Cahit AKYOL
Son Güncelleme:
Başıma operanın talih kuşu kondu
Nur Coşkun İstanbulluoğlu (47) yoğun iş takviminden boşta kalan zamanlarını seyahat ile değerlendiren bir iş kadını. Bazı büyük şirketlerin iletişim danışmanlığını yapıyor. “Kendimi bildim bileli gezerim, ancak benim gezi stilim farklıdır” diyor. Herkesin bildiği yerlere gittiğinde bile mahalle aralarına giriyor, ara sokakları keşfediyor. Kent sakinlerinin hayatına karışıp, onların gittiği lokantalarda yemek yiyor, sohbet ediyor. “Bu yolla ayrıntıları keşfediyorum, bu da benim ruhumu besliyor” diyor. Venedik’e gittiğinde de Barbarige Minotto’yu keşfetmiş, bu küçük sarayın odalarında sahnelenen opera gösterilerini izlemiş.
118 civarındaki adacığın birbirine 400 köprü ile bağlandığı, 170 kanalın şehrin ulaşım yolunu oluşturduğu, tarihi dokusu bozulmamış bir şehir Venedik. Tarih boyunca Avrupa’nın en önemli ticaret başkentlerinden birisi. Günümüzde ise bir turizm cenneti. Ziyaretçi sayısı mevsimine göre bir günde 150 bin kişiyi aşabiliyor. Taşımacılık su yolları ve kanallardan yapılıyor. Motorlu kara taşıtlarına izin verilmeyen tek büyük Avrupa kenti. Şehir yıl boyunca resimden müziğe, tiyatrodan operaya, pek çok sanat dalına doğal sahne oluyor. Tarihi binalarıyla, sanatsal etkinlikleriyle adeta bir açık hava müzesi. İstanbulluoğlu’nun Venedik’e gitme nedeni ise bu büyülü atmosferde opera izlemek.
OPERA BİNASI ARARKEN APARTMANLA KARŞILAŞTIM
“İstanbul’dan yola çıkarken, şehir turu ve müze ziyaretlerinden sonra yapılacaklar listemin tek kalem etkinliğiydi opera. Tamamen tesadüfen keşfettiğim ama konaklamaktan çok memnun kaldığım Hotel A La Commedia (www.commediahotel.com), Venedik’in tarihi dokusu içinde yaşayan, birkaç yıl önce restore edilmiş, küçük ve şirin bir oteldi. Otel girişindeki boy, boy sanatsal program duyurularını gördüğümde, gideceğim operayı seçmekte zorlanacağımı fark ettim. Çünkü programların her biri birbirinden etkileyiciydi. Resepsiyondaki görevliden yardım istedim, Barbarige Minotto’daki oda operalarını unutamayacağımı söyledi. Temsilin başlamasından bir saat önce salonda olmamı özellikle tembih etti.
Opera binası deyince, hep görkemli girişi, sütunlu, süslemeli duvarları olan yapılar gelir aklıma. O gece de bu gösteriye giderken böyle bir bina ile karşılaşacağımızı düşünüyordum.
Opera öncesi San Marco meydanına bakan tarihi Cafe Florian’a uğradım. Burasının 1720 yıllarında açılmış, sanatçı, politikacı ve aydınların buluşma mekânı olarak ün yapmış bir yer olduğunu biliyordum. Orada bir şeyler atıştırdıktan sonra elimdeki şehir haritasına göre gösterinin yapılacağı mekânı bulmak üzere yola çıktım. Bir kaç meydan, kanal, köprü geçtim. Bir ara meydanlar ve dar sokaklar arasında kayboldum. Sonunda bilette yazılı olan Palazzo Barbarigo Minotto’ya vardım. Karşımda görkemli bina yerine bir apartman kapısı vardı. Duvarında izleyeceğim operanın afişi asılıydı. Sıradan görünen bu giriş kapısı nedeniyle ufak bir hayal kırıklığı yaşadım. Açık kapıdan içeri girdim. İçeride küçük bir avlu ve avluya bakan eski bir yapı vardı. Başını ve sonunu anlayamadığım yollardan görevlilerin yönlendirmesi ile geçtikten sonra, eski dönem saraylarını andıran şahane bir yapının içinde buldum kendimi. Yüksek tavanlı duvarlar bir dönemler yaşanmış zenginlikleri yansıtıyordu. Restore edilmiş tarihi binanın geniş holünde beni güler yüzlü görevliler karşıladı, gösteri salonuna yönlendirdi.
EV DAVETİNDE GİBİYDİM
Burası 18’inci yüzyıldan kalmış mobilyalarla süslü bir salondu. Bir köşesi müzikçilere ayrılmıştı. Çevresine, dekorasyona uygun 40 civarında koltuk konulmuştu. Erken gitmenin avantajıyla güzel bir koltuk seçip oturdum, çevreyi incelemeye başladım. Sanki bir ev davetindeydik. İzleyiciler günümüz kıyafetleri giymemiş olsa, kendimi 18’inci yüzyılda bir saray davetine gitmiş gibi hissedebilirdim. Salonun pencerelerinden şahane bir kanal manzarası görülüyordu. İhtişamlı ama biraz yorgun bir saraydı. Giriş kapısının sıradan olması aslında binaya başka bağlantı yollarıyla ulaşılmasından kaynaklanıyordu. Gösterişli ana giriş ise kanala açılıyordu. Üç yıl öncesine kadar sahipleri bu binada yaşıyormuş. Tüm tarihi eşyalar özenle korunmuş. Mal sahipleri bakım ve restorasyon masraflarını karşılayabilmek, bozulmadan ayakta tutabilmek için, binayı seçkin sanatsal etkinlikler için kiraya veriyormuş. Tarihi binaları yaşatabilmek için çok akıllıca bir yöntem.
MİKROFON, HOPERLOR YOK
Az sonra salon kapısı yavaşça açıldı ve içeriye enstrümanlarını çalarak dört sanatçı girdi. Sahnede kendilerine ayrılan köşeye oturdular. Musica a Palazzo’da (Müzik Sarayı) elektronik ses düzeni yoktu, temsiller tamamen akustik ortamda yapılıyordu. Aşk düetiyle başlayan program Puccini’nin La Bohéme, Verdi’nin La Traviata gibi eserlerinden aryalarla sürdü. Mekana uygun romantik bir repertuvardı. Sahne yoktu. Sanatçılar aramızda dolaşarak muhteşem sesleriyle bize eserlerin atmosferini yaşattı. Eşlik eden müzisyenler de harikaydı. Gösterinin ilk bölümü bittiğinde konuklar, ikinci bölümü izlemek için evin başka bir bölümüne davet edildi. Burası eski dönem dekoru içinde bir yatak odasıydı. Eserleri dinlerken kendimi o ortamın büyüsüne kaptırdım. Başka bir zaman dilimde, özel bir partideydim adeta. Musica a Palazzo’daki temsillerin, Venedik’teki diğer özel etkinlikler hakkında internetten bilgi almanın mümkün olduğunu öğrendim. Şimdi neredeyse Müzik Sarayı’nın abonesiyim. Yolum ne zaman İtalya’ya düşse bir fırsat bulup Venedik’teki bu özel mekana uğruyorum. (www.musicapalazzo.com), (www.musicinvenice.com)
OPERA BİNASI ARARKEN APARTMANLA KARŞILAŞTIM
“İstanbul’dan yola çıkarken, şehir turu ve müze ziyaretlerinden sonra yapılacaklar listemin tek kalem etkinliğiydi opera. Tamamen tesadüfen keşfettiğim ama konaklamaktan çok memnun kaldığım Hotel A La Commedia (www.commediahotel.com), Venedik’in tarihi dokusu içinde yaşayan, birkaç yıl önce restore edilmiş, küçük ve şirin bir oteldi. Otel girişindeki boy, boy sanatsal program duyurularını gördüğümde, gideceğim operayı seçmekte zorlanacağımı fark ettim. Çünkü programların her biri birbirinden etkileyiciydi. Resepsiyondaki görevliden yardım istedim, Barbarige Minotto’daki oda operalarını unutamayacağımı söyledi. Temsilin başlamasından bir saat önce salonda olmamı özellikle tembih etti.
Opera binası deyince, hep görkemli girişi, sütunlu, süslemeli duvarları olan yapılar gelir aklıma. O gece de bu gösteriye giderken böyle bir bina ile karşılaşacağımızı düşünüyordum.
Opera öncesi San Marco meydanına bakan tarihi Cafe Florian’a uğradım. Burasının 1720 yıllarında açılmış, sanatçı, politikacı ve aydınların buluşma mekânı olarak ün yapmış bir yer olduğunu biliyordum. Orada bir şeyler atıştırdıktan sonra elimdeki şehir haritasına göre gösterinin yapılacağı mekânı bulmak üzere yola çıktım. Bir kaç meydan, kanal, köprü geçtim. Bir ara meydanlar ve dar sokaklar arasında kayboldum. Sonunda bilette yazılı olan Palazzo Barbarigo Minotto’ya vardım. Karşımda görkemli bina yerine bir apartman kapısı vardı. Duvarında izleyeceğim operanın afişi asılıydı. Sıradan görünen bu giriş kapısı nedeniyle ufak bir hayal kırıklığı yaşadım. Açık kapıdan içeri girdim. İçeride küçük bir avlu ve avluya bakan eski bir yapı vardı. Başını ve sonunu anlayamadığım yollardan görevlilerin yönlendirmesi ile geçtikten sonra, eski dönem saraylarını andıran şahane bir yapının içinde buldum kendimi. Yüksek tavanlı duvarlar bir dönemler yaşanmış zenginlikleri yansıtıyordu. Restore edilmiş tarihi binanın geniş holünde beni güler yüzlü görevliler karşıladı, gösteri salonuna yönlendirdi.
EV DAVETİNDE GİBİYDİM
Burası 18’inci yüzyıldan kalmış mobilyalarla süslü bir salondu. Bir köşesi müzikçilere ayrılmıştı. Çevresine, dekorasyona uygun 40 civarında koltuk konulmuştu. Erken gitmenin avantajıyla güzel bir koltuk seçip oturdum, çevreyi incelemeye başladım. Sanki bir ev davetindeydik. İzleyiciler günümüz kıyafetleri giymemiş olsa, kendimi 18’inci yüzyılda bir saray davetine gitmiş gibi hissedebilirdim. Salonun pencerelerinden şahane bir kanal manzarası görülüyordu. İhtişamlı ama biraz yorgun bir saraydı. Giriş kapısının sıradan olması aslında binaya başka bağlantı yollarıyla ulaşılmasından kaynaklanıyordu. Gösterişli ana giriş ise kanala açılıyordu. Üç yıl öncesine kadar sahipleri bu binada yaşıyormuş. Tüm tarihi eşyalar özenle korunmuş. Mal sahipleri bakım ve restorasyon masraflarını karşılayabilmek, bozulmadan ayakta tutabilmek için, binayı seçkin sanatsal etkinlikler için kiraya veriyormuş. Tarihi binaları yaşatabilmek için çok akıllıca bir yöntem.
MİKROFON, HOPERLOR YOK
Az sonra salon kapısı yavaşça açıldı ve içeriye enstrümanlarını çalarak dört sanatçı girdi. Sahnede kendilerine ayrılan köşeye oturdular. Musica a Palazzo’da (Müzik Sarayı) elektronik ses düzeni yoktu, temsiller tamamen akustik ortamda yapılıyordu. Aşk düetiyle başlayan program Puccini’nin La Bohéme, Verdi’nin La Traviata gibi eserlerinden aryalarla sürdü. Mekana uygun romantik bir repertuvardı. Sahne yoktu. Sanatçılar aramızda dolaşarak muhteşem sesleriyle bize eserlerin atmosferini yaşattı. Eşlik eden müzisyenler de harikaydı. Gösterinin ilk bölümü bittiğinde konuklar, ikinci bölümü izlemek için evin başka bir bölümüne davet edildi. Burası eski dönem dekoru içinde bir yatak odasıydı. Eserleri dinlerken kendimi o ortamın büyüsüne kaptırdım. Başka bir zaman dilimde, özel bir partideydim adeta. Musica a Palazzo’daki temsillerin, Venedik’teki diğer özel etkinlikler hakkında internetten bilgi almanın mümkün olduğunu öğrendim. Şimdi neredeyse Müzik Sarayı’nın abonesiyim. Yolum ne zaman İtalya’ya düşse bir fırsat bulup Venedik’teki bu özel mekana uğruyorum. (www.musicapalazzo.com), (www.musicinvenice.com)