Ersin KALKAN
Son Güncelleme:
Bu tarihin içinden bir günde geçin
Toplam 14 kilometrelik bir güzergah burası. Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in adım adım gezerek ortaya çıkardığı alternatif bir tarih ve kültür rotası. Fatih Camii’nden başlayıp Çarşamba’nın içinden geçerek Kariye’ye ulaşıyor. Sonra surları takip ederek Haliç’e iniyor.
Fatih Camii, Osmanlı’nın İstanbul’daki ilk göz ağrısı. Sabahın ilk ışıklarında nasıl güzeldir bilemezsiniz. Fatih’in türbesinin üzerinde vitraylardan süzülen rengarenk ışıklar gezinir. Caminin haziresinde kuşların sesi, çok eski bir zamanın ilahileri gibidir. Külliyenin güneyinde Akdeniz, kuzeyinde Karadeniz Medreseleri var. "İki denizin sultanı" diye anılan Fatih, 1470’te tamamlanan medreselere bu isimleri vermiş.
Fatih Camii’nin kuzeybatısındaki kapısından çıkıp Darüşşafaka Caddesi’ni takip ederek Çarşamba’ya varıyoruz. İsmailağa Camii’ni sağ tarafımızda bırakıp Fethiye’ye ulaştığımızda İstanbul’un mucizelerinden biri olan Pammakoristos Kilisesi ile karşılaşacaksınız. Kilisenin temelleri taa 5. yüzyılda atılmış. Ana ibadet mahalli 1592’de camiye çevrilmiş, küçük şapel kilise olarak hizmet vermeyi sürdürmüş. Bu bölüm Cumhuriyet’ten sonra müzeye dönüştürülmüş. Ayasofya Müzesi tarafından Üç ay önce onarımı tamamlanarak ziyarete açılan bu yapının küçük kubbesinde 12 büyük peygamberin tasvirleri ve sözleri bulunuyor.
Yolumuz Draman’a doğru inen vadiye doğru kıvrılıyor. Buradan geçerken mutlaka Mehmet Ağa Camii’ni de görmelisiniz. Aynı adı taşıyan sokakta bulunan cami 1585’te Mimar Davut Ağa tarafından yapılmış. Ana kubbenin dört yanındaki zarif yarım kubbeleri, kubbenin içini süsleyen hatları ve çinileriyle eşsiz güzellikteki bu ibadethaneyi gördüğünüze sevineceksiniz.
Şimdi vadinin güneyine yönelerek Kariye Mahallesi’ne giriyoruz. Semt ismini Khora Manastırı’ndan alıyor. Burası İstanbul’un ilk surlarının dışında kaldığından bölgeye, Khora yani "köy" adı verilmiş. İkinci surlar bu semti de içine alıp köyü kente katmış. Khora zamanla Kariye’ye dönüşmüş. Buradaki manastır 610 yılında tamamlanmış. Kubbeli ibadet yerinin inşa tarihi ise 1320. Bugün dünyanın hayranlıkla izlediği olağanüstü mozaikler işte o tarihte yapılmış ve çok fazla zayiat vermeden günümüze kadar gelmiş. Bina önce camiye, daha sonra da müzeye (Kariye Müzesi) dönüştürülmüş.
İstanbul’a gelen bir İngiliz arkadaşım ziyaret için girdiği bu küçük eserin derinliğinde kendini kaybedip tam beş saat sonra dışarı çıkabilmişti. Eğer siz de böyle bir dalgınlığa kapılmazsanız çıkıp rahmetli Çelik Gülersoy tarafından düzenlemesi ve restorasyonu yapılan Kariye semtini gezebilirsiniz. Fatih Belediyesi, bir ay sonra buraya iki fayton koyacak. Eğer o zamana denk gelirseniz yolculuğun geri kalan bölümünü faytonla yapmanız da mümkün olacak.
Kariye’den çıktığınızda kendinizi Surdibi’nde bulacaksınız. Çok değil bundan 15 yıl öncesine kadar at ve eşek mezbahası olarak kullanılan surlar teker teker elden geçirildi, burçlar tamir edildi.
Surları solunuza alıp yolunuza devam ettiğinizde Tekfur Sarayı’na ulaşacaksınız. Ve yıllardır kendi kaderine terk edilmiş bu tek Bizans sarayının orasının burasının ölçüldüğünü göreceksiniz. Bu, yakında restore edileceğinin işareti. Fatih Belediyesi’nin hazırladığı kentsel rehabilitasyon projesinin başlangıç noktası Tekfur Sarayı olacak. Ardından güzergahımızda bulunan Toklu Dede Mahallesi ve Anemas Zindanları’nın restorasyonu ve yenileme çalışmalarına geçilecek. Bizans’tan günümüze ayakta kalan tek saray olan Tekfur, Çakırağa Camii Sokak’ta.
Yolumuz buradan yine Surdibi’ni izleyerek Eğrikapı’ya açılacak. Yeni kentsel yenileme planına göre, birkaç yıl sonra şu anda surları çepeçevre kuşatan binalardan eser kalmayacak. Eğrikapı’ya gelmişken şöyle surun dışına çıkıp Osmanlı mezarlarını ziyaret edebilirsiniz. Eğrikapı semtinde Bizans döneminde soyluların konakları varmış. Eski adı Ayosonis olan bu mahalleye Kaligaria Kapısı adı verilen Eğrikapı’dan girilirmiş. Kaşıkçı Elması işte bu mahallede bulunmuş.
Kapıyı arkanıza alıp yürürken ilk sağa girerseniz yolunuz başka bir aleme çıkar. Kandillitürbe Sokağı adı verilen yolun başında Panayia Suda Ortodoks Kilisesi yer alır. Tarihçesi 9. yüzyıla kadar uzanan bu kilise bir zamanlar deliler manastırı olarak da kullanılmış.
Sokağın sonuna vardığınızda bir zamanlar ahşap konaklarla dolu bir eski zaman mahallesinin içine düşeceksiniz. Konaklardan geriye bahçeleri süsleyen ulu çınarlar, at kestaneleri, erguvanlar, leylaklar ve akasyalar kalmış sadece. Avcıbaşı Caddesi’ni izleyerek Kazasker İvazefendi Camii’ne ve Anemas Zindanları’na çakacaksınız. Bir de Dervişzade Caddesi ile Ahmet Rufai Sokak’ın kesiştiği köşede bulunan Emir Buhari Tekkesi’ne. Yıkılmak üzere olan tekkenin onarımına yakında başlanacak. 1513’te inşa edilen bu mabetin, çoğu yan yatmış, toprağa batmış olan mezar taşlarının muazzam işçiliği sizi şaşırtacak.
Mustafapaşa Bostanı Sokak, Kırkambar’a çıkar. Yolu devam ettiğinizde Mahkemealtı Caddesi’ne ulaşıp Balat’ın içlerine girersiniz. Bu yol üzerinde Vlaherna Ayazması, Aya Dimitri Ortodoks Kilisesi, Balino Rum Kilisesi, Ferruh Kethüda Camii, Surp Hraştagabet Ermeni Kilisesi bulunur. Biraz ilerlerseniz Yambol ve Ahrida Sinagogları’yla yüz yüze gelirsiniz.
Bir Mimar Sinan eseri olan Ferruh Kethüda Camii ise güneş saatleriyle benzersiz. Üç güneş saatinden avluda bulunan ve ayaklı olanı kaybolmuş geriye ikisi kalmış. Hayatınızda hiç güneş saati görmediyseniz bu olanağı mutlaka değerlendirin.
Bu yazı daha yolun yarısı. Bundan sonraki Etap Fener’den geçip, Zeyrek’e ulaşıyor ki bir başka yazının konusu...
Fatih Camii’nin kuzeybatısındaki kapısından çıkıp Darüşşafaka Caddesi’ni takip ederek Çarşamba’ya varıyoruz. İsmailağa Camii’ni sağ tarafımızda bırakıp Fethiye’ye ulaştığımızda İstanbul’un mucizelerinden biri olan Pammakoristos Kilisesi ile karşılaşacaksınız. Kilisenin temelleri taa 5. yüzyılda atılmış. Ana ibadet mahalli 1592’de camiye çevrilmiş, küçük şapel kilise olarak hizmet vermeyi sürdürmüş. Bu bölüm Cumhuriyet’ten sonra müzeye dönüştürülmüş. Ayasofya Müzesi tarafından Üç ay önce onarımı tamamlanarak ziyarete açılan bu yapının küçük kubbesinde 12 büyük peygamberin tasvirleri ve sözleri bulunuyor.
Yolumuz Draman’a doğru inen vadiye doğru kıvrılıyor. Buradan geçerken mutlaka Mehmet Ağa Camii’ni de görmelisiniz. Aynı adı taşıyan sokakta bulunan cami 1585’te Mimar Davut Ağa tarafından yapılmış. Ana kubbenin dört yanındaki zarif yarım kubbeleri, kubbenin içini süsleyen hatları ve çinileriyle eşsiz güzellikteki bu ibadethaneyi gördüğünüze sevineceksiniz.
Şimdi vadinin güneyine yönelerek Kariye Mahallesi’ne giriyoruz. Semt ismini Khora Manastırı’ndan alıyor. Burası İstanbul’un ilk surlarının dışında kaldığından bölgeye, Khora yani "köy" adı verilmiş. İkinci surlar bu semti de içine alıp köyü kente katmış. Khora zamanla Kariye’ye dönüşmüş. Buradaki manastır 610 yılında tamamlanmış. Kubbeli ibadet yerinin inşa tarihi ise 1320. Bugün dünyanın hayranlıkla izlediği olağanüstü mozaikler işte o tarihte yapılmış ve çok fazla zayiat vermeden günümüze kadar gelmiş. Bina önce camiye, daha sonra da müzeye (Kariye Müzesi) dönüştürülmüş.
İstanbul’a gelen bir İngiliz arkadaşım ziyaret için girdiği bu küçük eserin derinliğinde kendini kaybedip tam beş saat sonra dışarı çıkabilmişti. Eğer siz de böyle bir dalgınlığa kapılmazsanız çıkıp rahmetli Çelik Gülersoy tarafından düzenlemesi ve restorasyonu yapılan Kariye semtini gezebilirsiniz. Fatih Belediyesi, bir ay sonra buraya iki fayton koyacak. Eğer o zamana denk gelirseniz yolculuğun geri kalan bölümünü faytonla yapmanız da mümkün olacak.
Kariye’den çıktığınızda kendinizi Surdibi’nde bulacaksınız. Çok değil bundan 15 yıl öncesine kadar at ve eşek mezbahası olarak kullanılan surlar teker teker elden geçirildi, burçlar tamir edildi.
Surları solunuza alıp yolunuza devam ettiğinizde Tekfur Sarayı’na ulaşacaksınız. Ve yıllardır kendi kaderine terk edilmiş bu tek Bizans sarayının orasının burasının ölçüldüğünü göreceksiniz. Bu, yakında restore edileceğinin işareti. Fatih Belediyesi’nin hazırladığı kentsel rehabilitasyon projesinin başlangıç noktası Tekfur Sarayı olacak. Ardından güzergahımızda bulunan Toklu Dede Mahallesi ve Anemas Zindanları’nın restorasyonu ve yenileme çalışmalarına geçilecek. Bizans’tan günümüze ayakta kalan tek saray olan Tekfur, Çakırağa Camii Sokak’ta.
Yolumuz buradan yine Surdibi’ni izleyerek Eğrikapı’ya açılacak. Yeni kentsel yenileme planına göre, birkaç yıl sonra şu anda surları çepeçevre kuşatan binalardan eser kalmayacak. Eğrikapı’ya gelmişken şöyle surun dışına çıkıp Osmanlı mezarlarını ziyaret edebilirsiniz. Eğrikapı semtinde Bizans döneminde soyluların konakları varmış. Eski adı Ayosonis olan bu mahalleye Kaligaria Kapısı adı verilen Eğrikapı’dan girilirmiş. Kaşıkçı Elması işte bu mahallede bulunmuş.
Kapıyı arkanıza alıp yürürken ilk sağa girerseniz yolunuz başka bir aleme çıkar. Kandillitürbe Sokağı adı verilen yolun başında Panayia Suda Ortodoks Kilisesi yer alır. Tarihçesi 9. yüzyıla kadar uzanan bu kilise bir zamanlar deliler manastırı olarak da kullanılmış.
Sokağın sonuna vardığınızda bir zamanlar ahşap konaklarla dolu bir eski zaman mahallesinin içine düşeceksiniz. Konaklardan geriye bahçeleri süsleyen ulu çınarlar, at kestaneleri, erguvanlar, leylaklar ve akasyalar kalmış sadece. Avcıbaşı Caddesi’ni izleyerek Kazasker İvazefendi Camii’ne ve Anemas Zindanları’na çakacaksınız. Bir de Dervişzade Caddesi ile Ahmet Rufai Sokak’ın kesiştiği köşede bulunan Emir Buhari Tekkesi’ne. Yıkılmak üzere olan tekkenin onarımına yakında başlanacak. 1513’te inşa edilen bu mabetin, çoğu yan yatmış, toprağa batmış olan mezar taşlarının muazzam işçiliği sizi şaşırtacak.
Mustafapaşa Bostanı Sokak, Kırkambar’a çıkar. Yolu devam ettiğinizde Mahkemealtı Caddesi’ne ulaşıp Balat’ın içlerine girersiniz. Bu yol üzerinde Vlaherna Ayazması, Aya Dimitri Ortodoks Kilisesi, Balino Rum Kilisesi, Ferruh Kethüda Camii, Surp Hraştagabet Ermeni Kilisesi bulunur. Biraz ilerlerseniz Yambol ve Ahrida Sinagogları’yla yüz yüze gelirsiniz.
Bir Mimar Sinan eseri olan Ferruh Kethüda Camii ise güneş saatleriyle benzersiz. Üç güneş saatinden avluda bulunan ve ayaklı olanı kaybolmuş geriye ikisi kalmış. Hayatınızda hiç güneş saati görmediyseniz bu olanağı mutlaka değerlendirin.
Bu yazı daha yolun yarısı. Bundan sonraki Etap Fener’den geçip, Zeyrek’e ulaşıyor ki bir başka yazının konusu...