Son Güncelleme:
Ebedi gençlik sözünü okudum Güney Kore’nin yolunu tuttum
Berrin Köylü (45), Gazi Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi mezunu. 21 yıllık öğretmen. Ankara Yenimahalle Yunus Emre İlköğretim Okulu’nda, teknoloji ve tasarım dersleri veriyor. 1992’den bu yana dünyayı geziyor. Almanya’dan Japonya’ya 30 ülke görmüş şimdiye kadar. Bir gezi yazısında Changdokkungyo Sarayı’nın gizli bahçesindeki Pullamon Kapısı’ndan geçenin ömür boyu genç kalacağını okuyunca Güney Kore’nin yolunu tutmuş. Köylü, Pusan’ın tarihi dokusunun Seul’e oranla çok daha iyi korunduğunu söylüyor.
Almanya’ya akraba ziyareti ile başladığım yurtdışı gezilerim, zamanla tam bir yaşam biçimine dönüştü. Antarktika ve Avustralya hariç diğer kıtalarda 30’dan fazla ülke için epeyce yol kat ettik.
Farklı insanları, kültürleri, tarihi ve doğal güzellikleri keşfetmeyi çok seviyorum. Kitaplarda okuduğum, belgesellerde izlediğim yerlere ayak basmış olmak beni heyecanlandırıyor, hayatıma renk katıyor. Uzakdoğu’yla ilk tanışıklığım Japonya’da oldu. Dil eğitimi gören kardeşimin yanına gittim, güzel bir geziydi. Sonrasında turlarla Uzakdoğu’yu gezdik. En son Kamboçya - Vietnam turundan sonra daha farklı bir kıta ve ülkeler araştırırken, bir gezi yazısı okudum. Changdokkungyo Sarayı’nın gizli bahçesindeki Pullamon kapısından geçenin ömür boyu genç kaldığını yazıyordu. Biz de rotayı Güney Kore’ye çevirdik.
Yaklaşık 10 günlük gezi programı yaptık, birikmiş uçuş millerimizi de kullanarak yola düştük. Kore ile ilgili yazılarda Türklerin çok sevildiğini, İngilizce’nin yaygın konuşulduğunu okumuştuk. O rahatlıkla Seul’e uçtuk. İlk şok: İngilizce pek işe yaramıyor. İngilizce bildiklerini iddia eden, ek ücret talep eden "tercüman" taksicilerle bile zor anlaştık. İkinci şok: Türk olmamız pek bir şey ifade etmiyordu. Yine de Koreliler nazik ve güleryüzlü olduklarından sorun yaşamadık.
Koreliler, yerüstü kadar, yeraltında da çok geniş bir metro ağında, hızlı bir yaşam temposu içerisinde. Boş oturan yok gibi. 70 - 80 yaşındakileri (özellikle kadınlar) çalışma hayatının her noktasında görebiliyorsunuz. Güney Kore dünyanın 11. büyük ekonomisi. Gerçekten çok çalışıyorlar. Sokaklarda hep Kore üretimi araçlar, ellerde Kore markalı telefonlar gördükçe sanayi devlerinden biri olmalarına şaşırmıyoruz.
ŞEHİTLİKTE GURUR DUYDUK AMA BAYRAK HATALIYDI
Seul’den Pusan’a gidişte ünlü trenleri KTX’i seçtik. Bizdeki hızlı trenlere pek benzemiyor... Çok keyifli bir yolculuk yaptık. Saatte 350 kilometre hıza çıkabiliyorlarmış. Heyecanla beklememize rağmen monitörde 298’den fazlasını göremedik. Kalkış, duraklar ve varış süreleri söylenenden saniye şaşmadı. 550 kilometreyi üç saatte kat ettikten sonra, darısı Türkiye’nin başına, dedik.
Pusan’ın diğer adı Busan, 3,6 milyon nüfusuyla ikinci büyük şehir. Ayrıca en büyük liman. Kore savaşında zarar görmemiş, Seul’e göre tarihi dokusu daha yoğun. İlk bakışta, okyanus ve dağların muhteşem uyumuyla, tahmin ettiğimizden daha güzel çıktı.
Elimizdeki haritaya göre otelimiz istasyona yakındı, yol epeyce uzadı. Taksiciye derdimizi anlatamadığımızı düşünürken otele vardık. Kıvrılarak çıkan yokuşlar nedeniyle süre uzamıştı.
Eşyalarımızı bırakıp hemen, Pusan’a gelmemize neden olan Birleşmiş Milletler Kore Anıtsal Mezarlığı’na gittik. Belediye otobüsüyle yakınına kadar ulaşılabiliyor. Kapıda ülkemizi sordular ve asker selamıyla karşıladılar, gururlandık. Anı salonunda gönüllü bir rehber bize bilgi verdi, sık sık Türkiye’nin onlar için önemini vurguladı. Gençlerin tarihleri konusunda bilgisiz ve duyarsız olmalarından yakındı. Tanıtım filmini izlediğimiz salonda savaşa katılan 16 ülkenin bayrakları vardı. Bayrağımızın ne yazık ki rengi solmuştu, ölçüleri hatalıydı. Üzüldük, uyardık, düzelteceklerini söylediler. Oldukça yıpranmış ziyaretçi defterinde tahminimizden çok Türk’ün yazısını görünce, müzenin daha önce uyarılmamasına şaşırdık.
Kore’de bıraktığımız 712 şehidin 462’si Pusan’da yatıyor. Diğer ülkelerle birlikte toplam 2300 mezar var. Yemyeşil bir sessizlikte kendi bayraklarının altında yatan 2300 can. Türkiye’den götürdüğümüz toprağı mezarların üzerine serperken o duygu yoğunluğunda kendimi tutamadım. 5090 askerimiz, NATO’ya girmemiz için kilometrelerce uzakta savaşmaya gelmiş. İngilizlerden sonra en fazla şehit sayısı bizim maalesef. İnsan bazı şeyleri anlamakta ve gözyaşını tutmakta zorlanıyor.
Yine asker selamı ile uğurlandıktan sonra körfezin incisi Gwangan Köprüsü’nü ve ünlü balık pazarını görmeye gidiyoruz. Taksici bizi köprünün en güzel göründüğü noktada indirdi. Körfezi deniz üzerinden geçen, köprü iki katlı. Yedi yılda tamamlanmış. Otoyolu toplam 7.4 kilometre. Ballı ginseng çayımızı içerken köprünün gece görüntüsünü seyrettik.
TÜRK OLDUĞUMU ÖĞRENDİ "AAA KEBAP" DEDİ!
Balık pazarındaki sayısız restoran, girişteki havuzlardaki canlı deniz ürünleriyle müşteri çekmeye çalışıyor. Çeşitlilik göz kamaştırıcı ama benim gibi yemek özürlü birisi için pek iştah açıcı değil. Biz fotoğraf çekerken çoğunluğu kadın olan satıcılar, ne olduğunu bile bilmediğimiz ürünlerin isimlerini söylüyorlar. Korece telaffuzlarımız, satıcı teyzeleri epeyce eğlendirdi.
Pusan’da balıktan bol bir şey yok. Şehir merkezindeki modern Jagalchi Balık Pazarı çok popüler. Çok sevilen Kore filmlerinin bazıları da orada çekildiğinden birçok Asya ülkesinde biliniyormuş. Modern, çok katlı ve temiz bir pazar. Üst katlardaki restoranlarda benim damak tadıma bile uyacak açık büfeler var. Yurtdışında yemek yemek benim için hep sorun olduğundan bu fırsatı kaçırmıyoruz.
Pusan’da görülmesi gereken yerlerden biri de yaklaşık 1300 yıllık Budizm merkezi Beomeosa Tapınağı. Şehirden epeyce uzak. Metroyla mümkün olduğunca yakınına gidip sonra da taksiyle Geumjeong Dağı’na çıktık. Büyük bir ayin sırasında gitmişiz. Fotoğraf çekmeden sessizce beklememiz gerekti. Epey sonra müstakil ahşap binalardan oluşan tapınağın her odasından kendilerine has giysileriyle Budist kadınlar çıktı. Biz ünlü giriş kapısını, üç katlı ve ahşapişçiliğiyle ünlü stupasını görüp şifalı suyunu içene kadar vakit bir hayli geç olmuştu. Görevliler normal yaşamlarına dönüp akşam yemeği için hazırlıklara başladıklarında, dönüşümüz için araç olmadığını fark ettik. Turistlerin orada gecelemesi mümkünmüş. Otomobilleriyle dönen iki hanıma zorlukla derdimizi anlattık, bizi aşağı indirdiler. Türk olduğumuzu duyunca "aaa, kebap" dedi biri. Türkiye hakkında tek bildikleri buydu galiba. Sağlık olsun...
Pusan’da, Seul’deki Namdaemun Çarşısı kadar renkli ve hareketli olmasa da, Gukje Çarşısı ufak tefek alışveriş ihtiyacımızı karşıladı. Biz, gittikleri ülkelerin ekonomisine alışverişle katkıda bulunan gezginlerden değiliz galiba. Hele Kore gibi pahalı ülkelerde, gezdiklerimiz, gördüklerimiz bize yetiyor.
Kore’den dönüşte uçağa 50 kişilik liseli öğrenci grubu binince aklıma eski bir anı geldi. Tayland gezisinden dönerken havaalanındaki görevli "deklare edecek bir şeyiniz var mı" diye sorunca ben de, "Öğretmenin deklare edecek nesi olur ki" demiştim. O da bana "Öğretmenin Tayland’da işi ne" deyince üzülmüştüm. Mutlaka espriydi ama yine de üzücüydü. Koreli öğretmen ve öğrencilerin tatillerini yurtdışında geçirmeleri çok hoştu. "Keşke ben de bir gün öğrencilerimle böyle seyahatler yapabilsem" diye hayaller kurarken 12 saatlik uçak yolculuğu bitti ve dünyanın en güzel şehri İstanbul’a döndük.
EN SEVDİĞİ 5 YER
á Peru á Havana á Katmandu á Barselona á İstanbul
seyahatte ne okuyor
Sadece gittiği yerle ilgili kitaplar ve notları.
ne yiyor ne içiyor
Yemek her zaman sorun, çoğunlukla kraker ve meyveyle idare ediyor
ne giyiyor
Rahat giysi ve ayakkabı
nerede kalıyor
Beş yıldızlı otelleri tercih ediyor
kiminle seyahat ediyor
Kardeşiyle
oradan ne alıyor
Takı, ufak hediyeler, magnet
çantasının vazgeçilmezleri
Şal, fotoğraf makinesi, sabun, kraker, leblebi
Farklı insanları, kültürleri, tarihi ve doğal güzellikleri keşfetmeyi çok seviyorum. Kitaplarda okuduğum, belgesellerde izlediğim yerlere ayak basmış olmak beni heyecanlandırıyor, hayatıma renk katıyor. Uzakdoğu’yla ilk tanışıklığım Japonya’da oldu. Dil eğitimi gören kardeşimin yanına gittim, güzel bir geziydi. Sonrasında turlarla Uzakdoğu’yu gezdik. En son Kamboçya - Vietnam turundan sonra daha farklı bir kıta ve ülkeler araştırırken, bir gezi yazısı okudum. Changdokkungyo Sarayı’nın gizli bahçesindeki Pullamon kapısından geçenin ömür boyu genç kaldığını yazıyordu. Biz de rotayı Güney Kore’ye çevirdik.
Yaklaşık 10 günlük gezi programı yaptık, birikmiş uçuş millerimizi de kullanarak yola düştük. Kore ile ilgili yazılarda Türklerin çok sevildiğini, İngilizce’nin yaygın konuşulduğunu okumuştuk. O rahatlıkla Seul’e uçtuk. İlk şok: İngilizce pek işe yaramıyor. İngilizce bildiklerini iddia eden, ek ücret talep eden "tercüman" taksicilerle bile zor anlaştık. İkinci şok: Türk olmamız pek bir şey ifade etmiyordu. Yine de Koreliler nazik ve güleryüzlü olduklarından sorun yaşamadık.
Koreliler, yerüstü kadar, yeraltında da çok geniş bir metro ağında, hızlı bir yaşam temposu içerisinde. Boş oturan yok gibi. 70 - 80 yaşındakileri (özellikle kadınlar) çalışma hayatının her noktasında görebiliyorsunuz. Güney Kore dünyanın 11. büyük ekonomisi. Gerçekten çok çalışıyorlar. Sokaklarda hep Kore üretimi araçlar, ellerde Kore markalı telefonlar gördükçe sanayi devlerinden biri olmalarına şaşırmıyoruz.
ŞEHİTLİKTE GURUR DUYDUK AMA BAYRAK HATALIYDI
Seul’den Pusan’a gidişte ünlü trenleri KTX’i seçtik. Bizdeki hızlı trenlere pek benzemiyor... Çok keyifli bir yolculuk yaptık. Saatte 350 kilometre hıza çıkabiliyorlarmış. Heyecanla beklememize rağmen monitörde 298’den fazlasını göremedik. Kalkış, duraklar ve varış süreleri söylenenden saniye şaşmadı. 550 kilometreyi üç saatte kat ettikten sonra, darısı Türkiye’nin başına, dedik.
Pusan’ın diğer adı Busan, 3,6 milyon nüfusuyla ikinci büyük şehir. Ayrıca en büyük liman. Kore savaşında zarar görmemiş, Seul’e göre tarihi dokusu daha yoğun. İlk bakışta, okyanus ve dağların muhteşem uyumuyla, tahmin ettiğimizden daha güzel çıktı.
Elimizdeki haritaya göre otelimiz istasyona yakındı, yol epeyce uzadı. Taksiciye derdimizi anlatamadığımızı düşünürken otele vardık. Kıvrılarak çıkan yokuşlar nedeniyle süre uzamıştı.
Eşyalarımızı bırakıp hemen, Pusan’a gelmemize neden olan Birleşmiş Milletler Kore Anıtsal Mezarlığı’na gittik. Belediye otobüsüyle yakınına kadar ulaşılabiliyor. Kapıda ülkemizi sordular ve asker selamıyla karşıladılar, gururlandık. Anı salonunda gönüllü bir rehber bize bilgi verdi, sık sık Türkiye’nin onlar için önemini vurguladı. Gençlerin tarihleri konusunda bilgisiz ve duyarsız olmalarından yakındı. Tanıtım filmini izlediğimiz salonda savaşa katılan 16 ülkenin bayrakları vardı. Bayrağımızın ne yazık ki rengi solmuştu, ölçüleri hatalıydı. Üzüldük, uyardık, düzelteceklerini söylediler. Oldukça yıpranmış ziyaretçi defterinde tahminimizden çok Türk’ün yazısını görünce, müzenin daha önce uyarılmamasına şaşırdık.
Kore’de bıraktığımız 712 şehidin 462’si Pusan’da yatıyor. Diğer ülkelerle birlikte toplam 2300 mezar var. Yemyeşil bir sessizlikte kendi bayraklarının altında yatan 2300 can. Türkiye’den götürdüğümüz toprağı mezarların üzerine serperken o duygu yoğunluğunda kendimi tutamadım. 5090 askerimiz, NATO’ya girmemiz için kilometrelerce uzakta savaşmaya gelmiş. İngilizlerden sonra en fazla şehit sayısı bizim maalesef. İnsan bazı şeyleri anlamakta ve gözyaşını tutmakta zorlanıyor.
Yine asker selamı ile uğurlandıktan sonra körfezin incisi Gwangan Köprüsü’nü ve ünlü balık pazarını görmeye gidiyoruz. Taksici bizi köprünün en güzel göründüğü noktada indirdi. Körfezi deniz üzerinden geçen, köprü iki katlı. Yedi yılda tamamlanmış. Otoyolu toplam 7.4 kilometre. Ballı ginseng çayımızı içerken köprünün gece görüntüsünü seyrettik.
TÜRK OLDUĞUMU ÖĞRENDİ "AAA KEBAP" DEDİ!
Balık pazarındaki sayısız restoran, girişteki havuzlardaki canlı deniz ürünleriyle müşteri çekmeye çalışıyor. Çeşitlilik göz kamaştırıcı ama benim gibi yemek özürlü birisi için pek iştah açıcı değil. Biz fotoğraf çekerken çoğunluğu kadın olan satıcılar, ne olduğunu bile bilmediğimiz ürünlerin isimlerini söylüyorlar. Korece telaffuzlarımız, satıcı teyzeleri epeyce eğlendirdi.
Pusan’da balıktan bol bir şey yok. Şehir merkezindeki modern Jagalchi Balık Pazarı çok popüler. Çok sevilen Kore filmlerinin bazıları da orada çekildiğinden birçok Asya ülkesinde biliniyormuş. Modern, çok katlı ve temiz bir pazar. Üst katlardaki restoranlarda benim damak tadıma bile uyacak açık büfeler var. Yurtdışında yemek yemek benim için hep sorun olduğundan bu fırsatı kaçırmıyoruz.
Pusan’da görülmesi gereken yerlerden biri de yaklaşık 1300 yıllık Budizm merkezi Beomeosa Tapınağı. Şehirden epeyce uzak. Metroyla mümkün olduğunca yakınına gidip sonra da taksiyle Geumjeong Dağı’na çıktık. Büyük bir ayin sırasında gitmişiz. Fotoğraf çekmeden sessizce beklememiz gerekti. Epey sonra müstakil ahşap binalardan oluşan tapınağın her odasından kendilerine has giysileriyle Budist kadınlar çıktı. Biz ünlü giriş kapısını, üç katlı ve ahşapişçiliğiyle ünlü stupasını görüp şifalı suyunu içene kadar vakit bir hayli geç olmuştu. Görevliler normal yaşamlarına dönüp akşam yemeği için hazırlıklara başladıklarında, dönüşümüz için araç olmadığını fark ettik. Turistlerin orada gecelemesi mümkünmüş. Otomobilleriyle dönen iki hanıma zorlukla derdimizi anlattık, bizi aşağı indirdiler. Türk olduğumuzu duyunca "aaa, kebap" dedi biri. Türkiye hakkında tek bildikleri buydu galiba. Sağlık olsun...
Pusan’da, Seul’deki Namdaemun Çarşısı kadar renkli ve hareketli olmasa da, Gukje Çarşısı ufak tefek alışveriş ihtiyacımızı karşıladı. Biz, gittikleri ülkelerin ekonomisine alışverişle katkıda bulunan gezginlerden değiliz galiba. Hele Kore gibi pahalı ülkelerde, gezdiklerimiz, gördüklerimiz bize yetiyor.
Kore’den dönüşte uçağa 50 kişilik liseli öğrenci grubu binince aklıma eski bir anı geldi. Tayland gezisinden dönerken havaalanındaki görevli "deklare edecek bir şeyiniz var mı" diye sorunca ben de, "Öğretmenin deklare edecek nesi olur ki" demiştim. O da bana "Öğretmenin Tayland’da işi ne" deyince üzülmüştüm. Mutlaka espriydi ama yine de üzücüydü. Koreli öğretmen ve öğrencilerin tatillerini yurtdışında geçirmeleri çok hoştu. "Keşke ben de bir gün öğrencilerimle böyle seyahatler yapabilsem" diye hayaller kurarken 12 saatlik uçak yolculuğu bitti ve dünyanın en güzel şehri İstanbul’a döndük.
EN SEVDİĞİ 5 YER
á Peru á Havana á Katmandu á Barselona á İstanbul
seyahatte ne okuyor
Sadece gittiği yerle ilgili kitaplar ve notları.
ne yiyor ne içiyor
Yemek her zaman sorun, çoğunlukla kraker ve meyveyle idare ediyor
ne giyiyor
Rahat giysi ve ayakkabı
nerede kalıyor
Beş yıldızlı otelleri tercih ediyor
kiminle seyahat ediyor
Kardeşiyle
oradan ne alıyor
Takı, ufak hediyeler, magnet
çantasının vazgeçilmezleri
Şal, fotoğraf makinesi, sabun, kraker, leblebi