Dar gelen beden (1)
Geçenlerde reenkarnasyonla ilgili yazınca, Adanalı e-dostlarımdan Mustafa (Öncül) Bey bana bir öykü gönderdi. (Bu ‘öykü’ lafına alışamadım, ama ‘hikâye’ deyince, edip dostlar ‘aynı şey değil’ diye kızıyorlar.) Uzunca ama her zamanki gibi, pek güzel. Bayramdan istifade, parça parça yayımlayacağım burada. Bayram dizisi niyetine...
DAR GELEN BEDEN (1.bölüm)
Mustafa ÖNCÜL / Adana
Uçak Adana havaalanına indi. Uçağın pistte durması ile birlikte yolcular yerlerinden yavaş yavaş kalkmaya başladılar. Nihat hâlâ oturuyordu. Adana’dan sonra kara yolu ile Antakya’ya devam edecekti. Yol gözünde büyüyordu. Yorgun hissediyordu kendini. Uçaktan çıktı. Kapıdan adım atar atmaz sıcak bir esinti yüzünü yaladı. Merdivenlerden indi, yürüdü. Neyse ki büyük valizleri kargo ile göndermiş, küçük bir çanta ile gelmişti. Valiz bekleme sorunu olmayacaktı. Yirmi-otuz metrelik bir yol yürümüştü ama bu kadar yol bile terden sırılsıklam olmasına yetmişti. Böyle bir sıcağı daha önce hiç görmemişti. Terminalden çıktı, bir taksiye bindi “Kaptan” dedi, “Güzel bir Adana kebabı nerede yiyebilirim?” Şoför Nihat’a gülümseyerek baktı dikiz aynasından, “Fark etmez ağbi. Adana kebabı her yerde güzel yapılır burada. Sen sadece nasıl bir yerde yemek istediğini söyle. Gölün kenarında bir restoran mı istersin, şehrin içinde mi, ayaküstü mü?” Nihat, “Fark etmez” dedi.
Taksi, çok uzun sürmeyen bir yolun ardından, sanki yüz yıl geriye gitmiş gibi, eski binaların, kalaycıların, kazancıların olduğu bir çarşının yanında durdu. “Burası meşhur Kazancılar Çarşısı ağbi. İstediğin kebapçıya gir. Hepsinin kebabı iyidir. Antikaya falan merakın varsa çarşıyı gez. İlgini çekecek bir şeyler bulabilirsin.” Şoföre teşekkür etti, parasını verdi, indi taksiden. Sokağa konmuş masalardan birine oturdu. Garson geldi siparişini aldı. Masa önce yeşilliklerle, salatalarla donatıldı. Süzme yoğurttan yapılmış cacık geldi, bardakaltı lahmacun geldi,minik peynirli pide geldi. Garson hiç durmadan gidip geliyor, masaya bir şeyler getiriyordu. Kebap gelmeden doymuştu adeta. Pişmiş domates ve biberlerin arasında gelen kebabın görüntüsü iştah açıcıydı. Tabaktaki son parça kebabı aldığında, “Hakikaten ününü hak ediyormuş bu kebap” diye düşündü. Hesabı istedi. Şaşırdı gelen hesabı görünce. Çok ucuzdu. “Bu kebabı İstanbul’da yesem bunun on katı hesap öderdim” diye geçirdi içinden. Garsona Antakya’ya gideceğini söyledi ve otogarı sordu. “Otogar biraz uzak ağbi buraya. Şuradan taksiye binin isterseniz.” dedi garson.
* * *
Otogarda Antakya’ya giden otobüslerden birinin yazıhanesine gitti, biletini aldı. Şansından otobüs kalkmak üzereydi. Beklemedi. Yerini buldu, oturdu. Uçaktan aldığı dergiyi karıştırmaya başladı. Derginin sayfalarını öylesine çeviriyordu. Aklı Antakya’daydı. Nasıl bir yerdi acaba? Antakya’ya gelmesi kesinleşince araştırmıştı biraz ama… Gene de merak ediyordu.
Nihat, fizik doçentiydi. İstanbul Üniversitesi’nde görev yapıyordu. Her şey iyi güzeldi de… Büyük şehir yoruyordu onu. Bitmeyen koşuşturma, stres, pahalılık canına tak etmişti. Bir fırsatını yakaladı ve kaçtı. Akademik kariyerine artık Antakya’da devam edecekti. Neyse ki evli değildi. Yaşamı hakkında istediği kararı rahatça alabiliyordu. Kim bilir… Belki de buradan biriyle evlenirdi.
Bu düşüncelerle otobüsün camından dışarı bakarken uyudu. Uyandığında otobüs Antakya’ya yeni girmişti, yol üzerindeki tamirhanelerin, oto plazaların önünden geçiyorlardı. Çok geçmedi otogara girdiler, perona yanaştılar. Doğruldu… Oturduğu yerde gerneşti… Her tarafı tutulmuştu. Ayaktaki yolcuların inmesini bekledi… Çantasını aldı indi otobüsten. Hemen oradan bir taksi çevirdi, bindi “Üniversiteye lütfen” dedi.
Üniversitedeki işleri pek uzun sürmedi. Bölümdeki diğer öğretim görevlileri ile tanıştı. Bölüm başkanı ile biraz sohbet etti; bölüm, üniversite ve Antakya hakkında bilgi aldı. Bir ev kiralayana kadar kalabileceği bir yer sordu. Üniversitenin konukevinde kalabileceğini söyledi bölüm başkanı. Sevindi. Teşekkür etti, izin istedi kalktı.
Fakültenin bahçesine çıktı, gölgedeki bir banka oturdu… Kargo şirketini aradı, valizlerinin gelip gelmediğini, nereden alabileceğini sordu. Valizlerin geldiğini ve adres vermesi halinde oraya gönderebilecekleri cevabını aldı. Üniversitenin konukevinin adresini verdi, telefonu kapadı.
(Sürecek...)