'Bergama Sunağı' geri gelecek mi?
UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki tarihi ve kültürel varlıkların, olduğu gibi korunmasının yanında, bu varlıklara ait eserlerin iadesi konusu da dünya kültür mirasının korunması açısından önemli ve bu konu yeni bir sorun olarak dile getirilmeli.
Son yıllarda Türkiye’de eski eserlere ilgi ve duyarlılık artıyor. İnsanlar ekonomik ve siyasi konuları tartışırken doğa, çevre, arkeoloji, tarihi dokunun ve eski eserlerin korunması gibi konuları da sıklıkla dile getiriyor, olumlu ya da olumsuz örnekleri kamuoyuyla paylaşmaya çalışıyorlar.
Konuları yakından takip eden -her kesimden, her sosyal çevreden- yurttaşlarımız, gelen eserlerle ilgili sevinçlerini ifade ederken, başka önemli eserlerin ne zaman ve nasıl geleceğini de merakla sorguluyorlar. Gerçekten, şu anda özellikle Avrupa müzelerinin sergileri büyük ölçüde Anadolu, Ön Asya ve Mısır’dan (kısmen de Yunanistan’dan) götürülmüş eserlerden oluşuyor. En çok sorulanların başında da Bergama’dan Almanya’ya taşınmış olan ünlü Zeus Sunağı geliyor. Gerçekten 18. ve 19. yüzyılda Osmanlı coğrafyasının her yanından, özellikle Batı Anadolu’dan dünya kültür mirası açısından son derece önemli, estetik açıdan değerli eserler Avrupa ülkelerine taşınmış. Efes’ten, Ksanthos’tan, Milet’ten, Antakya’dan, Aydın’dan, Konya’dan çok sayıda eser, anıtlar, anıtsal kapılar, heykeller, mozaikler, mihraplar, sandukalar, rölyef ve çiniler bunların arasında.
En görkemlisi
Bergama Sunağı (Altarı/ Tapınağı), Anadolu’dan götürülen antik eserlerin en görkemlisi. O kadar görkemli ki, herhangi bir müze yapısına sığmadığı için 1930’da Berlin’de aynı isimle özel bir müze yapımına neden olmuş. Berlin müzeleri arasında en önemli konumda olan bu müzenin, hemen tümü ön Asya coğrafyasından götürülmüş eserlerden oluşan sergisinin başyapıtı da Bergama Sunağı. Bergama, İzmir’in 100 km kadar kuzeyinde, batı Anadolu’nun antik dönemde en önemli kentlerinden biri. Tarihi binlerce yıl önceye uzanıyor. Bakırçay Havzası’nda sanki bütün coğrafyaya yukarıdan bakmak istercesine 300 metreden yüksek bir tepeye kurulmuş. Tarihi ‘Pergamon’ adının da, ‘Parg-a-uma/ Kale halkı’ sözcüklerinden geldiği söyleniyor.
MÖ 280-133 yılları arasında Pergamon Krallığı’nın merkezi olmuş, sonra Roma egemenliğine girmiş. Kent, en tepedeki yönetim merkezinden teraslarla aşağıya doğru yayılarak yerleşmiş; her kademede birbiriyle yarışan boyutlarda ve güzellikte eserlerle donatılmış. Tepede akropol ve tapınak kalıntıları ne kadar görkemliyse, aşağıda Kızıl Avlu adı verilen tapınak yapıları da o kadar etkileyici ve görkemli.
Uzun ve ısrarlı bir uğraşı sürecinden sonra 2014’te UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne giren Bergama, sadece konumu ve mimari yapılarıyla değil, deriden kağıt (parşömen) yapımı ve sağlık alanında birçok tedavi yönteminin ilk merkezi olması açısından da öne çıkmış. 200 bin cilt eser bulunan kütüphanesiyle Asya’nın önemli bir bilim ve kültür merkeziyken, bu kitaplar, Marcus Antonius tarafından, İskenderiye Kütüphanesi için gemilere yüklenerek Mısır Kraliçesi Cleopatra’ya götürülmüş. Ancak, Bergama’nın eserlerini yağmalayarak başka topraklara taşıyanlar -ne yazık ki- Marcus Antonius’tan ibaret kalmamış.
Kaçak kazıların tarihi çok eski
1864’te Dikili-Bergama yolu yapımında çalışan Alman mühendis Carl Human, Bergama akropolünde izinsiz araştırma ve kazı yaparak bulduğu eserleri Berlin’e göndermiş. Osmanlı Devleti’nin 1869’da yayınladığı ve arkeolojik eserlerin -sikkeler hariç- yurt dışına çıkarılmasını yasaklayan ilk Asar-ı Atika Nizamnamesi’ne karşın, yerel ve merkezi yöneticilerin ilgisizliği ve bilinçsizliği yüzünden Carl Human’ın izinsiz faaliyeti 1871’e kadar sürmüş. 1874’de yayınlanan yeni Asar-ı Atika Nizamnamesi, -Osmanlı topraklarındaki arkeolojik zenginliği fark eden yabancıların etkisiyle olsa gerek- öncekine göre daha geri hükümler içeriyor. Bu yabancılardan biri, -Osman Hamdi Beyden önce- 1881’e kadar Müze-i Hümayun Müdürü Alman Dr. Philip Dethier.
Deither’in katkılarıyla yayınlanan nizamname, bulunan eserlerin üçte birini toprak sahibine, üçte birini kazı yapana, üçte birini de devlete bırakarak, eserlerin ülke dışına çıkışını adeta yasallaştırmış. 1877 / 78 Osmanlı-Rusya Savaşı sırasında, sözde Osmanlı’ya yardımcı olan Avrupalıların istedikleri kazı izinlerini almaları ve bulunan eserlerin en değerlilerini ülkelerine göndermeleri hiç zor olmamış. Nizamnameye göre, kazı yapanların paylarına düşenlerden başka, Avrupalılar toprak sahiplerinin ve devletin payına düşen eserleri de parayla satın almışlar.
Sultan Hamid Devrinde
Bergama Sunağı’nın ve daha birçok değerli antik eserin ülke topraklarından çıkışı, bu sürecin bir parçası. İşin ilginç yanı bütün bu sürecin, Sultan Hamid (2.Abdülhamid) dönemine rastlaması. Osmanlı topraklarında fotoğraflarla tarihsel envanteri arşivlemeye, saat kuleleri ve restorasyonlarla şehirlerin tarihi dokusunu ihya etmeye çalışan Sultan Hamid Devri’nde devlet, kendi payına düşen antik eserleri Almanlara satmış.
Bugün biz ve benzer durumdaki ülkeler, ancak ülkeden çıkışı hukuken geçerli bir izne dayanmayan, bu anlamda çalıntı olduğu açıkça bilinen eserleri -uzun ve zahmetli mücadelelerden sonra, kısmen- geri alabiliyoruz. Çıkışı izne, satışa veya benzer bir nedene dayandığı savunulan eserleri geri vermeye kimse yanaşmıyor. Avrupa müzeleri karşılıklı envanter incelemesine, var olduğunu söyledikleri geçerli belgeyi ibraz etmeye değil, bu konuları müzakere etmeye bile yanaşmıyorlar. Dünya mevzuatı da, -eski nizamnameler gibi- Avrupa Müzelerinin çıkarları gözetilerek yazıldığı için zorlayıcı hükümler içermiyor. Bugün, Bergama Sunağı’nın basamaklarını, görkemli yapısını, çevresini saran 2.30 metre yüksekliğinde ve 113 metre uzunluğundaki mermer süslemelerini görmek isterseniz Berlin’e gitmeniz gerekiyor.
Bergama yine etkileyici
Ama Berlin’e değil, Bergama’ya giderseniz -bütün yağma, talan ve ihmallere karşın- görecekleriniz yine de çok etkileyici. Traian Tapınağı’nın, Athena, Hera, Demeter kutsal alanlarının kalıntıları, 70 derece eğimiyle dünyanın en dik antik tiyatrosu, Akslepion Sağlık Merkezi, aşağı şehirde Kızıl Avlu Bazilikası ve Osmanlı dönemi Bergama’sının camileri, hanları sizi tarihin çağları içinde yolculuğa çıkarmaya yetiyor.
UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan tarihi ve kültürel varlıkların, bugünkü halinin korunması kadar, geçmişinin de olabildiğince ihya edilmesi, bu alanlardan izinli izinsiz alınmış, götürülmüş eserlerin ait olduğu yere iadesi konusu, dünya kültür mirasının korunması açısından yeni ve çözümlenmesi gereken bir sorunsal. Eserleri yağmalanmış olan ülkelerin bu konuda dünya mevzuatını olumlu değişikliklere zorlamaları gerekiyor. Türkiye, son yıllarda arkeolojik kazılara verdiği önem, ayırdığı kaynak ve dünya ölçütlerine ulaşan yeni müzeleriyle bu konuda yapılacak girişimlere önderlik ve öncülük edebilir. Böyle bir önderlik Türkiye’yi dünya kültür haritası ve gündemi içinde öne çıkardığı gibi, saygınlığını da arttırır. Sonuç almak elbette kolay olmayacak ama uğraşmaya değer. Hem, kim bilir? Dünya gerçekten 5’ten büyük, Türkiye Cumhuriyeti de, elbette 18-19. yüzyılın Osmanlı Devleti’nden güçlüdür.