Birinci yılın şerefine
Çok güzel bir tevafuk olsa gerek. Bazı bayram ve tatillerde bültenimiz yayınlanmadı. Yani özel bir plan yapmadım. Yeni yıla yenibir.com sitemizde 52 makale yayınlamış ve bu makaleleri Hayat Yayınları ve yenibir.com işbirliğiyle ‘Düşünceye Yenibir Bakış’ adı altında yenibir kitap olarak çıkarmış ve üstelik yeni yılın ilk makalesini yani toplamda 53üncü ama 2004’ün birinci makalesini yazmış olmamdan dolayı o kadar mutluyum ki anlatamam. Ne demek anlatamam. Efendim biz yazar takımındayız. Öyle anlatamam filan olur mu hiç. Bal gibi anlatırız. Yeter ki siz isteyin. Üstelik anlatamadıklarımızı yazma özelliğimiz de var.
Reklama girmeyeceğim. Üstelik buna gerek de yok. Çünkü o kadar samimi, içten, güzel, keyif verici, yüreklendirici, katkı sağlayıcı mesajlarınızı alıyorum ki… İnsan ‘iyi ki varsınız’ demekten kendini alamıyor.
Ben bu yeni yılın ilk makalesinde, birkaç haftadır devam ettirdiğim geçmişin muhasebesi ve geleceğin planlanması adına, (şimdilik kaydı ile) son noktayı koymak istiyorum.
Bakın dostlar. 52 haftadır beraberiz. 52 hafta. 365 gün ve 6 saat. Ama 6 saat gibi geldi ve geçti 2003. Şimdi 2004’ün bu 52 haftası da aynı hızla gelip geçecek inanın.
Gelin bu yılı, eskisine inat eskitmeyelim. Ölümsüzleştirelim.
Uzun uzun yazmaya niyetim yok.
Sanki bir yılbaşı tebriki gibi kabul edin bu yazımı, lütfen.
Nereden başlasam ki… Bir arap atasözü ‘insan kılık-kıyafetiyle karşılanır, söz ve sohbeti ile uğurlanır’ demiş. Kılık kıyafetimize azami önemi gösterelim. Kişiliğimizin dışa vuran aynası. İşim gereği sürekli seyahat etmek durumunda olan bir kişiyim. ODTÜ’lü yıllarımda, Adana’dan Ankara’ya geliyorken, basit, rahat ve bir o kadar da spor kıyafetleri seçerdim. Bolu Dağı dinlenme tesislerinde gören olsa, sabah sporu yapan bir bolu dağı mukimi sanırdı. Ankara’ya gelir gelmez, hemen otobüs şirketinin emanet eşya odasında takım elbiselerimi giyinir, en yakın berberde tıraşımı olur ve okula veya iş takibi koşturmacası yaptığımız D.P.T. veya müsteşarlıklara öyle dalardım.
Eskilerden kalan bu alışkanlık şimdiye kadar devam etmiş. Geçenlerde yine böyle bir seyahatte, öyle hırpaniye yakın - sözüm ona rahat bir kıyafetle bir dostuma yakalanınca kafama dank etti. Konaklama tesisinde beni ağırlayan tesis sahibi arkadaşlarıma bile şimdiye kadar haksızlık ettiğimi anladım. Uçaktaki hosteslerden, otobüsteki şoförlere varıncaya kadar geniş bir yol arkadaşıma bile bile eziyet çektiriyormuşum da haberim yokmuş. Dedim ya kafama dank etti. Ya dedim kendi kendime. Hep gittiğim yerde mi Grand tuvalet olacağız. Ya yolculuk anında. Rahatlık, konfor v.s. Tamam bunlara sözüm yok. Ama beni yolculukta gören dostlarıma da aykırı bir imajla görünmenin anlamı da yok. Ve söz verdim kendime. O gün bu gündür, yolculuk kıyafetim de en azından gideceğim yerde giyeceğim kadar cakalı. Altı üstü yanımda bir küçük elbise askısı taşıyorum, fazladan. Ne demiştik; ‘insan kılık kıyafeti ile karşılanır’!
Aynı durumu evde de sevgili eşim Semma Hatun için de yapıyordum bir zamanlar. Dışarıda fiyakalı ve cilalı. İçeride hırpani. El kızının günahı ne? Erkek milleti işte. Eve gelince Fashion TV mankenlerine taş çıkartacak hatun arar. Kılık ve kıyafete bakar. Makyaja bakar. Hanımına akşama kadar yaptırdığı ‘hızmatçılık’tan hiç dem vurmaz. Akşama kadar işyerinde çöpçülük yap, akşam eve gelirken kuyruklu bir frak giy gel de göriiim seni. Neyse Allahtan bu konuya daha önce uyanmış biri olarak söylemeye hakkım var.
Benim parfümler akranlarıma göre 2 kat daha hızlı biter. Tıraş takımlarım v.s. de. Çünkü sadece evden çıkarken süslenmem. Eve gelince de süslenirim. Yıkanırım, taranırım… Öyle ya, hakikaten el kızının günahı ne? Aşık olduğumuz dönemlerde, karşısına şöyle Pazar sabahı hırpanisi gibi çıkanınız oldu mu hiç. Fiyakalı kıyafetler, cilalı ayakkabılar, jöleli saçlarla tavlayıp, yüzüğü taktıktan sonra, bizim evin dilencisi olmak ne kadar etik?
Amerika’da bir araÅŸtırma yapılmış. Ãœniversite kampüsünde, bir kısım öğrencilere mahkum kıyafeti giydirilmiÅŸ. DiÄŸer bir kısmına da gardiyanÂkıyafeti. Bir müddet sonra kan gövdeyi götürecekken, araÅŸtırma durdurulmuÅŸ. Kıyafet davranışı ve onun ana unsuru olan duygu ve düşünceyi etkiliyor çünkü.
Geçen seneki Bilgi Üniversitesi’ndeki NLP Seminerimizde de görmedik mi bunu. Hatırlarsınız, Bilgi Üniversitesi kapısında dilenci kıyafetindeydim. 2 saat dilendim kapıda. Seminerime gelen hiçbir dostum ne tanıdı, ne de Sizler ilgi duydunuz. Görenleriniz bile o kadar azdı ki. Ve seminere ‘az önce kapıda es geçtiğiniz soğuktan üşüyen adam değildi. Az önce hayatın kendisini es geçtiniz’ demiştim. Es geçmeye hakkınız vardı. Ye kürküm ye’cilik yapmak değil niyetim. Ama en azından yeni yılın ilk prensibi, kılık ve kıyafetimizle, çevremizde parlayan bir yıldız olalım, ne olur.
Sadece yılbaşı gecelerine has kalmasın süslenmemiz. Bütün bir yıl süslenelim.
Ömrümüzün en güzel kıyafetli, en şık, en zarif yılı bu yıl olsun.
Bir düşünsenize. Evde, yolda, iş yerlerinde ve okullarda, hepimizin mahkum ve gardiyan elbiseleri ile dolaştığımızı… Yaşam çekilmez olurdu inanın. Şimdi hazır fırsat varken, altı üstü birazcık çaba. Biraz daha cicili bicili giyinelim olmaz mı?
İnanın, bütün dünyaya örnek olmamız işten bile değil. Giydin mi, Türk gibi giyineceksin.
Şartlar ne olursa olsun, tertemiz giyinmeye, kılık kıyafete birazcık özen göstermeye ne manimiz var ki.
Böylelikle, yüreğimiz şenlenecek inanın. Güzel insanlar göreceğiz yollarda. Kendine önem veren, giyimine dikkat eden, kıyafetine özen gösteren insanlar göreceğiz.
Ve kendimiz hangi haleti ruhiyede olursak olalım, mutlu olacağız. Psikolojik olarak bir rahatlık hissedeceğiz. Güzel gördüğümüz için güzel düşünüceğiz.
Bazılarımız falza miktarda ye kürküm ye’cilik yapabilir. Olsun. Varsın yapsınlar. Hem böylece belki, bir türlü anlatamadıkları sen değerlisin kavramına, üstlerine geçirdikleri alımlı kıyafetlerle inanmaları daha kolay olur, bazılarının.
Yeni yılda, annenize, babanıza, kardeşlerinize, yavrularınıza, eşlerinize, arkadaşlarınıza, komşularınıza kısaca görüp göreceğiniz herkese, daha güzel bir kıyafetle, daha temiz, daha özenli, daha uyumlu ve daha yakışık bir şekilde görünmeniz ve gördüğümüz herkesi sizi gördüğüne mutlu etmeniz dileğimle.
Unutmayın, özen kıyafete değil, onun sahibinedir.
Siz hiç söz kesmeye giderken aldığınız Hacı Muhittin Ali Bekir lokumlarını ya da o güzelim Güllüoğlu baklavalarını, gazete kağıdına sarıp, götürdünüz mü? Ya da nişan yüzüğünü en değerli ve en pahalısından alıp, sonra onu kesekağıdına sarıp götürdünüz mü? Söyleyin. Götürdünüz mü? Efendim? İmaj her şey mi? Bence de.