar Mahallesi’nin genç imamı Özcan Bey (0252 678 10 43), ailesiyle birlikte, burayı tanımak isteyen herkese, her türlü yardıma hazır.
Zaten avlusundaki hamamı ve agoranın stoasından alınarak, cephesinde yeniden kullanılan sütunları görmek için, camiye uğrayacaksınız. Hayvancılık ve tütüncülükle geçinen 35 hanenin çoğu işçi. Kara keçicilik ya da Letoon ve Kumluova’da sera işçiliği yapıyorlar. Buranın kuşkusuz en dikkat çeken yanı, yaşamın kalıntılarla içiçe olması. Ekili alanların içinde birden karşınıza çıkan görkemli mezarlar, köy evlerinde kullanılan, eğilen ağaçların altlarına yerleştirilen sütunlar, yalak haline getirilen mermer bloklar...
Tepede, oldukça harap, zar zor fark edilen Bizans dönemine ait bir kale var. Nekropole ulaşmak için, aracınızı keçilerin cirit attığı mahallenin meydanında bıraktıktan sonra, dereyatağından 300 metre yürüyüp, kocaman bir palamut ağacından ve üst üste yığılı taşlardan yapılma duvarın üzerinden geçmek gerekiyor.
PINARA
Delik deşik kızıl bir tepe
Eski Likya kentlerinin en bakir ve görkemlilerinden. Antik kente yaklaşırken, tek bir görüntü sizi olduğunuz yere çiviler. Ufku tamamıyla kaplayan, gravyer peyniri gibi, mezarlarla delik deşik, kızıl bir tepe... Bu yükseklikte, bu mezarları nasıl oyduklarına akıl erdirmek mümkün değil. Burası, asıl kentin kurulduğu yer. Aşağılarda bir kent daha var. Bu muhteşem kalıntıları, layıkıyla gezmek ve en iyi görüntüleri yakalamak için, Pınara’nın meslekte 33 yılı devirmiş, üniformalı, karizmatik bekçisi Fethi Bey’den (0533 353 27 27. 09.00- 19.00 arası açık) yardım isteyin. Bir saatlik gezinin ardından, buradan daha da büyülenmiş olarak ayrılacaksınız.
Pınara hakkında hemen hemen hiçbir şey bilinmiyor. 4. yüzyılda yaşamış olan Xanthoslu tarihçi Menekrates’in yazdığına göre, Xanthos’tan göç eden kalabalık nüfusu yerleştirmek için kurulmuş. Pınara, Likya dilinde, ‘’yuvarlak’’ anlamına geliyor. Adını, antik kente yaklaşırken uzaktan görülen ve üzerine köstebek yuvalarını andıran sayısız mezar oyulmuş, devasa, kızıl kayanın kavisli şeklinden alıyor.
Pınara’nın en etkileyici özelliği, kuşkusuz kaya mezarları. Kral Mezarı, özellikle kabartmalarıyla dikkat çekici; kentin 2400 yıl önceki halini gösteriyor. Tırmandıkça, Roma hamamına su getirmek için, boylu boyunca kayalara oyulmuş kanallara rastlanıyor. Kral Mezarı’ndan kuzeye doğru patikadan tırmanınca, bir Ev Mezar var. Mezarın gotik tarzdaki kemerli çatısının ucunda ruhları kovduğuna inanılan taştan öküz boynuzları hemen dikkat çekiyor.
XANTHOS
Çoğu eseri British Museum’da
Tepede kurulu Xanthos konumuyla Likya kentlerinin en nefes kesici olanlarından. Vadide uzanan Xanthos Nehri (Eşen Çayı), büyüleyici. 1842’de buraya gelen İngiliz seyyah Charles Fellows, taşınabilecek bütün eserleri, iki ay içinde HMS Beacon gemisine yükleyerek İngiltere’ye götürmüştü. Bugün Xanthos’a ait birçok önemli parça British Museum’da. 1955’ten beri de Fransızlar her yıl 1- 1.5 ay kazı yapıyorlar.
Xanthos’un aslında en ilginç yanı, tarihi. Ve bu tarihi yapan, halkının kaderi ve bu kadere tepkisi. Persler, kenti M.Ö. 545’te kuşatıyor ve şehrin tüm su kanallarını keserek, halkını susuz bırakıyor. Likyalılar, teslim olmak zorunda kalacaklarını anlayınca, bütün eşyalarını akropole yığarak kadın ve çocuklarla birlikte kendilerini ateşe veriyorlar. Erkekleri de ölünceye kadar düşmanla savaşıyor. Ancak savaş başladığında, kentin dışında bulunan sekiz aile, bu soykırımdan kurtuluyor. Bundan sonra Xanthos, Büyük İskender’in ve Rodos’un eline geçiyor. M.Ö. 42’de, Xanthos ikinci bir soykırım yaşıyor. Roma iç savaşı sırasında, Brutus kenti ele geçirince, halk kendini ve eşyalarını yine ateşe atıyor. Roma İmparatorluğu zamanında, Xanthos zenginleşiyor, Bizans devrinde de kentin surları onarılıyor ve bir manastır inşa ediliyor.
Antik kentin girişinde (yazın 08.00- 19.30, kışın 08.00- 17.30 arası açık), bir otopark ve bir büfe var. Fransız kazı ekibiyle birlikte çalışan Ömer Sarıca, gezmesi biraz zor görünen kalıntılar hakkında yardımcı olmaya hazır. Girişe çok yakın, yolun batısında, iki anıt var. Biri, şehre büyük katkılarda bulunmuş olan Roma İmparatoru Vespasianus anısına yapılan kemerin kalıntıları. Diğeriyse, hemen yanında, üzerinde Büyük Antiochus’un, kenti Leto, Apollon ve Artemis’e adadığına dair bir yazıt bulunan Helenistik Kapı. Daha ileride, yolun doğusunda, üzerinde Nereidler Anıtı yazılı bir levha var. Eğer çalınmasaydı, İonik tarzı sütunları ve deniz kızı heykelleriyle, zamanında kentin bu en önemli yapısı, tüm ihtişamıyla burada olacaktı. Oysa bu ihtişamı ancak, British Museum’un en büyük ve en çok ziyaret edilen salonlarından birinin tam ortasında görebilirsiniz.
Daha öncesine ait bir Yunan yapısının üzerine inşa edilmiş Roma Tiyatrosu, Bizans surlarının içinde kalmış üst sıraları haricinde, gayet iyi korunmuş. Sıralardaki çizgiler, seyircilerin ayaklarını uzatabilecekleri mesafeyi sınırlıyor. Xanthos Vadisi’ne hakim tiyatronun arkasında, Likya akropolü var. Buradaki kare bina kalıntılarının, Persler’in kenti ele geçirmelerinden önceki saraya ait olduğu sanılıyor.
Otoparktan doğuya doğru ilerleyince, Helenistik, Roma ve Bizans kentine ait yerleşim bölgelerine varılıyor.
LETOON
Kazılar devam ediyor
Fransızlar, Letoon ve Xanthos’ta kazılara devam ediyorlar. Bugün görülen kalıntılar, 1840’ta bulundu, kazılar 1962’de başlayabildi. Tanrıça Leto’ya adanmış kutsal Letoon, Likya Federasyonu’nun resmi dini merkeziydi. Kalıntıların boyutları, buranın önemi konusunda yeterince ipucu veriyor. Mitolojiye göre Zeus, deniz perisi Leto’ya aşık olur. Zeus’un karısı Hera çok kıskançtır. Zeus’tan hamile kalan Leto, çocukları ikiz tanrı Apollon ve Artemis’i doğurmak için uygun bir yer ararken, susuzluğunu gidermek için bir çeşmeye yaklaşır. Ancak çobanlar tarafından uzaklaştırılır. Bunun üzerine kurtlar, Leto’yu su içmesi için Xanthos Nehri’ne (Eşen Çayı) götürürler. Leto, ikizlerini doğurduktan sonra aynı yere döner ve çobanları kurbağaya çevirerek, cezalandırır.
Antik kentte (yazın 08.00- 19.00, kışın 09.00- 17.00 arası açık), kazılar başladığından beri, üç tapınak kalıntısı, bir anıtsal çeşme, iki portik ve bazı ilginç yazıtlar ortaya çıkarıldı. Yazıtlardan birinde, kutsal mekana giriş şartları, kıyafetlerin sade olması gerektiği, pahalı mücevher ve süslü saç modellerinin yasak olduğu belirtiliyor. Tiyatronun kemerli girişine doğru ilerlerken sağda, su ve sazlıklar içindeki Agora’nın ilerisinde, tabelayla işaretlenmiş üç tapınak var. M.Ö. 3. yüzyıla ait Leto’ya adanmış tapınak, eskiden bir sıra sütunla çevriliymiş. Ortadaki, M.Ö. 4. yüzyıla ait tapınak, Artemis’e adanmış. En doğudaki, M.Ö. 2. ya da 1. yüzyıla ait olduğu sanılan tapınak ise mimari olarak Leto’nun tapınağına benziyor. Buradaki mozaikteki lir, ok ve kılıfı tapınağın Artemis ve Apollon’a adandığının işareti.
Tapınakların güneybatısında, anıtsal çeşme ve doğusunda da Arap akınları sırasında yıkılan Bizans kilisesinin kalıntıları var. Çeşmede, heykellerin konduğu, yarım daire şeklindeki bölümlerinde nişler, kalıntıların yanında da, içinde su, kurbağa ve küçük su kaplumbağalarının olduğu bir havuz var. Bu kurbağalar, Leto’nun, kendisine su vermedikleri için cezalandırdığı çobanlar belki de... Bir keçiboynuzu ağacının altında, rehberlik yapmak için bekleşen yörenin çocuklarını geçince, kemerli kapıya varılır. Burası, oldukça iyi korunmuş, Helenistik tiyatro. Tiyatronun diğer kemerli kapısından çıkar çıkmaz, kapının üzerinde, 16 trajedi ve komedi maskı göreceksiniz. Hemen arkanızda, ilginç bir Roma lahti var.
PATARA
Noel Baba’nın doğum yeri
Patara, Likya’nın ana limanı. Kehanet Tanrısı Apollon ve M.S. 4. yüzyılda Myra’nın piskoposu olan St. Nicholas ya da diğer adıyla Noel Baba’nın doğum yeri olmasıyla ünlü. Bugün, Caretta Caretta kaplumbağalarının üreme alanı olan, 18 kilometrelik Akdeniz’in en uzun beyaz kumsalına sahip. Aynı zamanda, Patara antik kentinde, Prof. Dr. Fahri Işık önderliğinde, Akdeniz Üniversitesi tarafından yapılan kazılar da devam ediyor. Plajdan 2.5 kilometre içerideki Gelemiş köyünde, pansiyonlar ve restoranlar var. 1 Mayıs’tan 1 Ekim’e kadar, gece 8 , sabah 8 arasında kumsala girmek yasak. Patara plajına (Yazın 07.30- 19.00. Ekim- nisan 08.00- 17.30 arası açık.) giriş ücretli. Bir başka plaj için, Gelemiş ile anayol arasında, Çay Ağzı tabelasından sapıp 5 kilometre gitmek gerekiyor. Buradaki plaj ücretsiz ama ne Patara plajı kadar güzel ne de kiralık şemsiye, şezlong var. Ancak kano yapmak mümkün.
Mitolojik hikayelere bakılırsa, burası bir Yunan şehri. Oysa, sikkelerinden ve yazıtlarındaki PTTRA yazısından, kurulduğundan beri buranın bir Likya kenti olduğu anlaşılıyor.
Tepenin güneyindeki hamam kompleksi, beş kare penceresi ve kemerleriyle Tlos’takine benziyor.
Hamamların güneybatısındaki tiyatro, akropolün yamacında.
TLOS
Vadiye hakim mezarlar ve kale
En eski Likya kentlerinden biri. Xanthos (Eşen) Vadisi’ne hakim tepedeki mezarlar ve kaleyi özellikle ilkbaharda hálá karlı tepeleriyle Akdağ daha özellikli yapıyor. Hem Hitit kayıtlarına hem de bulunan küçük, bronz el baltasına dayanarak, tarihinin, M.Ö. 2 bin yıllarına kadar uzandığı saptanmış. Her ne kadar Likya’nın altı önemli kentinden biriyse de tarihi hakkında pek fazla bilgi yok. Bol kalıntısına rağmen Tlos, henüz tamamıyla kazılmamış bir kent. Eski Tlos akropolünün üzerinde, 19. yüzyıla ait bir Osmanlı Kalesi var. Aile namusunu temizlemek için kızını öldüren Kanlı Ali Ağa’nın, dağa çıkıp derebeyi olduğu ve bu kalede yaşadığı anlatılır. Akropolün doğu yamacında, Likya kenti surları ve Roma devri duvarları görülüyor.
Tlos’a, kentin bugün hálá ayakta olan kuzeydoğu girişinden giriliyor. Hemen burada bekçinin (yazın 08.00- 19.30, kışın 08.00- 17.30 arası açık. Bu saatler dışında da girmek mümkün) kulübesi var. Kaldırım taşı merdivenlerden, ana nekropole çıkılıyor. Burada birkaç lahit ve kayaya oyulmuş ev tipi mezar var. Ancak, asıl ilginç olan kaya mezarını görmek istiyorsanız, 15 dakikalık, çok kolay olmayan bir yürüyüş yapmanız ve sonunda da bir ağaç merdivenden tırmanmanız gerekiyor. Bekçi İsmet Bey’den detaylı tarif alın.
Girişten daha alçak olan bir terastan, sağa, patikadan aşağı doğru devam ederken doğru, surların dışından yürüyerek, ikinci bir grup kaya mezarına varılıyor. Ancak aradığınız Bellerophon Mezarı, biraz daha ileride. Kayanın dibindeki düzlüğe gelince, solda yukarıya çıkan küçük bir ahşap merdiven var. Burada, yüzü bir tapınak gibi oyulmuş, sütunların alınlığını taşıdığı, üç kabartmalı kapısı olan bir mezar hemen dikkatinizi çekecek. Sundurmanın sol duvarında, mezara adını veren, kanatlı at Pegasus üzerinde mitolojik kahraman Bellerophon’un kabartmasını ve kapının üzerinde, mezarı koruyan, tahrip olmuş, bir aslan kabartması göreceksiniz.
YAKAKÖY’DE ALABALIK
Tiyatrodan devam edince, 2,5 kilometre tepeye doğru, bazı alabalık restoranlarının bulunduğu Yakaköy’e varılır. Bunların içinde en ilginç ve çoğunlukla da en kalabalık olan Yaka Park, bir zamanlar bir su değirmeniymiş. Burada öyle bir su bolluğu var ki barın üzerindeki ince kanalda bile balıklar yüzüyor. Barda otururken, suda içkinizi soğutabilir, altından sular akan, tahta platformlardaki şark köşelerinde, her biri birer anıt gibi duran ağaçlara dayanarak dinlenebilirsiniz.
KAÇIN
Likya kentlerinin önemsiz kalıntılar olduğunu sanıp, gezmemek
Patara plajında, Caretta Caretta kaplumbağalarıyla ilgili kuralların farkında olmamak
Likya kentlerinin birçoğuna tırmanmak için, uygun ayakkabı gerektiğini bilmemek
Patara kum tepelerinde dolaşırken, bitkilerin üzerinde yürümek
YAKALAYIN
Patara plajında, kilometrelerce yürüyüş yapmak
Yakaköy’de defne yapraklı, nar ekşili alabalık yemek
Xanthos’tan Patara plajına beş saatlik bir kano yolculuğu yapmak
BU YAZI YAZILIRKEN EN ESKİ FENER BULUNDU
Tiyatronun güneyinden, kolay bir patikayla akropole çıkmak mümkün. 20 dakikalık bir tırmanıştan sonra, yukarıda, 10 metre genişliğinde dikdörtgen bir kuyu ve içinde de suyun seviyesini ölçmeye yarayan büyük bir sütun ile harap durumdaki basamakları göreceksiniz. Önceleri bir fener olduğu sanılan bu yapı, eski limana doğru bakmadığından, bunun bir sarnıç olduğu sonucuna varılmış. Tepenin solundaki, bugüne dek fener olduğu sanılan, üstü yıkılmış, kemerli yapıysa, aslında denize, plaja ve dolan limana hakim bir kilise.
Bu yazıyı yazdığım sırada, Akdeniz Üniversitesi tarafından yapılan kazılarda, dünyanın en eski deniz feneri, kum yığınları arasında bulundu. 1954 yıllık fener, dünyanın en eski feneri olarak bilinen, İspanya’nın Lacaruna kentindekinden 60 yıl daha eski.