Bienal zamanı Venedik
11 Mayıs’ta kapılarını açan Venedik Bienali, 24 Kasım’a kadar devam ediyor. Şehir hâlâ yaz turizmi nedeniyle kalabalık olsa da en güzel mevsimine girmek üzereyiz. Ben İKSV’nin Lale Kart üyelerine özel düzenlediği ön izleme günlerinde gezmiştim bienali. Ana mekânlarını özel rehberlerden dinlediğim bu gezi, daha önceki Venedik deneyimlerimden kesinlikle daha doyurucu oldu. Ama burada sözü konusunun uzmanlarına bırakacağım. Her biri kendi açılarından önerilerle daha akıllı ve daha planlı bir seyahat yapmanıza yardım edebilir.
Bu yıl 58’incisi düzenlenen ve küratörlüğünü Londra Hayward Galerisi’nin direktörü Ralph Rugoff’un yaptığı bienalin başlığı bir nevi yaşamın bize beslediği hislere benzer; karmaşık, aşk-nefret ilişkisi gibi: ‘May You Live in Interesting Times’ (İlginç Zamanlarda Yaşayasın). Bienal hiç kuşkusuz çağdaş sanatın en önemli etkinliği... Günümüz sanatının hangi yönlere evrildiğini, hangi kavram ve bağlamların sanatçılar tarafından tersyüz edilip tartışıldığını, hangi ‘eski sanatçı’ların yeniden popüler hale getirildiğini, hangi genç ve cüretkâr sanatçının kendini gösterebilmek için canhıraş çaba gösterdiğini, ulusları ve elbette küreselleri izleyebilmek için en canlı laboratuvar.
En iyisi size Venedik Bienali’ni ve şehri, uzmanları anlatsın...
Esra Aliçavuşoğlu (sanat tarihçi/eleştirmen)
Litvanya Pavyonu’nu görün
Bu yıl bienal hem kültürlerarası çeşitliliğe, hiyerarşiye, farklılığa ve yer değiştirmelerin yarattığı krizlere, hem kültürel yıkıntı estetiğine hem de ekolojik sistemin gittikçe vahimleşen meselelerine odaklanıyor.
m Yolu düşenler ödüllü Litvanya Pavyonu’nu görmeli. Tüm disiplinlerin birlikteliğine ve günümüz ekolojik krizine dair getirdiği ironik ve çarpıcı yaklaşımıyla dikkat çekici.
İngiltere, Fransa ve özellikle Gana Pavyonu da en dikkat çekici mekânlardan.
Christoph Büchel’in Arsenale’nin neredeyse tam ortasına yerleştirdiği Barca Nostra adlı teknesi, hayatla sanatın gittikçe sınırsızlaşan sınırlarına dair çok eksenli bir tartışma açıyor. Birkaç yıl önce Libya’da batan göçmen gemisinin kendisini sergileyen sanatçı, ölen bine yakın göçmene dair ama anonim bir anıtlaştırma eylemi gerçekleştiriyor.
Halil Altındere’nin Neverland’i, Barca Nostra’nın ölü ruhlarının gittiği cennet dekoru gibi bir şey. Antik Yunan’ın, neoklasik mimarinin, ulusçuluğun, biçimciliğin, ulaşılmak istenen Avrupa hayalinin bir dekordan ibaret gerçekliğine son derece çarpıcı bir göndermede bulunuyor.
Türkiye Pavyonu’nu temsil eden İnci Eviner’e değinmek gerek. ‘Biz, Başka Yerde’ adıyla, desenden performansa, videodan heykele, sesten mimariye, sınırları her yere uzanan bir dili benimsiyor. İkonografisinin tüm öğelerini kullanıyor.
Olcay Gökal (mimar/restorasyon uzmanı)
Tersane bölgesi çok etkileyici
Bienal, Venedik’in karmaşık dar sokaklarını birbirine bağlayan özel mekânlarında tasarlanmış. Biri kentin büyülü tek büyük yeşil alanı olan ve yıllardır sergilerde kullanılan ‘SantElena Gardens’, diğeri harabe görünümü ile ‘Arsenale’ bölgesi. Ve şehrin içinde yayılmış birçok tarihi mekân...
Beni de en çok etkileyen ise tersane bölgesi oldu. Su, kırmızı tuğla yapıların birlikteliği, yani mavi ve kırmızının her tonu... İtalyanlar yine yapacağını yapmış, bu harabeler arasında estetik, fonksiyonel dokunuşlar yaparak biraz brüt beton, biraz ahşap, biraz metal ve yeşili öyle güzel yerleştirmişler ki yapıların her biri büyülü birer sergi alanına dönüşmüş. Başarı da bu galiba; sağlamlaştırılmış, güvenli gezilebilir ama harabe halinin korunduğu bu yapıların birer sahneye dönüşmesi...
Bienal görsel ve işitsel tüm duyularınıza hitap eden türlü tasarımlarla karşımızda... Yine bienale paralel düzenlenen Palazzo Grassi (Lugo e Segni), Punta Della Dogana, bence kesin görülmesi gereken sergiler. İkincisinin yer aldığı yapının eski-yeni ilişkisi çok kuvvetli ve bu da çağdaş sanat eserlerinin etkili biçimde sergilenebilmesini çok güçlendirmiş.
Unutmadan belirteyim; İtalya Pavyonu’nun girişini süsleyen ‘korten’ taç kapı da bence etkileyici bir görsel şov.
Murat AŞKIN (gezgin/sanatsever)
Nerede kalınır, ne yenir?
Karnavalı, çağdaş sanat bienali, mimarlık bienali, film festivali ve yıl içinde belli başlı başka festivalleriyle neredeyse her mevsim ‘yüksek sezon’ Venedik’te. Rezervasyonları erkenden yapmakta fayda var. Bence kalmaktan kesinlikle memnun kalacağınız bazı oteller şunlar: Büyük kanalın üzerindeki Otel Aman Venedik, Venedik’in sokaklarında kaybolmayı en sevdiğim bölgesi Dorsoduro’da yer alan Otel Ca’Pisani, Venedik’in tam merkezinde, Rialto Köprüsü’ne bir dakika yürüme mesafesinde yer alan muhteşem teras manzaralı Otel H10 Palazzo Canova.
Yemek konusunda şehir tam bir lezzet cenneti. Ancak ben size mutlaka uğramanız gereken iki adres vereceğim. Bunlardan biri, mönüsü İtalyan et ve balık ürünleri ağırlıklı olan San Marco Meydanı’na birkaç dakikalık yürüyüş mesafesindeki lokanta Da Ivo. George Clooney’den Elton John’a, Madonna’ya uzanan sadık müşteri kitlesi ile biliniyor. Denk gelirseniz kabak çiçeğine sarılı karidesi, kırmızı sebzelerle beraber servis edilen ve üzerine parmesan serpilmiş kuşkonmazı mutlaka tavsiye ederim. Ana yemek olarak ise şahane sunumlu ıstakozlu spagetti olmazsa olmaz. Önereceğim ikinci lokanta ise Trattoria alla Rivetta. Klasik bir Venedik lokantası... Kapısında her daim kuyruk var. Taze mürekkepbalığının mürekkebi kullanılarak yapılan Seppia Risotto’yu mutlaka denemelisiniz. Kasımda gidecekseniz benzersiz lezzetteki küçük yengeçleri de tatmadan dönmeyin.