GeriSeyahat Ekimin bereketli güneşinde yazla vedalaşma fırsatı
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Ekimin bereketli güneşinde yazla vedalaşma fırsatı

Ekimin bereketli güneşinde yazla vedalaşma fırsatı

Sonbaharın en güzel günlerini yaşıyoruz. Hava hâlâ yazı aratmayacak kadar sıcak. Uzun bir bayram tatili kapıda. Sizlere Türkiye ve yurtdışından beşer rota öneriyorum. Gözünüz kadar gönlünüz de doyacak, damağınız şenlenecek. Yazla vedalaşacaksınız ve kışa girerken enerji toplayacaksınız.

Takvime bakılırsa bu yıl Kurban Bayramı tatili Cumhuriyet Bayramı’yla birleşip beş günü bulacak. Öncesindeki 1,5 gün de tatil ilan edilirse 10 güne ulaşacak. İşte yazla vedalaşmak, unutulmayacak bir sonbahar yolculuğuna çıkmak için güzel bir fırsat. Size yurtiçi ve yurtdışından 10 rota öneriyorum. Bayramı evde geçirecekler de yaşadıkları kent ve çevresinde günübirlik programlarla bu fırsatı değerlendirebilir.

AVUSTURYA, MACARİSTAN, ÇEK CUMHURİYETİ
Avrupa’nın üç kardeşi

Bayram tatili için en iyi rotalardan birisi de Viyana, Budapeşte ve Prag üçlüsüdür. Her bir kentte harcayacağınız ikişer gün size keyifli anlar yaşatacaktır.
Viyana gezinizi kentin merkezindeki Stephans Katedrali’nden başlatmanızı öneririm. İçeriye girmeden önce Katedralin mozaikli damına bir göz atmanız gerekir. İkinci Dünya Savaşı’nda tahribat gördüğü için yeniden yapılan çatıda yarım milyon mozaik kullanılmış.
Meydandaki kukla oynatıcılarının, heykel gibi donmuş kalmış sanatçıların, sokak müzisyenlerinin, sihirbazların aralarından dolaşıp, Viyana’nın en eski, önemli caddelerinden Graben’e varın. Süslü vitrinlerin sizi alışveriş hummasına kaptırmasına izin vermeyin.
Öğle yemeğini, meydana açılan bir pasajın içindeki Figlmüller’de yemenizi öneririm. 1905’ten beri hizmet veren bu lokanta bence, dünyanın en lezzetli şinitzelini yapıyor.
Yemekten sonra Kohlmarkt Caddesi’ndeki tarihi Demel pastanesinde biraz soluklanın. 1786’da hizmete giren pastanenin, portakal likörüyle yapılan ünlü kahvesinden (Anna Demel kahvesi) ısmarlayın. Yanına da bir Sachertorte söyleyin. Viyana’ya kadar gelip, dünyanın bu en lezzetli çikolatalı kekinden yememek olmaz.
Yeme-içme faslından sonra müzelerde vakit geçirebilirsiniz. Bu müzelerde dünyanın en önemli eserlerinin sergilendiğini aklınızın bir köşesine yazın. Akşam bir klasik müzik konserine gitmeyi aman ihmal etmeyin.
Viyana’da bir gününüzü de saraylara ayırmayı unutmayın. Önce imparatorluk ailesinin yazlık sarayı Schönbrunn’a gitmenizi öneririm. Daha sonra etrafı müzeler, şık mağazalarla çevrili olan Hofburg sarayına gidin. Habsburg sülalesine 600 yıl ev sahipliği yapan bu “saraylar külliyesini” birkaç saatte dolaşmanın olanağı yok. Onun için gördüğünüz kadarıyla yetineceksiniz.
Viyana güzel, yaşlı, sakin, asil bir kent. Tüm bu güzellikleri konuklarıyla paylaşmayı da seviyor. Eğer sanatla haşır neşir, telaşsız, ağız tadıyla uzatılmış bir tatile niyetlenirseniz Viyana’yı size önerebilirim.

YAŞLI BUDAPEŞTE’NİN ŞIK SOKAK VE MEYDANLARI

Geziye, Peşte’nin tarih sinmiş sokaklarından başlamalısınız. Acele etmeyin kent nasıl olsa bir ahtapot gibi sizi sarıp sarmalayacak, içine alacak. Yorulduğunuzda Vörösmarty Meydanı’nda ülkenin en ünlü pastanesi Gerbeaud’a bir yorgunluk kahvesi için.
Daha sonra eğer alış veriş yapmaya niyetliyseniz, birbirinden şık mağazaların süslediği Vaci Sokağı’nda gidin.
Sonra tekrar kentin sokaklarına dalın. Gezdikçe bu kentin, bir çok Avrupa kentinden daha şık olduğunu göreceksiniz. Binalara bakınca, burada bir zamanlar mimarların, demircilerin, taş ustalarının, heykeltraşların, yapı ustalarının kıyasıya yarıştıkları belli oluyor.
Heykellere, muhteşem binalara baka baka, Nador Caddesi’nden Parlamento’ya doğru ilerleyin. Önce Etnoğrafya Müzesi’ne girmenizi öneririm. Görkemli bir yapıdır. Rönesans, Barok ve Klasisizm öğelerinin birleştiği bina, 1945’ea kadar Yüksek Mahkeme olarak kullanılmıştı. Oradan çıkıp tam karşısındaki parlamento binasına yürüyün. Tuna kıyısındaki bu bina, Almanya ve İngiltere’den sonra Avrupa’nın üçüncü büyük parlamentosuydu. Yirmi küsur yılda (1884-1906) inşa edilen bu gösterişli binanın uzunluğu 300 metre, en yüksek noktası 96 metreydi. 18 bin metrekarelik bir alanı kaplayan binada tam 700 oda var. Dış cephesini 300 heykelin süslediği bu binaya tam 27 ayrı kapıdan giriliyor ve süslemeler için 40 kilo altın kullanılmış.
Kahramanlar Meydanı’na gelince (Hösök Tere) ortasında uzunca bir sütun, sütunun zirvesinde kanatlı Cebrail heykeli vardır. Meydanı çevreleyen yarım dairelerde ise Macar kralları yan yana dizilmiş. Sonra Dozso György caddesine sapıp, Szechenyi Hamamı’na doğru yürüyün. Hayvanat bahçesinin tam karşısındaki Avrupa’nın ilk hamamı Szechenyi geniş bir alanı kaplıyor. Binanın avlusundaki sıcak su dolu havuzlar, şifalı sularının yanı sıra burada mayoyla oynanan satranç turnuvalarıyla da ünlüdür. Söylentilere göre bu havuzlar, sosyalizm devrinde rejim muhaliflerinin gizli toplantı yeri olmuştu.
Size kaba hatlarıyla kentin bir özetini yaptım. Tüm Budapeşte’yi buraya sığdırmak olanaksız. Bayram tatilinde gerisini keşfetmeye ne dersiniz?
 
AŞK KOKAN PRAG

Rainer Maria Rilke, doğduğu kent Prag için yüzyılın başında şunları yazmıştı: “Onu tanımak istiyorsanız, yüreğinden, yani Eski Kent’ten başlayın...” Siz de öyle yapabilirsiniz.
Stare Mesto’ya doğru yürürken kentin ruhunun sizi izlediğinden hiç şüphe etmeyin. Eski Kenti, Hradcany Şatosu’nun bulunduğu Mala Strana’ya bağlayan Charles Köprüsü’nden geçerken, sokak çalgıcılarının, köprü üstündeki heykellerin ve eserlerini satmaya çalışan ressamların arasında kendinizi bir tiyatro sahnesinde gibi hissedeceksiniz.
Dar sokaklar, sarı, uçuk mavi, pembe renkli evler, nehirde yüzen kuğular.. Bugüne kadar gördüğünüz en güzel kenttin Prag olduğunu söyleyeceksiniz kendi kendinize. Gotik’ten rokokoya, baroktan modern sanata, tüm mimari tarzlar kentin sokaklarında ve caddelerinde birbirine yaslanmış olduğunu göreceksiniz.
Eğer benim gibi bir Mozart hayranıysanız Bertramka Villası’na gitmenizi öneririm. Orada ünlü müzisyenin, “Don Juan”ı bestelerken neler düşündüğünü hayal edebilirsiniz. Belki gizlice Mozart’ın besteyi yaparken kullandığı piyanonun tuşlarını okşayabilirsiniz.
Prag küçük ama anı ve güzelliklerle dolu bir kent. Size tatilinizde bir demet mutluluk ve keyif sunacağından emin olablirisiniz.

MAKEDONYA, ARNAVUTLUK, BOSNA HERSEK
Balkanlar’da börek, köfte, nostalji

Bayram tatili için önereceğim sınır ötesi rotaların baş köşesine Balkanları koydum. Vizesiz gidilebilen bu ülkeler, hem ucuz hem de dil sorunu fazla yaşanmayan yerler. Yolculuğunuzu Makedonya’nın başkenti Üsküp’ten başlamanızı öneririm. Oradan kiralayacağınız otomobille önce Şar Dağları’nın eteklerindeki köyleri dolaşıp Arnavutluk’a geçebilirsiniz. Başkent Tiran’daki arka sokakları sizi yüz yıl öncesindeki Türkiye’ye götürücektir. Ayrıca kuzeydeki İşkodra kentindeki görüntüler de size hiç yabancı gelmeyecektir.
Arnavutluk geziniz bitince Kosova’ya geçip, başkent Priştine ve Prizren’de Osmanlı’nın izindeki yolculuğunuza devam edebilirsiniz. Daha sonraki durakta Karadağ var. Dalmaçya kıyılarının bu küçük ülkesi size unutamayacağınız güzellikler sunacaktır. Bir sonraki durak ise Bosna Hersek. Saraybosna’daki tanıdık manzaraların çok hoşunuza gideceğinden emin olabilirsiniz. Rotanın bitiş noktasında ise Adriyatik kıyılarının güzeli Hırvatistan var. Kıyılarda yapacağınız gezintiden sonra gezinizi başkent Dubrovnik’te noktalayabilirsiniz.
Bu rotanın görselliğinin yanısıra lezzeti de dillere destandır. Bu gezide yiyeceğiniz köftelerin, kebapların ve böreklerin tadını uzun süre unutmayacağınızdan emin olabilirsiniz.

YUNANİSTAN
Girit’te deniz ve lezzet

Bu mevsimin gözde adreslerinden biri de Girit Adası. Sıcağı ve turisti azalan bu ada hem göze hem de damağa hitap eder. Güzel plajlarında Akdeniz’in lacivert sularıyla kucaklaşabilir, küçük lokantalarında yabancımız olmayan lezzetli mezelerle tatilinize keyif katabilirsiniz.
Girit gezinize Osmanlı’nın Girit’te ilk fethettigi yer olan Hanya’dan başlayabilirsiniz. Cumbalı evlerin süslediği daracık, gölgeli sokaklarda yürümenizi öneririm. Kaldırım taşlarıyla döşenmiş o daracık sokaklarda, kendinizi bir labirentte dolaşıyormuş gibi hissedeceksiniz. Hala çiçeklerini dökmemiş begonvillerin sarıldığı cumbalı evleri, oksit yeşiline boyanmış pencere kepenklerini, çivit mavisi pervazlarla süslü taş binaları görünce, gerçek Akdenizli bir mekanda olduğunuzu anlayacaksınız. Küçük dükkanlara girip, ölçüye göre yapılan geleneksel Girit çizmelerinin, ünlü sandaletlerin yapımını izleyin.
Kapalı Çarşı’da kendinizi renk cümbüşü içinde bulacaksınız. Yan yana dizilmiş manavlarda bildik bilmedik bir çok sebzenin sergilendiğini göreceksiniz. Balıkçılarda, Girit denizinin ne kadar cömert olduğunu görüp şaşıracaksınız.
Daha sonra kıyı kıyı Retimno’a (Resmo) gidin. Palmiyeli rıhtımda, sonbaharın tadını çıkara çıkara yürüyün. Sonra bir aralıktan arka sokaklara sapın. Buradaki eski evler size çok güzel pozlar verecektir. Yorulunca Plastira Meydanı’ndaki kahvelerden birinde yorgunluk kahvesi için.
Girit bu mevsimde kalabalıklardan arınmıştır. Tüm güzelliklerini sergilemekten keyif alır. Bence bu güzel ve lezzetli adayı tatili bahane ederek keşfedebilirsiniz. Bu mevsimde Akdeniz’in lacivert sularında kulaç atmak, lezzetli ve sağlıklı Girit yemekleriyle damağınızı şenlendirmek yaşam akünüzü dolduracaktır.

FRANSA
Şarabın başkenti Bordeaux

Ekimde Fransa’nın Bordeaux bölgesi buram buram şarap kokar. Bağbozumu bitmiş, tüm şatolarda üzümler sıkılıp, mayalanmaya bırakılmıştır. Böyle bir yolculuğa niyetlenirseniz, bölgenin başkenti Bordeaux’yu üs tutmanızı ve araba kiralamanızı öneririm.
Önce Gironde Irmağı’nı takip ederek kuzeye çıkmanız gerek. Çünkü bu yol üstünde ünlü bağlar ve şatolar yer alır. Dünyanın en pahalı şarapları bu şatolara aittir. Acele etmeyin, şaraphanelere girip bölge şaraplarının tadına bakın.
İkinci yolculuğu St. Emilion’a yapmalısınız. Bu küçük kent de Fransa’nın önemli şarap merkezlerinden. Yol bazen nehirlerin, bazen yaprakları sararmaya yüz tutmuş bağların arasından geçer. St. Emilion’un, şarapları kadar ortaçağdan kalma daracık sokakları, taş evleri de aklınızı başınızdan alır.
Ardından rotanızı Siyah Perigord’a çevirmelisiniz. Bu bölge insanı baştan çıkartan lezzetlerin merkezidir. Siyah elmas denen özel mantarı, kaz ciğeri, sosisleri, salamları, peynirleri ile insanın damağını çatlatır. Buraya giderseniz Sarlat kentini üs tutun. Fransa’nın en güzel tarihi kentlerinden biri.

GÜNEY AFRİKA
İlkbaharı özleyenlere

Bayram tatilinde önereceğim diğer uzak bir rotada şarap diyarı güney Afrika. Şimdilerde baharın başlangıcını yaşayan bu ülkede doğa yeşile boyanmaya başlamıştır bile. Eğer oraya giderseniz sonbaharda ilkbaharı yaşayacağınızdan haberiniz olsun. Ülke bir kaç günlük tatilde keşfedilmeyecek kadar büyük. Onun için bu tatilde size Cape Town’ı önereceğim. Bu kent ülkenin en güzel, en güvenli kentlerinden biri. Cape Town yüzünü denize dönmüş, sırtını Masa Dağı’na dayamış, merkezde zengin yaşamların sürdüğü çevresinde ise en yoksul insanların, köpek kulübesinden de beter evlerde açlıktan kıvrandığı ikilemlerle süslenmiş ikilemler kentti.
Buraya gelmişken mutlaka Ümit Burnu’na gidin. Ümit Burnu’nu tepeden gören bir restorana oturun. Atlas Okyanusu’nu ile Hint Okyanusu’nun tam karşınızda kucaklaştığını seyredin.
Eğer şarap seviyorsanız Cape Town tam size göre bir yer. Şarapların hepsi birbirinden güzel. Burada yıllık şarap üretimi 4,5 milyon litreyi geçiyor. Cape Town konuklarına lezzetli şarapların, yemeklerin yanı sıra bir çok güzellik de sunuyor. Günübirlik katılacağınız safari turlarında Afrika’nın vahşi yaşamına tanık olabilirsiniz.

MUĞLA
Marmaris koylarında yaza veda

Son kez güneş ve denizin tadını çıkarmak isteyenlere Marmaris’in biraz uzağındaki koyları önereceğim. Aralarında en sevdiğim Turunç. Yolu biraz inişli çıkışlıdır, gözlerden uzakta kalmıştır. Bu şirin ilçeyi İngilizler çok sever, yerleşik yabancı fazladır. Uzun kumsalı, pırıl pırıl denizi olan Turunç’u üs tutup, çevreyi koy koy, köy köy gezebilirsiniz.
Turunç’tan sonraki Kumlubük koyu da kumsalı ve denizi ile oldukça davetkardır. Bu mevsimde denize girip, güneşlenmek mümkündür. Eğer deniz ve güneşten vaktiniz artarsa onu da koy koy ve köy köy gezerek değerlendirmenizi öneririm. Kumlubük’ten sapacağınız dağ yolu sizi ağaçların arasından aşırıp önce Osmaniye’ye götürür. Burası çam balının merkezidir. Yol kıyısındaki satıcılardan çekinmeden bal alabilirsiniz. Bunlar katışıksız, gerçek çam balıdır.
Daha sonra önünüze Bayır köyü çıkar. Köyün meydanında asırlık çınar ağacının gölgelediği kahvede demli bir çay içip köylülerle hoş beş edebilirsiniz. Köyden ayrılırken her derde deva kekik, adaçayı, defne paketlerinden birer tane satın almayı unutmamanızı öneririm. Yola devam ettiğinizde kendinizi Çiftlik Koyu’nda bulursunuz. Çam ormanlarının çevrelediği bu masmavi koy çok davetkardır. Bence burada bir deniz molası vermekte yarar vardır.
Sonra Orhaniye ve Selimiye sizi davet eder. Bence buralarda kısa molalar vermekte yarar vardır. Yol
döne dolaşa Söğüt Köyü’ne gelir. Eski adı Saranda olan köye bir tepeden baktığınızda, tatilin resmini görebilirsiniz.
Karnınız acıktıysa sahile inip balık yemenizi öneririm. Yemekten sonra dönüş yoluna geçebilirsiniz. Bu gezide hem yazla vedalaşır hem de keyifli bir tatil geçirmiş olursunuz.

ÇANAKKALE
Gökçeada’da merhaba hüzün

Gökçeada Türkiye’nin en büyük adasıdır ama gözlerden biraz uzakta kalmıştır. İşte size bir fırsat. Bayram tatilini bu güzelim adayı keşfetmeye ayırın. Keşif gezinizi Bademli Köyü’den başlatabilirsiniz. Bademli’de evlerin bir bölümü yıkık döküktür. Köyün yolları da ağaçları, evleri gibi eskidir. Sokaklar sessizdir. Bir tek lodosun yıkık duvarlara çarpan ıslığı duyulur. Bademli, adanın balkonu gibidir. Bir bakışta denizi, karşı tepelerdeki köyleri, ilçe merkezini, havaalanını, köpüklü denizi görmek mümkündür.
Eğer gün batımını seyretmek isterseniz Yukarı Kaleköy’e gitmeniz gerekir. Güneş buradan altın bir tepsi gibi görünür. Batarken Semadirek Adası’nın zirvesine sığınmış beyaz bulutları rengarenk boyar.
Yüksekçe bir tepenin ortasında kurulmuş olan Dereköy (Şinudi), ilk bakışta Fethiye’deki Kayaköy’ü andırır. Köyün girişindeki Aya Marina kilisesinde hala ayin yapılmaktadır. Bütün Rum köyleri gibi burası da yıkık döküktür. Çürümüş kapıların üstündeki paslı asma kilitler hâlâ kilitlidir.
Başka bir tepenin üstünde kurulmuş olan Tepeköy, adanın en bakımlı köylerindendir.
Ada turunun son durağında ise Zeytinli köyüne (Aya Todori) uğramanız gerekir. Köyün küçük meydanında üç kahve vardır. Madamın kahvesi, Orhan Beyin kahvesi ve eski Beşiktaşlı Hıristo’nun kahvesi. Bu üç kahvede de dibek kahvesinin tadına bakabilirsiniz.
Adada keşfedilecek daha çok güzellik var. Bunları da size bıraktım.

KARS
Taş evlerini keşfedin gravyerini tadın

Türkiye’nin en doğusundaki Kars her mevsim bir başka güzellik sergiler. Kışın beyaz örtülere bürünen kent, baharda ve yazda çiçeklerle donanır. Bu mevsimde ise sonbahar renklerine bürünür. Kars aslında uzak gibi görünür ama uzak değildir. Çünkü uçakla en fazla iki saatte ulaşılır.
Kars adını duyunca çok şey geliyor aklıma: Taş evleri, geniş caddeleri, kalesi, köprüsü, gravyeri, kaşarı, Çıldır’ı, Ani’si...
Kenti gezmeye Kars Kalesi’nden başlayabilirsiniz. Kale, tepede, bir kayalığın üstünde kendini gösterir. Eteklerinde gürül gürül Kars Çayı akıp gider. Bu deli çayı aşmak için tarihi Taş Köprü’yü geçmeniz gerekir. Köprü ve etrafının fotoğrafçılara çok güzel pozlar verdiğini aklınızdan çıkarmayın. Kaleye ulaşan yol oldukça diktir. Tepeye kadar çıkmaya niyetliyseniz soluk soluğa kalmayı göze almalısınız. Kalenin güney eteklerinde eski Osmanlı Mahallesi uzanır. İşte bu, kentin mimari zenginliğinin kanıtlarından biridir. Bir yanda Rus mimarisini yansıtan taş evler, geniş caddeler, diğer yandan cumbalı Osmanlı evleri...
Yeni Kars’ta kuzeyden güneye uzanan dört ana caddeyi, doğudan batıya uzanan dört cadde dik olarak keser. Bu caddeleri, Baltık tarzı, düzgün kesme bazalt taşlarıyla yapılmış, bir veya iki katlı evler süsler.
Buraya kadar geldikten sonra Çıldır’ı görmeden dönmek olmaz. Aslında bu göl kışın donunca daha güzel olur ama bu mevsimde sunduğu manzaralar da çok güzeldir.
Tabii Ermenistan sınırındaki Ani harabelerini mutlaka görmek gerekir. Bu uzun süre önce boşaltılmış olan kent, yıkık kiliseleri, diğer yapılarıyla sizi başka dönemlere götürecektir.
Kars caddelerinde peynir satan dükkanlar sıra sıradır. Ağız sulandıran bu dükkanlar, kendi ürettikleri peynirleri satar. Gravyerin ünü tüm Türkiye’ye yayılmıştır. Kaşar peynirinin tadı da gravyerden aşağıya kalmaz. Tel tel dökülen Çeçil peyniri, damakta unutulmaz tatlar bırakır. Deri tuluma basılmış peyniri insan yemeye doyamaz.
Kars’ın en önemli yemeği kaz kebabını bu mevsimde bulamazsınız. Çünkü kar düşmeden kazlar kesilmez. Ama diğer yemekleri de lezzetlidir. Örneğin, Piti, Hıngel,Haşıl insanın alını başından alır.

İNTERNETTE SÖRF

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, Serhat Kalkınma Ajansı’nın (SERKA) desteğiyle iki yıldır Kars’ta turizm zenginliğini ortaya çıkarma ve dünyaya sunma konusunda çalışma yürütülüyor. Bu amaçla turizm tesislerine eğitim verildi, Sarıkamış civarındaki yürüyüş rotaları belirlendi, GPS koordinatları, haritaları çıkarıldı. (www.sarikamistrekking.com) Ayrıca Kars Turizm Keşif Rehberi hazırlandı. İl Turizm Müdürlüğü’nden rehberi ücretsiz edinebilir, web sitesinden de gerekli bilgilere ulaşabilirsiniz. (www.karskulturturizm.gov.tr)

NİĞDE, NEVŞEHİR, AKSARAY, KAYSERİ
Kapadokya’da yerkürenin binbir rengi

Kapadokya her zaman güzeldir ama bu mevsimde tadına doyum olmaz. Yaz sıcakları artık insafa gelmiştir, güneşin ışıkları vadileri, peri bacalarını daha sihirli kılar. Onun için bayram tatili için en iyi adreslerden biri Kapadokya’dır.
Burası rengarenk bir diyardır. Boz, kireç beyazı, küf yeşili, kiremit kırmızısı, vişne çürüğü, kirli sarı... Bir de bunların güneşin ışıklarıyla oynaşırken büründükleri tonlar vardır. Hele güneş batarken kızaran vadilerin görüntüsünü anlatmaya kelimeler yetişmez.
Bu diyarın masalı şöyle anlatılır: Bundan 60 milyon yıl önce Toros Dağları yükseldikçe yükselmiş, ortaya tepelerinden alevler püskürten yanardağlar çıkmış. Bu dağlardan vadilere kızgın ateş ve kül yağmış. Zaman geçmiş, dağların hiddeti dinmiş, vadilerdeki lavlar soğumuş, lavlar kayalara dönüşmüş. Aradan geçen milyonlarca yılda nehirler ve seller, yumuşak ve gözenekli taşları oyarak, bölgede kanyonlar, koyaklar, vadiler meydana getirmiş. Yine milyonlarca yıldan beri esen rüzgarlar, bu kayaları aşındırarak inanılmaz uçurumlar, kıvrımlar, kuleler, koniler, dikilitaşlar, iğneler, dikitlere dönüştürerek burayı taş heykellerden oluşan bir açık hava müzesine çevirmiş. Halk konik sütunlara peri bacaları adını takmış. Sonra yöre halkı ellerine geçirdikleri kesici aletlerle, bu peri bacalarına evler, ambarlar oymuş. Onları, Bizans döneminde işkenceden kaçan Hıristiyanlar ve din adamaları izlemiş. Peri bacaları bu sefer oyularak, kilise, manastır ve ev haline getirilmiş.
Zaman geçmiş, Kapadokya’da çoğu duvar resimleriyle süslü 600’den fazla kaya kilisesi ve manastır oluşmuş.
Yüzlerce yıl öncesinde yaşayanların yarattığı uygarlıklar, Hıristiyanlığın ilk yıllarına kadar uzanan mistik bir atmosfer, baskılara karşı inancın direnişinin simgesi olan yeraltı şehirleri, kiliseler, manastırlarla süslü bu düşler ülkesi, Aksaray’dan başlar, Nevşehir’den, Niğde’den geçer, Kayseri’de son bulur.
Bu masal ülkesini tüm detayları ile anlatmak çok zordur. Onun için bayram tatilinde Kapadokya’ya gidip, bu masalın içinde yaşamanızı öneririm.

ANTALYA
Sönmeyen antik ateş

Bayramda Antalya’da kalacaklar için seçenek çok. Zaten kent, bayram tatili için gelenlerle dolup taşacak. Aslında bayram tatilinde Antalya’yı turistlere bırakıp çevreye kaçmak en akıllısı. Örneğin ben olsam otomobilime atlar Olympos’taki Yanartaş’a giderim.
Bu ateş antik çağdan beri, Olympos Dağı’nın eteklerindeki tepelerden birinde yanıp duruyor. Ateşin yanına ulaşabilmeniz için ormanların içinden geçen bir patikadan yaklaşık bir saat tırmanmanız gerektiğini aklınızdan çıkarmayın.
Ateş, sık ağaçların arasında, yaklaşık 50 metre çapındaki kayalık bir alanın ortasındaki delikten çıkıyor. Homeros bu ateşi “önü aslana, arkası yılana, ortası keçiye benzeyen ve nefes verdiğinde ağzından alevler saçan” bir yaratık olarak tarif ettiği Khimaira’yla ilişkilendirilmiş.
Eğer şansınız varsa ve hava izin verirse Olympos’un o güzelim sahilinde, masmavi suların kıyısında kendinize bir ziyafet çekebilirsiniz.

BAYRAMI EVDE GEÇİRECEKLERE ÖNERİLER

İSTANBUL
Boğaziçi’nin lezzetleri Sinan’ın camileri

Uzun tatillerde İstanbul boşalır, özlenen şehir haline gelir. Doğduğunuz, ömrünüzün geçtiği şehirde kendinizi ansızın turist gibi hissedebilirsiniz. Çünkü her zamanki halinden çok farklıdır. Size bayramda bu fırsatı değerlendirmenizi öneririm. İşe otomobilinizi evde bırakmakla başlayın, sadece toplu ulaşım araçlarını kullanın. Örneğin kahvaltınızı Fenerbahçe Parkı, Emirgan Korusu, Hidiv Kasrı gibi sonbaharı yaşayacağınız açıkhava mekanlarında yapın. Sonra Boğaziçi’nde tarifeli ring sefer yapan vapurlarla tura çıkın, ekim güneşinin tadını çıkarın. Anadolu Kavağı’nda, küçük balıkçı köyü atmosferinde güneşi uğurlayın.
Bir gününüzü mutlaka Adalar’a ayırın. Büyükada’da, Heybeli’de yürüyüşe çıkın. Sahildeki restoranlarda mevsim balıklarının tadını çıkarın.
Kendinize kültür turu rotaları da hazırlayabilirsiniz. Fener-Balat ya da Sultanahmet hakkıyla gezerseniz birer gününüzü alır. Yola çıkmadan Murat Belge’nin “İstanbul Gezi Rehberi”ne göz atmanız, sokakların, binaların öyküsünü öğrenmeniz bu geziye boyut kazandıracaktır.
Her gün önünden geçtiğiniz, bütünsel olarak değerlendirme fırsatı bulamadığınız Mimar Sinan eserleri de başlıbaşına bir gezi teması olabilir. Geçen bayramda kendime şöyle bir rota çizdim: Önce Süleymaniye Camii’nin hemen karşısındaki Rüstempaşa Camii’ne gittim. Burada Sinan’ın mimarlık dehasının yanı sıra, İznik çini sanatının en mükemmel örnekleriyle de karşılaştım. Sonra bütün İstanbul’a tepeden bakan Süleymaniye Camii’nde, Sinan’ın mimarlık sanatının doruk noktasında nasıl dolaştığını izledim. Oradan Şehzadebaşı’na gidip, ustanın “çıraklık dönemi eserim” dediği Şehzade Mehmet Camii’nde, zaman ve mekanın mistik kucaklaşmasını seyrettim. Rotamdaki Sinan eserlerinden biri de, Kadırga sırtlarındaki Sokollu Mehmet Paşa Camii’ydi. Burada da İznik çinilerinin büyüleyici renkleriyle kendimden geçtim. Daha sonra Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Camii’nde, Sinan’ın taş, renk ve ışıkla nasıl oynadığına şahit oldum. En son durakta ise yine Edirnekapı’daki Gazi Kara Ahmet Paşa Camii vardı.

ANKARA
Yanıbaşınızdaki Beypazarı ve Abant sizi bekliyor

Ankara’da oturuyorsanız, bayram tatilinde otomobilinize atlayıp 1,5 saat ötedeki Beypazarı’na veya 3 saat ötedeki Abant’a gidebilirsiniz. Yörenin en güzel kasabalarından biri olan Beypazarı, İpek Yolu üstünde, Özellikle Bağdat’a giden kervanların konakladıkları önemli bir yerleşim yeriydi.
Eğer önerime uyup bu yolculuğa çıkamaya niyetlenirseniz, rahat bir ayakkabı giymeyi ihmal etmeyin. Çünkü kasabanın ara sokaklarında çok yürüyeceksiniz.
Evliya Çelebi’ye göre kasabada duvarları kerpiçten, ikişer katlı 3 bin 60 ev varmış. Şimdi yarıya yakını onarılmış, eski güzelliğine kavuşturulmuş. Onun için insan, dar sokaklarda yürürken kendini geçmişte dolaşıyormuş gibi hissediyor.
Kasabanın çarşısı da eskiyi anımsatan görüntüler içeriyor. Bir yanda bakır döven sanatçılar, bir yanda yemeni diken saraçlar, yorgancılar, ipek burgu dokuyan ustalar... Çarşıda ilginç fotoğraflar çekeceğinizden kuşkunuz olmasın.
Beypazarı’nın, evleri kadar yemekleri de ünlü. Çiğ börek benzeri Yarımca, Akpüskül üzümünün yaprağına sarılan, küçük parmak büyüklüğündeki etli yaprak sarması, etli, tavuklu, sebzeli güveç, 80 katlı baklava damak çatlatan lezzetlerin başında geliyor. Beypazarı’nın bir de dillere destan “kuru”su var. Un, süt ve tereyağıyla yapılan, galeta benzeri bu yiyecek kasabanın gurur kaynağı.
Beypazarı’nı görmediyseniz bayram tatili sizin için bulunmaz fırsat.
Aynı şekilde Abant’ta doğru bir seçenek. Sonbaharın başlangıcını yaşayan Abant ve çevresi size temiz hava ve sessizlik sunacak. Tatili bahane ederek kent gürültüsünden uzakta huzur içinde bir gün geçirebilirsiniz. Bu geziyi güzel bir piknikle taçlandırmak isterseniz, lezzetli sandviçleri yanınıza almayı unutmayın.

İZMİR
Haklısınız, seçmek zor

İzmirliler günübirlik gezi konusunda oldukça şanslı. Bayram tatili süresince her gün bir tatil beldesinde günün keyfini çıkartabilir. Örneğin Tire, Kuşadası, Foça, Ayvalık...
Önerim geziye Tire’den başlamanız. Küçük Menderes ovasının kıyısındaki Tire’ye Evliya Çelebi “Şehr-i Muazzama” demeyi uygun görmüş. Katip Çelebi ise “Eski Taht Şehri”ni yakıştırmış. İzmir’den bir solukta kavuşacağınız Tire’nin eski sokakları görülmeye değer. Ben her seferinde başka bir güzellik keşfediyorum. Güre Dağları’na yaslanmış olan bu dar sokaklardaki ağaçlar da evler kadar eski. Ağaçlar asırlar boyu bu sokaklardan gölgelerini eksik etmemiş. Eğer önerime uyup Tire’ye giderseniz camileri görmeden sakın dönmeyin. Büyük çoğunluğu 15’inci yüzyıla ait. Kubbelerinde, minarelerinde tuğla işçiliğinin en güzel örneklerini görebilirsiniz.
Ayvalık, özellikle Cunda Adası da İzmirli tatilciler için ideal bir rota. Cunda sahilinde lezzetli mezelerin tadına bakıp, Ayvalık’ta Şeytan Sofrası’nda güneşi batırdıktan sonra tekrar eve dönebilirsiniz. Veya Foça’da Büyük Deniz’in kıyısındaki kahvelerde ve balıkçı lokantalarında günü keyifle harcayabilirsiniz.

False