Balkanlarda kuzenlerle dedelerimizin izinde Saraybosna, Travnik, Jajce, Mostar, Poçitel
Kuzenlerle ilk gezimizi 23 kişilik bir grupla, çoğumuzun dedesi veya büyük dedesi olan Salih Bosna’nın âşık olduğu ve ölene kadar yaşadığı Adana’ya yapmıştık. İkinci gezimizi, ailenin geldiği toprakları görmek ve orada yaşayan kuzenlerimizle tanışmak üzere Bosna’ya yaptık. Üç nesil sonra, dedemizin doğduğu yeri birlikte görmek gerçekten çok duygusal ve hoş bir deneyim oldu hepimiz için.
Saraybosna ve Miljacka nehri
Su, ister okyanus kadar sonsuz, ister bir kanal kadar dar olsun fark etmiyor, varlığı bir şehri daha güzel yapmaya yetiyor. Saraybosna, dağlarla çevrili, içinden Miljacka Nehri’nin aktığı sakin bir şehir. Dağların yeşilliği, nehir, tepelerdeki köylerin güzelliği bir çocuk resimi kadar renkli ve naif. İlk gün hafif sis var ama bulutları aşan tepeler, yeşilliklerin saklamasına izin vermiyor. Saraybosna, masalsı güzelliği olan Karadeniz yaylarını anımsatıyor.
Başçarşı, gece- gündüz şehrin hareketli bir bölgesi… Özellikle turistik dükkânlar, lokantalar, cafeler, tarihi camilerin yoğun olduğu bir yer. Yürüme mesafesinde Gazi Hüsrev Bey Camii, Ortodoks klisesi, İsa’nın Kalbi Katedrali, Milli Kütüphane, sinagog, saat kulesi görmeye değer. Zemaljski Müzesi’nin çok iyi bir koleksiyonu var. Ahşap işleri, mozaikler, heykellerin yanı sıra, inanılmaz kuşlar, kelebekler, taşlar ve daha neler neler... Aslında Saraybosna’da görülecek şey çok, zaman kısıtlı ise öncelik belirlemekte fayda var.
Travnik ve Lasva nehri
Saraybosna’dan uzun bir günübirlik gezi ile vezirlerin şehri Travnik ve Jajce’yi gezmek mümkün. 90 kilometrelik yoldan sonra Travnik’i gezmeden önce Osmanlı döneminden beri aynı yerde bulunan kahvede bir kahve molası veriyoruz. Kale, Suleimania Camii, eski şehrin sokakları çok keyifli.
Jajce ve Pliva, Vrbas nehirleri
Jajce, içinden su geçen değil, su çağlayan bir yer. Pliva, ülkenin iki önemli şelalesinden biri. Yeraltı mezarları, klise kalıntıları, eski sokakları, müzesi ve kaleden şahane vadi manzarasıyla Jajce ayaklarımızın altında. Arabayla Pliva gölüne ulaşıyoruz, Şirinler’in köyünü andıran görüntüleri ile küçücük su değirmenlerinden akan suyun sesi ve kuşlar dışında ses yok. Göl kenarında yürümek, tekne turu yapmak, yemek yemek mümkün…
Mostar, Poçitel ve Neretva nehri
Mostar yolunda manzara tarif edilmez güzellikte, önce Mostar’ın 30 km daha güneyinde Poçitel’i ziyaret ediyoruz. Neretva nehrine bakan, 400 yıl Osmanlı yönetiminde kalmış sevimli bir yer. Kâğıt külah içinde satılan çilekler harika. Ortaçağ dönemi eserler yanı sıra, kule, hamam, cami ve taş evleriyle harika bir Osmanlı kenti. UNESCO Kültür Mirası Listesi’nde olan Poçitel’e hak ettiği vakti ayırmak lazım. Poçitel’den Mostar’a doğru yol üstünde Blagaj’a uğrayıp ‘Buna Nehri’nin kaynağını ve tekkeyi görüyoruz. Doğa harika ancak ziyarete gelenler doğal güzelliği gölgeliyor, kalabalıktan ne gördüğümüzü veya göremediğimizi anlayamıyoruz.
Aile mirası Mostar
Ve nihayet Mostar’dayız, şehrin adı kadar bilinen taş köprüsü tam karşımızda. Haberlere kitaplara, filmlere, şarkılara konu olmuş, UNESCO Dünya Mirası olarak kabul edilmiş bu köprünün bizim için ayrı bir anlamı var. Mostar, Salih Bosna’nın doğduğu şehir, bizim için aile mirası.
Mehmet Bosna “Dedemizin Adana’da Seyhan nehri kenarında, taş köprünün önünde bir evde yaşamayı seçmiş olması bir tesadüf olmamalı” diyor. Miçeviç soyadını, Bosna olarak değiştirmek ve nehir kenarında yaşamış olmak, Salih Bosna’nın memleket özlemini biraz olsun hafifletmiş miydi acaba?
Mostar’da ilk durağımız Salih Bosna’nın iki kızının, iki kardeşle evlendikten sonra aldıkları soyadını taşıyan Behlilovica sokağı. Hakan Behlil, dedesi ve babaannesinin kendi aralarında boşnakça konuştuğunu anlatıyor bize. Neretva Nehri kenarında hoş bir öğlen yemeği yerken bir gelenek olan köprüden nehre atlayan gençleri izliyoruz.
1566’da Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayreddin tarafından yapılan köprü ne yazık ki savaş sırasında yıkılmış, orijinaline uygun olarak yeniden inşa edilmiş. Köprü üstünde yürümek biraz dikkat gerektiriyor, ortasına doğru açı dik ve taşlar hafif kaygan. Nehre atlamaya çalışanlar, selfi çekenler, resim çektirenler, seyyar satıcılar ve turistlerden boş bir alan bulursanız manzaranın keyfine varın.
Salih Madra “keşke annemin sağlığı yerindeyken Bosna’yı birlikte ziyaret etseymişiz” dedi. Hepimiz aynı hislerle döndük, bize anlatabilecekleri birçok şeyi kaçırmış olabiliriz ama ne şanslıyız ki kendi anılarımızı yeni kuşaklara aktarmak için hala vaktimiz var.