GeriSeyahat Dört kültürü buluşturan Penang
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Dört kültürü buluşturan Penang

Dört kültürü buluşturan Penang

Borneo Adası’nın uykulu ritminden, devasa monitor kertenkelesinin bahçemizdeki tavukları kovalamasından, yılanların tıslamasından bir süreliğine uzaklaşmak için, yağmur mevsimini fırsat bilip, geçen ay başında kendimizi Güneydoğu Asya’nın daha kalabalık şehirlerine atmaya karar verdik.

Adanın Sabah bölgesinde Marguez’in romanında bahsettiği sonu gelmeyen yağmurlar başlamak üzereydi. Evimizde sel önlemleri alıp yola çıktık.
Planımız Kuala Lumpur’dan trenle Malezya’nın batı kıyısındaki Penang Adası’na geçmek. George Town kentinde konaklayıp, daha sonra Bangkok’a ulaşmaktı. Ardından otobüsle Kamboçya’nın Siem Reap şehrine gidip Angkor Wat’ı görecektik.

AÇIK YATAKHANE GİBİ TREN

Kuala Lumpur Merkez Garı’ndan saat 23.00’te kalkan Butterworth trenine bindik. Biletimiz ikinci sınıf yataklı kompartımandı. Vagona girdiğimizde kompartımanlar yerine, kendimizi açık yatakhanede bulduk. Koridorun iki yanına altlı üstlü ranzalar dizilmişti. Yataklar perdeyle kapatılmıştı. Durumu garipsesem de üst ranzaya zıpladığımda bilinmedik yere yolculuğun çocuksu heyecanı sardı beni. Alta eşim yerleşti. Karşımıza ise iki Çinli kız. Komşuluğumuzdan emin olmuşçasına, gülümseyip selam verdiler.
Çapraz üst ranzaya yerleşen genç adamın sonu gelmez öksürüklerine karşın, trenin sallantısıyla uyudum. Bir telefon konuşması ve “kapa çeneni” uyarısı çalınsa da kulağıma gece sorunsuz geçti. Çinli kızların heyecanlı konuşmasıyla uyandım. Geç kalkan trenimiz, hedefine zamanında varmıştı.
Sırt çantalarımızı yüklenip dışarı çıktık. Lonely Planet’te adaya otobüs yerine, garın yanındaki iskeleden feribotla geçilmesi öneriliyordu. 20 dakikalık yolculuktan sonra George Town iskelesine vardık. Oradan ücretsiz şehir servisine binip en yüksek binanın, yani Komtar’ın önünde indik. Sabahın erken saatinde New Asia Heritage Hoteli’ni ararken kendimizi bir Dim Sum lokantasının önünde bulduk. Şehrin tarihi Çin dükkânları bölümündeydik. Penang’lı aileler hafta sonu kahvaltısı için küçük restoranı doldurmuştu. Yeşil Çin çayı eşliğinde masamıza gelen her tepsiden bir kaç küçük tabak alıp George Town’daki ilk kahvaltımızı Çin usulü yaptık.
Asırlık otelimiz eski bir Çin dükkânıydı. Odalar iç avluya bakıyordu. Yaşı 80’i aşmış resepsiyonist, otelin babasından kaldığını anlatıyordu.

ÇİÇEK KOKAN SOKAK

Ağırlıklarımızdan arındıktan sonra adanın renkli ve egzotik sokaklarını keşfetmeye çıkıyoruz. İlk durağımız şifalı çay satan minik dükkân. 1800’lü yıllarda gelen Çin’li göçmenlerin Malezya’nın nemli iklimi, sıcağı ve yemeklerinden sürekli hasta olduklarını görüp, onlar için şifalı çaylar yapan bir kadın şifacı kurmuş dükkânı. Çok bilinen bir yer olmalı. Bir tezgâha sıralanmış çaydanlıklardan kocaman cam bardaklara bu renki sıvıları doldurup, müşterilerine veriyor gençten bir kadın. Boğaz ağrısı için aldığım çayı içmekte zorluk çekiyorum. Rengi siyah, tadı kekremsi. “Hepsini tek seferde iç” diyor. Yararını görmek istiyorsam, bardakta bir şey bırakmamam gerekiyormuş. Yüzümü buruşturup buna razı oluyorum. “Bir daha mı asla” diyorum içimden. Ağzımı tatlandıracak bir şey bulmam gerekli. Az gitmeden müzik sesinin birbirine karıştığı, renk renk kumaşlara sarınmış kadınları, sokak satıcıları, baharat ve çiçek kokularıyla bir sokak karşılıyor bizi. Eşim küçük bir Hindistan lokantasını işaret ediyor. İçerisi dolu. Muz kabukları üstünde, değişik soslarla sunulan Hindistan gözlemeleri gözümüze çarpıyor. Yanında da Masala çayı. İkinci kahvaltımızı bu restoranda baharatlı çayımızla birlikte yapıyoruz. Penang  uzun tren yolculuğumuzun ilk durağı olmasına rağmen renkleri, farklılıkları bir şenlik gibi sunması ve huzuruyla bizi şimdiden sarıp sarmalıyor. Bu gelişimiz son olmayacak seziyorum.

Taş Çin yapıları şehre kimlik kazandırdı

İngilizlerin Güneydoğu Asya’yı sömürgeleştirme sürecinde, James Light tarafından keşfedildi Penang. Bataklık ortasında küçük bir balıkçı köyüydü. Light’la birlikte gelen ilk göçmenlerden Hintliler polis gücünü, Çinliler tarım işçilerini oluşturdu. Çok geçmeden Hint ve Çin sokakları oluştu. Budist, Taoist tapınaklar, aşramlar yapıldı. Güney Tayland ve Sumatra’dan gelen Müslümanlar cami inşa etti. İngiliz misyonerler kiliselerini yaptı. 1780’li yıllarda bulunan tarihi Penang’ın sokakları, halen değişik etnik ve kültürel kimliklerin yaşayan bir merkezi olmaya devam ediyor. 1870’lerdeki yangınlar ahşap binaları yok edince, şehre karakterini veren taş Çin dükkânları inşa edildi. Günümüzde bu evler şehre arkeolojik özelliğini de veriyor.

Görmeden dönmeyin

¬ Penang Müzesi: Bence George Town’daki bu müze, Kuala Lumpur’daki İslam Eserleri Müzesi kadar etkileyici. Ada tarihini bilmeyen ziyaretçiyi, adımladığı sokaklar kadar aydınlatan bir yer.
¬ Penang’ın Sokakları: Çok dinli tapınakları, Çin evleri, sokak satıcıları, lokantaları ve kafeleriyle gözlere şenlik. Meraklı damaklara farklı lezzetler sunuyor. Little İndia, Campbell Street, Lebuh Chulia, Lebuh Armenian görülecek yerlerden sadece birkaçı.

Kuala Lumpur’un dev gökdelenleri arasında iki şaşkın Borneo’lu

Borneo Adası’nın dingin Sabah Eyaleti’nden sonra Kuala Lumpur’a varmak tuhaf bir deneyimdi. Gökdelenlerin arasındaki kuş parkına, yağmur ormanlarından getirilip bırakılan boynuz gagalı kuşların şaşkınlığını hissettik. Binaların cüssesinden ürktük. Şehirdeki tek günümüzde ünlü İslam Eserleri Müzesi’ni bulmak üzere yola koyulduk.
Gökdelenleri birbirlerine bağlayan yollarda yayalara pek yer yoktu. Müze görülmeye değer. Yine de Malezya’nın çok dinli tarihi yerine tek dine odaklanan bir müzenin nasıl da eğreti durduğunu görebiliyorsunuz. Koleksiyonundaki el yazması Kuran, Osmanlılar’dan ya da Hindistan’ın Akbarlılar’ından kalan yapıtlar görülmeye değer. İslam gibi Malezya kültürüne göçlerle giren diğer inançların, Budizm, Hinduizm, Hıristiyanlık’ın izlerini görmek için sadece sokaklara bakmak bile yeterli.
Müzeden sonra şehrin ‘Küçük Hindistan’ bölgesine gidip, renk renk sari kumaşları satan dükkânların önünden geçtik. İpe dizili kadife ve yasemin çiçekleri satan çiçekçinin önünde büyük bir kalabalık vardı. İlahi varlıkları Şiva, Vişnu, Rama, Krişna ve inançlarına göre sayıları üç binden fazla olan tanrılarına sunmak üzere bu güzel kokulu çelenkleri satın almak için birbirleriyle yarış ediyorlardı. Bir süre bu yarışı seyrettik. Yaseminin cazibesine kapılıp, Şiva’ya sunmak üzere değil ama kendim için küçük bir dizi aldım. Daha sonra küçük bir Hindistan lokantasına gidip, mangolu ayran içtik. Nem ve sıcağın etkisinden biraz olsun kurtulup, serinlemeye çalıştık.

False