GeriSeyahat Fas’a yolunuz düşerse, Yukarı Atlaslar’ı görmeden dönmeyin
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Fas’a yolunuz düşerse, Yukarı Atlaslar’ı görmeden dönmeyin

Fas’a yolunuz düşerse, Yukarı Atlaslar’ı görmeden dönmeyin

Bisikletçi Başak Bulut (32), ocak ayında arkadaşı Rahman Karataş’la Fas’taydı. İkili Marakeş’ten yola çıkıp Atlas Dağları’nı aştı, Cezayir sınırına ulaştı. En zorlu bisiklet rotalarından Gorges du Dades tırmanışını yaptı. Beş hafta ve 1400 kilometre sonra Kazablanka’da turunu noktaladı. Bulut, Atlas Dağları geçişi izlenimlerini yazdı.

Fas bizi en çok sürekli değişen muhteşem doğasıyla etkiliyor. Dağlara tırmanıp soğuğa karşı savaş verirken, çöle indiğimizde manzara tamamen değişiyor ve sıcaklıklar yükseliyor. Bir gün içinde yaşadığımız farklılıklar, bisikletle yolculuk ederken bizi yola daha çok bağlıyor. Güneşin ülkesinde maalesef insanlara olan duyarlılığımızı kaybediyoruz. Seyyar satıcıların ısrarı bizi epeyce yoruyor. Selamları bile görmezden geliyoruz. Bisikletle yolculuk, kültürlere karışmanın en güzel aracı. Güneşin ülkesinde insanlar hep fazla talepkar ve yıpratıcı. Bu iletişim şekli yüzünden üzülerek bu kültüre fazla giremediğimizi gözlemliyoruz.
Atlas Dağları inanılmaz büyük ve ülkenin her yerini sarmış durumda. Bu ülkede düz bir yol bulmak neredeyse imkansız. Kazablanka’dan güneydoğuya doğru yola çıktığımızda, kendimizi ya bir dağ inerken ya da çıkarken buluyoruz. Şehir geçişlerinde ise hızımız saatte 10-12 kilometre’yi geçemiyor, mutlaka yolda fark edilmeyen bir eğim ya da dağlardan gelen ters rüzgar oluyor. Bu yolculuğa çıkma sebebimiz dünyanın en zorlu bisiklet rotaları arasında sayılan Gorges du Dades tırmanışını yapmak.

Develerle çöl gezisi

Güneye indikçe insanlar giderek esmerleşiyor. Break dansı yapan gençler bile görüyoruz. Ouarzazate’da tanıştığımız Alman ve Faslılar, buraya kadar gelmişken çölü yaşamadan gitmememiz konusunda bizi ikna ediyorlar. Ve bisikletli olduğumuz için Paris - Dakar Rallisi’nin yapıldığı M’ Hamid yerine daha kolay ulaşabileceğimiz ve bir çember yapabileceğimiz Merzouga’ya gitmeye karar veriyoruz. Yol boyunca bolca kasbah ve Berberi yerleşimlerinden geçiyoruz, Merzouga’da çöldeki kum tepeciklerine hemen ulaşabiliyorsunuz. M’Hamid’de 60 kilometre kadar içeri gitmek gerekiyordu ve yol anlatıldığına göre bisikletlerle gidilemeyecek kadar büyük ve keskin taşlarla doluydu. Cezayir sınırı yakınındaki Merzouga’da olmaktan mutluyuz, bisikletlerle kumda ilerlemek mümkün değildi bu nedenle develerle kum tepeciklerine gittik.
Biz oradayken hava yağmurlu ve kapalıydı. Maalesef ay ve yıldızları göremeden geri dönmek zorunda kaldık. Çöl bize çok iyi geldi, kumlarda yuvarlandık ve sonsuzluk hissini doyasıya yaşadık. Sadece bu bölgeye özgü yapılan tajin’e “kaliya” diyorlar, tadı damağımızda kaldı ve gerçekten de Fas’ın diğer bölgelerinde ne kadar sorsak da kimselerde bulamadık. Çöl, Fas’ı Cezayir’den ayırıyor, 40 kilometre kadar yaklaştık sınıra. Anlatılanlara göre Arap baharından sonra Cezayir’de devam eden iç karışıklıklar nedeniyle Cezayir, Fas kadar turist çekemiyor ve çölün nimetlerinden bu aralar en çok Faslılar faydalanıyor.

Maharetli Berberiler

Geçmişte bu bölge, ticarette bir geçiş noktasıymış. Mali’nin Timbuktu şehrinden gelen develerle, Avrupa’ya ve Amerika’ya altın, gümüş, baharat ve köle taşınırmış. Çölde kimsenin olmadığı kum tepelerinde en çok etkilendiğimiz şeylerden biri de Berberilerin bir şeyler satma çabasıydı. Biri ciple şov yaparak geldi ve bize kumlarda cip safarisi satmaya çalıştı. Diğeri ise el işi satmak için içerlere kadar yürüyerek gelmişti ve bütün ürünlerini kumun üstüne serip “lütfen alın, Berberi ailesine yardım edin” diye yalvarıyordu. Çölü, gizemiyle, sonsuzluğa bırakıp görece sıkıcı ve düz yollardan Yüksek Atlas Dağları tırmanışına başlayacağımız Boumalne Dodes’e doğru yol alıyoruz.
Bu bölge genelde düz olduğu için rahatlıkla serbest kamp yapabildik. Güney güvenli, herhangi bir problemle karşılaşmadık. Bisikletlerde hiçbir teknik problem çıkmadı, 10 günde bir benim zincirimi temizleyip yağladık.
Tırmanış rotasına Boumalne Dades kasabasında bir caminin avlusunda kamp yaparak başladık. Sonra köylerden pedallayarak yol aldık. Yolun dağların arasında sert virajlarla kıvrılarak yükseldiği Gorges du Dades geçiti harikaydı, hiç durmadan yarım saat tırmandıktan sonra manzaraya doyum olmuyor. Fotoğrafla ilgilenenlerin Fas’ta Yukarı Atlas Dağları’nı görmelerini tavsiye ederiz.
Bu tırmanışın devamında bir süre sonra yol tamamen stablize oluyor, asfalt bitiyor ve dağ eteklerinden patika tırmanışı başlıyor. Artık insanların olmadığı bölgeye geçiyoruz.
Gece 2700 metrede bulutların ve karlı dağ tepelerinin eteklerinde şiddetli rüzgara ve kar yağışına karşı kamp yapıyoruz. Gece dışarıda sıcaklık eksi 8 dereceye kadar düşüyor. Ancak iyi kamp ekipmanlarımız sayesinde, çadırda 2, uyku tulumunda 23 derecede nefis bir uyku çekiyoruz. Sabah tırmanış devam ediyor, patika yollardaki karlar öğleye doğru erimeye başlıyor ve yol tamamen çamur oluyor, bisikletlerden inmek zorunda kalıyoruz, 10 kilometre kadar bisikletleri sürükleyerek götürüyoruz. Gün boyunca sadece 2 araç görüyoruz, ikisinde de maceracı Fransızlar var. Biri yol kapalı olduğu için dönmeye karar veriyor. Bize de dönmemiz gerektiğini söylüyor, ancak ısrarla yolumuza devam ediyoruz. Hani yol hiç bitmeyecek sandığınız ve vazgeçmeye çok yakın hissettiğiniz bir an vardır ya, su bitmiştir, yiyecek bitmiştir en önemlisi umut, enerji bitmiştir ve güneş batmak üzeredir. İşte o anda cipiyle bir İsveçli aile geçiyor yanımızdan, “En yakın yerleşime 17 kilometre var” diyor direksiyondaki. “Umarım bu gece sizi orda görürüz?”
Bir dağ eteğini daha zar zor aştıktan sonra bir de bakıyoruz ki inişler başlıyor ve yol kuru toprak görünümünde. İçimizi tekrar umut kaplıyor, havanın kararmasına yarım saat var.

Soluk soluğa

Hızlanıyoruz, koyun sürülerini geçiyoruz, taşların üzerinden hoplaya zıplaya son enerjimizle köye varmak için çabalıyoruz. Ve o gece sıcak bir duş sonrası odun sobasının etrafında İsveçli aileyle sohbette buluyoruz kendimizi. Yol sürprizlerle dolu, her an umudu içimizde yeşertmek lazım.
Ertesi gün çok enerjik uyanıyoruz, hala 2200 metre irtifadayız. Yol inişler ve çıkışlarla devam ediyor. O kadar iyi hissediyoruz ki, gece sürüşü yapmaya karar veriyoruz. Dolunay var, ormanın içindeyiz, ancak Fas’ın güneyi gerçekten güvenli. “Dolunay ve pedallayarak ürettiğimiz ışığımız yeter geceyi aydınlatmaya” diyoruz. Saat 24.00’e kadar pedallıyoruz, bir kamp yeri bulana kadar, enerjimizi son haddine kadar zorluyoruz. Bisiklet insana sınırların aslında sadece zihnimizde olduğunu öğretiyor. Vücudunuza istediğinizde her sözü dinletebiliyorsunuz.
Bisikletle ülkenin pek çok yerini dolaştığımız için ülke hakkında pek çok izlenimimiz oluyor.

Hayat kapalı kapıların ardında iletişimde İngilizce işe yaramıyor

-Ülkede nüfusun yüzde 70’i Arap, yüzde 30’u Berber, yönetim Arapların elinde. Berberiler dağlarda yaşıyor. Turizm tamamen Berberi kültürüne odaklı. Berberilerin dili, müziği, mutfağı farklı. Toplumsal hayata erkekler hakim, kıraathanelerde oturuyorlar. Sokakta kadın görmüyoruz. Hayata dair her şey kapalı kapılar ardında sanki. Avlular insan boyunun çok üstünde, kafamızı uzatıp yüksek bir kapıdan bakamıyoruz. Ya içindeyiz, ya da dışında.

Türk TV dizileri çok popüler

-Türk TV dizileri çok izleniyor, nerden geldiğimizi söylediğimiz anda bolca Türk dizilerinden konuşuyoruz. Türkleri kardeş olarak görüyorlar, “aynıyız” diyorlar.
-Futbol bizdeki gibi çok popüler, yol boyunca futbol sahaları var, restoranlarda da maç izleniyor, büyük maçlarda fanatikler sokaklara dökülüyor.
-Yemekler, genelde ağır et yemeği, ağır ateşte pişirilmiş. 7-8 Euro’ya 2 kişi fazlasıyla doyuyor. Hayvancılık yoğun olmasına rağmen ülkede peynir yok. Kahvaltıda bal, reçel, tereyağ, ekmek, nane çayı var.
-Sıcaklık, geceleri 0 derece, gündüzleri 20-25 derece. Gece ile gündüz birbirinden çok uzakta. Güneş sabah 7.00’de doğuyor ve sıcaklık 9’a kadar 7-8 derecelere yükseliyor, saat 10.00-16.30 arası 20 derece, 16.30’dan 17.30’a kadar hızla düşüyor ve 18.00’de hava kararınca sıcaklık 0 derece. Yani bisiklet üzerinde geçirebildiğimiz süre kısıtlı.
-Bir şey satın alırken önce fiyat soruyoruz, turistlere her zaman yüksek fiyat söylüyorlar. Hep pazarlık gerekiyor. Konaklama Fas’ta çok pahalı, 180 Dirhemden daha düşük bir oda fiyatı bulamadık. Fiyatlar oda değil kişi üzerinden veriliyor. Bu nedenle mümkün olduğunca kamp yapmaya çalışıyoruz. Uygun bir yer bulamadığımızda da köylülerden kamp yeri rica ediyoruz.
-Dil, Arapça ya da Fransızca. Hiç beklemediğimiz bir yerli bile birden Fransızca konuşmaya başlıyor, matmazeller madamlar havada uçuşuyor, şaşırıyoruz tezatlığa… Pek çok kişi de İspanyolca konuşuyor. Diğer dillerin hiçbir geçerliliği yok. Bolca vücut dilimizi kullanıyoruz. Pazarlığı da yazarak hallediyoruz.

SICAĞA, SOĞUĞA KARŞI KALIN GİYİNİYORLAR

-Gece, gündüz halk hep çok kalın giyiniyor, sıcağa ve soğuğa karşı ortak bir dil geliştirmişler.
-Yol arkadaşım Rahman Karataş’a göre, kraldan sonraki kral Coca Cola. 10 hanelik ufacık bir köyde bile karşımıza çıkıyor. Bana göre Fas, Türkiye’nin en az 20-30 yıl gerisinden geliyor, Rahman’a göre ise Türkiye’nin 5 yıl sonraki hali…
-Fas sanki Osmanlı dönemine doğru bir zamana yolculuk gibi geldi bize, bisikletle gitmek için zorlu bir rota ancak özellikle Marakeş’i fotoğraf makinanızı alıp mutlaka ziyaret edin. Dünyada nadir rastlanan bir ruhu var şehrin.
Bisiklet, yolculuğun en özel araçlarından biri, ülke ve kültüre ait detaylardan kendinize dönen maceralı bir yol…

False