GeriSeyahat Brüksel her yere öyle yakın ki bir sabah kahvaltısını Venedik’te yaptık
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Brüksel her yere öyle yakın ki bir sabah kahvaltısını Venedik’te yaptık

Brüksel her yere öyle yakın ki bir sabah kahvaltısını Venedik’te yaptık

Kemal Atayoğlu genç bir cerrah. 1974 Mardin doğumlu. Ortaokulu İzmir’de, lise eğitimini İstanbul’da, Özel Üsküdar Fen Lisesi’nde tamamladı. Cerrahpaşa İngilizce Tıp Fakültesi’ne birincilikle girdi. Kayseri Erciyes Üniversitesi Göğüs Cerrahisi’nde iki sene asistanlık yaptı. Halen Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde Genel Cerrahi asistanı olarak görevine devam ediyor.

İlk yurtdışı seyahatini 1996’da Londra’ya yapmış. Bugüne kadar 16 farklı ülkeye seyahat etmiş. Meraklı, entelektüel, birçok gezgin gibi yeme içmeyi seven, sıcakkanlı bir insan. Yediklerini, içtiklerini ve gezip gördüklerini bizimle paylaştı. Belçika’yı anlattı.

Sizi Belçika’ya beş kez götüren sebep neydi?

- Herkesin düşündüğü veya hayal ettiği gibi sıkıcı, soğuk ve çirkin bir şehir kesinlikle değil Brüksel. Avrupa’nın başşehri olması nedeniyle dünyanın en uluslararası şehirlerinin başında geliyor bir kere. Her milletten insanla karşılaşıyorsunuz, bu da yerel diller olan Fransızca ve Flamanca’nın dışında küresel dil olan İngilizce’nin herkes tarafından bilinmesine yol açıyor. Belçika’nın hiçbir yerinde Fransa’da olduğu gibi dil problemi çekmiyorsunuz. Kuzey Avrupa olmasına rağmen insanlar düşünülenin aksine çok ama çok cana yakın. Şehrin küçük ya da kompakt olup bu
/images/100/0x0/55eb6be0f018fbb8f8c004dc
kadar kozmopolit olması sizi kendine bir kez daha çekiyor. Bunun dışında Brüksel Avrupa’nın tam ortasında. Her gitmek istediğiniz yere o kadar kolay ulaşabiliyorsunuz ki. Canınız sıkıldı atlayın hızlı trene 1 saat 20 dakika sonra Paris’te, 2,5 saat sonra Amsterdam ya da Londra’dasınız. Olmadı mı Ryanair’in acayip ucuz uçuşlarıyla zaman zaman iki Euro’ya Brüksel çıkışlı İtalya’nın farklı kentlerine gidip gelebiliyorsunuz. Mesela 28 Euro’ya Brüksel-Venedik-Brüksel uçarak, sabah kahvaltısını Venedik’te yaptık, akşam yemeğini ise Brüksel’de yedik.

En çok hangi kentini hangi nedenle sevdiniz?

- Belçika’da Brüksel, Bruge ve Anvers’i gezme imkanım oldu. Hepsi de birbirinden güzel. Brüksel tam bir başkent. Her milletten gençliğin gittiği sevimli kafelerin olduğu Saint Gery’i, Türk Büyükelçiliği’nin de aralarında bulunduğu büyükelçiliklerin ve üst sosyal sınıfın yaşadığı şehrin en güzel ve şaşaalı evlerinin bulunduğu Moliere semtini, şehre yarım saat uzaklıktaki Atomium ve Mini Europe’da minyatür görüntüleri görmek ilginç manzaralar olarak sıralanabilir. Bruge ise Kuzey Avrupa’nın sanki bisküviden yapılmış oyuncak şehri gibi. Şehrin içinden geçen keskin virajlı küçük kanallarda küçük teknelerle çok zevkli geziler yapabiliyor, bira müzelerini ziyaret edebiliyorsunuz. Anvers ise Belçika’nın dünyaca ünlü liman şehri. Hiç liman şehri gibi değil. Tarihle, her konudaki günümüzün tasarımları kucaklaşmış adeta. Anvers’e Paris’ten birçok modacı etkilenmek için Flaman tasarımcıların yaptığı kıyafetleri görmeye geliyor. Brüksel’de Flaman dizaynırların mağazalarının bulunduğu Rue Dansaert’te Belçika’nın her konuda ne kadar çılgın, yaratıcı ve farklı tasarımcılara ev sahipliği yaptığını görmek mümkün.

ÇİKOLATA MEDENİYETİ

Brüksel’deki çikolata müzesini gördünüz ve Belçikalıların yarattığı çikolata medeniyetinden etkilendiniz mi?

- Bu kültürden etkilenmemek mümkün değil. Dünyanın en ünlü çikolatacıları Neuhaus, Godiva her köşede karşınıza çıkıyor. 19. yüzyılda yapılmış alışveriş galerisi Galerie Saint Hubert’te dünyaca ünlü çikolata markası Neuhaus’un en eski şubesi bulunmakta. Bunların dışında dünyanın en artisanal çikolatacıları Marcolini ve Whittamer Sablon’daki mağazlarıyla çikolata meraklılarına şov yapıyor. Yaratıcılığın sınırlarını zorlayarak resmen çikolatadan sanat yapan Marcolini’nin üç katlı mağazasındaki çikolatalar her göreni hayran bırakıyor.

Kuzey yani Flaman bölgesiyle güney bölgesi arasındaki kültür farkını nasıl hissetiniz?

- Kültürler arasındaki farktan çok kültürler arasındaki çatışma daha dikkat çekici. Diğer bir deyişle Flamanlar ve Francofonlar pek birbirlerinden hoşlanmıyorlar. Brüksel uluslararası olduğu için zaten burada böyle bir fark veya çatışma gözünüze batmıyor. Ama mesela Bruge veya Anvers’e gittiğinizde Fransızca konuşunca pek kibar davranmıyorlar size. Her şehirde hastaneler bile Flaman ve Fransız olarak ikiye ayrılmış. Bu kadar küçük bir ülkede iki farklı halka seslenmek için her yerde iki dilde açıklamalar yer alıyor.

Belçika’nın mimarisi ve kent düzeni sizi etkiledi mi?

- Brüksel’in turistik merkezi Grande Place’daki her binanın bir hikayesi var. Burada her gün çiçek pazarı kuruluyor, ülkenin en eski cafelerinde ‘le Rus’ kahvenizi yudumlarken hava kararmaya başladığında yapılan binaların üzerindeki ışık gösterisi görülmeye değer. Grande Place yakınlarındaki neredeyse Belçika’nın bir sembolü haline gelen Manneken Pis yani ‘işeyen çocuk’ heykeli, borsa binası ve şehirdeki tüm binalar senelerdir özenle saklanmış. Tüm binalar maksimum dört katlı ince uzun birer tarihi eser. Yeni yapılan binaların da şehrin görüntüsünü bozmamak kaydıyla projenlendirilmesine izin veriliyor. Bu alanda da en iyi örneklerin altında gene bir Türk’ün imzası var; Mimar Şefik Birkiye. Bunların dışında şehrin birçok noktasında parklar var. Güzel havalarda, iş aralarında jogging yapmaya, frizbee oynamaya, bisiklet binmeye veya koşmaya gelen insanlarla dolup taşıyor. Avenue Louise’in sonunda yer alan orman ve göl şehrin içinde olup da şehirden bu kadar uzak olabileceginiz tek yer. Zaten Brüksel’in kalbur üstü sınıfının villalarının yer aldığı Waterloo semti de buradan sonra başlıyor. Şehirde ulaşım ise çok kolay, nerdeyse tüm şehri baştan başa yürümek mümkün, modern tramvay ve metro şehrin birçok yerine ulaşımı kolaylıkla sağlarken, şehrin içinden tarihsel dokuyu bozmamak adına yer altından geçen trenlerle kolayca şehirlerarası hatta uluslararası yolculuğa çıkabiliyorsunuz.

ANTİKA SEMTİNDE BRUNCH

Belçika mutfağını nasıl buldunuz?

- Belçika’nın kendine özgü öyle geniş bir mutfağı yok ama dünyanın en güzel restoranları burada yer alıyor. Midye, patates kızartması, waffle ve tabii ki çikolata. Belçika deyince herkesin aklına çikolata geldiği kadar midye de geliyor. Midyeciler sokağı olan Rue des Bouchers’daki dünyaca ünlü en eski midye restoranı Leon’un dışında Aux Armes de Bruxelles burada bulunanların en iyisi denebilir. Tereyağlı midyelerden tutun da şaraplılara kadar birçok varyasyondaki midye, patates kızartması ve bira yanında servis ediliyor.

Belçika’daki canlı kültür hayatının içine girebildiniz mi?

- Salı, perşembe ve özellikle pazar günleri, Sablon’da kurulan Jeu de Balle bit pazarında dünyada görebileceğiniz en muhteşem antikaları bir arada bulabiliyorsunuz. Belçika’da tek pazarlık kuvvetinin kaçınılmaz olduğu bu pazardan uygun fiyatlara çok kaliteli objeler almanız mümkün. Pazarın kurulduğu Sablon semti zaten dünyanın en ünlü antika dükkanlarıyla dolup taşıyor. Bu nedenle Avrupalı birçok antika koleksiyoncusunun uğrak yeri Brüksel. Bu çok şık mahallede pazar brunch’ını muhteşem mobilya mağazası Flamant’ın cafesinde somon, karides ve şampanyayla veya çok ünlü kahvaltı ve brunch zincir restoranı Pain Qutidien’de alabiliyorsunuz.

Nerede kalmalı, nerede yenmeli?

- Avrupa’nın en gurme kenti Brüksel. Bu kadar zengin kafe ve restoranın birarada yer alması bunu fazlasıyla kanıtlıyor. İki gün evvelden rezervasyon yaparak gidilen Place Chatelaine’deki muhteşem salata retoranı Raconte-moi des Salades (bana salatayı anlat) ve İtalyan mutfağının en iddialı ismi Fellini, Afrika Mahallesi Saint Boniface’daki Ultimatom Cafe, muhteşem dekorasyonlarıyla Louise’deki yeni Resto Bar Cospaio ve Restaurant Tomate Rouge Brüksel de gidilmesi gereken yerlerden. Yalnız küçük bir uyarım olacak. Gittiğiniz her yerde servisin Türkiye’deki gibi hızlı ve güzel olacağını düşünürseniz yanılırsınız. Servisi ağırdan almalarına kızacak olursanız, size kibarca ‘Burası Brüksel, zamanınızın ve bulunduğunuz yerin keyfini çıkartın Mösyö’ derler. Konaklama açısından dünyanın önde gelen otel zincirlerinin birçoğu Brüksel’de var. Louise’de yer alan Conrad Brüksel’in en iyi oteli. Bunun dışında turistik bölge olan Grande Place’a yakın en iyi oteller Le Meridien veya Marriott.

seyahatte ne okuyor

Gittiği yerdeki kültürü yakından takip edip, bir şey kaçırmamak için yolculukta kitap okumuyor.

ne dinliyor

Seyahatte müzik dinleyip etrafında olan bitenleri ve yerel tınıları kaçırmak istemiyor.

ne yiyor, ne içiyor

Genelde uluslararası zincir restauranlarda yiyor veya damak tadımıza uyan yerel tatlar deniyor.

ne giyiyor

Jean, capri, spor ayakkabı, flip-flop terlik.

nerede kalıyor

Konforlu otelleri tercih ediyor.

neyle seyahat ediyor

Caddelerde kaybolmayı sevdiği için yürümeyi, gerektiğinde yerel halkın arasına karışabileceği toplu taşıma araçlarına binmeyi seviyor.

kimle seyahat ediyor

Kafa dengi arkadaşlarıyla.

çantasının olmazsa olmazları

Kamera, gittiği şehrin haritası, fotoğraf makinesi, çikolata.
False