'Cennetin' öteki yüzü
Hawaii kesinlikle güzel, özel bir yer. Ancak oldukça yüksek bütçeli bir gezi destinasyonu olarak bana harcadığım paranın hakkını veremedi. Çok güzel vakit geçirdim, çok değişik bir deneyim yaşadım ama Karayipler’de, Küba ve Uzakdoğu’nun adalarındaki tadı bulamadım. Size Hawaii’nin güzellikleriyle birlikte pek bilinmeyen yüzünü de anlatacağım.
Gezilerim hep bir hayalle başlar. Bunun tek istisnasıysa Hawaii oldu. Çünkü Hawaii benim gözümde fazla ticari, gittiğim diğer tropik adalara nazaran da daha az egzotik. Üstelik ulaşılması çok zor bir yerde. Her ne kadar Amerika Birleşik Devletleri’ne bağlı bir eyalet olsa da Pasifik Okyanusu’nun ortasında izole bir konuma sahip. Dünyada anakara parçalarından en uzak adalar zinciri olma özelliğini taşıyor. Yine de sualtı volkanlarından çıkan lavların katılaşıp kayalara dönüşmesiyle oluştuğu için merakımı çekiyor ve 3 uzun uçak yolculuğundan sonra kendimi Hawaii’de buluyorum. Burada da 4 iç hat uçuşu yapacağım düşünülürse bu gezide toplamda 10 uçuş, bol yorgunluk, Türkiye ile tam 13 saat fark, geçmek bilmeyecek bir jetlag beni bekliyor.
The Big Island
Hawaii eyaleti irili ufaklı 137 tane adadan oluşuyor. Bunların 8 tanesi ana ada olarak adlandırılıyor. Ben de 14 günlük gezi planımı bu ana adaların 3 tanesini görecek şekilde yaptım. Oahu, Hawaii-The Big Island (Büyük Ada) ve Kauai. Adalar arası ulaşımı uçakla yaptım, başka ulaşım alternatifi yoktu. Her adada araba kiraladım, araba olmadan adaları gezmek mümkün değildi. Kısacası bu gezi bir dinlenme tatili değil, yoğun bir programla gezdiğim yorucu bir seyahat oldu. Hawaii denince James Cook’tan bahsetmemek olmaz. Ünlü kâşif 1778’de yaptığı üçüncü yolculuğu sırasında Pasifik Okyanusu’nu geçerken tesadüfen adalara rastlamış. Adalara Sandwich 4. Kontu, Amirallik Birinci Lordu John Montagu onuruna Sandviç Adaları ismini vermiş. Adalar grubuna daha sonra en büyük ada olan Hawaii Adası’nın ismi verilmiş. Hawaii Adaları’nı 1898’de ABD himayesi altına almış, 1959’da da referandumla Amerika Birleşik Devletleri’nin eyaletlerinin arasına katılmış. Hawaii’de ilk olarak Oahu Adası’na ayak bastım. Bir de baktım, başkent Honolulu gerçekten de tam Amerikan etkisi uyandıran bir yer. Gökdelenler, otoyollar, yer yer trafik sıkışıklığı, kısaca büyük şehirlerde karşılaştığımız her şeyin benzeri var. Tek bir farkla: Gökdelenler ve tüm binalar sanki 50 sene önceki eski haliyle donmuş kalmış gibi. Bu yapıları kimse tadilattan geçirmemiş, kimse dokunmamış. Zaman adeta burada donup kalmış, akmamış hissi uyandırıyor.
Sonra dünyaca ünlü Waikiki Beach’e uğradım, anında büyük şehir aşkım geri geldi. Evet, arkasında gökdelenler yükseliyor belki ama buranın bir albenisi var. Şahane bir kumsal, sörf yapanlar, geceleri ayaklar kumun içindeyken bir yandan yıldızları seyretmek ve bir yandan da müzik dinlemek, insanın ister istemez Hawaii’yi sevmesini sağlıyor. Sadece filmlerinde gördüğümüz ‘cennet’ gibi sahillerde boynunda çiçekle sizi karşılayan ve geleneksel hula dansı yapan güzel yerlileri hiç görmemek bende hayal kırıklığı yarattı. Demek ki onlar sadece film sahnelerinde oluyormuş, gerçek hayatta aslında yoklarmış.
Gezginimiz Yaprak Gürdal Kualoa Ranch’te...
Adadan adaya...
Ardından Pearl Harbor’ı ziyaret ederek II’nci Dünya Savaşı’nın ağır tarihini yerinde hissettim. 4 bin dönümlük özel bir doğa koruma alanı olan Kualoa Ranch’e gidip ‘Jurassic Park’, ‘Lost’ gibi efsane film ve dizilerin çekildiği Kaaawa Vadisi’nde gezdim. Sonra da daha fazla Hawaii havasını alacağımı düşündüğüm Hawaii-The Big Island’a giden uçağa bindim.
Hawaii’ye ismini veren Büyük Ada, tüm Hawaii Adaları arasında açık ara en fazla seçenek sunan ve adı gibi en büyük olanı! Ayrıca en genç ada. Çorak çayırlardan yemyeşil ormanlara, lav tarlalarından karla kaplı dağlara kadar her şeyi bu adada bulabiliyorsunuz.
Na Pali sahili
The Big Island; Mahukona, Mauna Loa, Mauna Kea, Kohala, Hualalai ve Kilauea yanardağlarına ev sahipliği yapıyor. Bunlar dünyanın en aktif yanardağları. Benim gözümde Hawaii Adaları’nın en büyük özelliği volkanik yapısı olduğu için bu adaya uğramayı seçmek benim açımdan doğru bir tercihti. Adada Kona sahilini, Hawaii Volkanları Ulusal Parkı’nı gezdim. Kilauea Volkanı’nın hemen arkamda patlamasına tanıklık etmek, gözlem noktasına gelen insanların lavları izlerken yaşadığı heyecana eşlik etmek tarifi olmayan, olağanüstü bir deneyimdi. Buradayken Hawaii’yi biraz daha net hissettim. Güler yüzlü insanlar, ada kültürü, Kuzey Amerika standardında yollar, trafik kurallarına uyan insanlar hoşuma gitti. Ancak ne zaman ki bir restorana gittim, hislerim nispeten değişti. Servis kalitesini Kuzey Amerika standardında buldum, yani kötü değil ama bir Türkiye, bir Uzakdoğu da değil. Müşteri memnuniyeti diye bir konsept yoktu, hatta bazen öyle ters davrandılar ki mekândan kaçasım geldi. Üstelik bekleme listesine göre yaklaşık bir buçuk saat yemek için sıra beklemişken. Oteller deseniz fazlasıyla pahalıydı ama eskiydiler. Uzakdoğu’nun lüks otellerinden burada eser yoktu. Son olarak Kauai Adası’na gittim. Bu adanın en önemli özelliği çoğu yerine arabayla ulaşılamaması. Bu nedenle adada bir helikopter turuna katıldım. Böylece aracın girmediği her yeri havadan görebildim. Na Pali sahili, Waimea Kanyonu öyle muhteşemdi ki dilim tutuldu. Bu son durak, bunca yorgunluğa değdi dedirtti...
Helikopterde havadan gördüğüm Na Pali sahili ve Waimea Kanyonu öyle muhteşemdi ki, dilim tutuldu.