Bağımlısı olacaksınız
İstanbul-Amasra yolu her mevsim güzeldir. Çiçeklerin her türlüsü başka bir renk verir doğaya yol boyunca. Eğer bir hafta sonunuzu ayırırsanız, müdavimi olacak ve her boş zamanınızda Amasra’ya koşacaksınız.
Amasra’ya sadece birkaç kilometre kaldı. Tabelada Kuşkayası yazısını görünce arabayı sağa çekip yukarı çıkan merdivenlerden tırmanmaya başlıyorum.
Kısa bir süre sonra kaya üzerine oyulmuş bir kabartma ile karşılaşıyorum. Kabartmada başsız bir insan figürü ile figürün sağında bir kartal var. Boyu 2.5 metrenin üzerindeki bu kabartmanın önünden bir Roma yolu geçiyor. Yol biraz ileride toprak yolla birleşerek Bakacak Tepe’ye doğru devam ediyor. Bu yoldan biraz ilerleyince kayalar üzerine işlenmiş bir kitabe görüyoruz. Aynı kitabeden bir tane de kabartmanın üzerinde var. Burası Amasra’ya gelenleri karşılayan ilk sürpriz.
Kuşkayası Anıtı, M.S. 41-54 yılları arasında Roma imparatoru Cladius zamanında, Pontus valiliğine atanan Gais Julius Aeuilb tarafından dinlenme tesisi olarak yapılmış. Yani aslında yolcular için yapılmış bir mola yeri.
Anadolu’da başka bir örneği olmayan bu muhteşem anıtı geride bırakarak Amasra’ya doğru hareket ediyorum.
Amasra’nın kuruluşu MÖ 12. yüzyıla denk geliyor. O dönemlerdeki adı Sesamos olan şehir, tarih boyunca çeşitli uygarlıkların egemenliğine girmiş. Hititler, Fenikeliler, Lidyalılar’dan sonra M.Ö IV. yüzyılda Persler... Perslerin Büyük İskender tarafından yenilgiye uğratılmasından sonra kent Persli prenses Amastris tarafından yönetilmiş. Amasra ismi de buradan geliyor.
Amastris’ten sonra Pontus egemenliği başlıyor. Yaklaşık 200 yıl kadar süren bu dönem, MÖ 70 yılında Romalıların devreye girmesi ile sona eriyor. Kentin adı da Roma yönetiminde Amastedos oluyor. MS 13. yüzyılda Cenevizliler, MS 1460 yılından sonra da Fatih tarafından alınarak Osmanlı toprağına katılıyor. Amasra Müzesi sözünü ettiğim tüm uygarlıkların izini sergiliyor.
ÇARŞIDA AHŞAP HEDİYELİKLER
Çekiciler Çarşısı’na giriyorum. Köşede iki esnaf tavla oynuyor. Küçük bir kız çocuğu topaç çevirmeye çalışıyor. Çarşıda satılan ahşap hediyelik eşyaların büyük çoğunluğu burada yapılıyor. Tek tük Uzakdoğu malları da girmeye başlamış.
Sahil kalabalık mı kalabalık, deniz temiz mi temiz. Bir kentin içinden denize gerek büyük bir keyif olsa gerek. Amasra iki koya ve iki adaya sahip. Bu nedenle kente ilk gelenler önce biraz şaşırıyorlar. İkinci koy diğeri kadar kalabalık değil.
İnsanlar tatilin tadını çıkarırken ben Amasra kalesine doğru yöneliyorum. Amasra kalesi Romalılar tarafından yapılmış. Surlar ise Bizanslıların eseri.
Amasra Kilisesi, yılların getirdiği yalnızlığa rağmen zamana meydan okumaya devam ediyor. Etrafındaki evlerin bazıları Amasra’nın geçmişine götürüyor insanı. Camiye çevrilmiş diğer kilisenin etrafından dolanarak bir taş yola giriyorum. Taş yolu takip ederek kalenin diğer ucundan inip, Amasra ile tarihi adayı birbirine bağlayan yüzlerce yıllık tarihi köprüye ulaşarak adaya geçmeyi planlıyorum. Taş yol beni bir meydana çıkarıyor. Karşımda bir kale kapısı ve önünde de tarihi bir taş köprü duruyor.
Kale kapısından geçerek kenti gezmeye başlıyorum. Adadaki evlerin bazıları geleneksel tarza daha uygun. Burada yaşayan insanlar tarihle iç içe. Gürültü yok Amasra’da, dinginlik, sadelik var. Gezerken tüm sorunlarından arınıyor insan sanki. Bir evin bahçe duvarı ilgimi çekiyor. Duvar tamamen kentin eski kalıntılardan oluşmuş.
Karşıma çıkan birkaç pansiyona yer soruyorum. Bu gece burada kalmak çok güzel olur. Ne yazık ki tüm pansiyonlar dolu. Bir pansiyondan gelen yemek kokuları, doğru dürüst bir şey yemediğimi hatırlatıyor.
BALIK YANINDA MEÅžHUR SALATA
Amasra’ya gelince ne yenir? Tabii ki balık ve Amasra’nın meşhur salatası. Tüm lokantalarda fiyatlar nerdeyse aynı ve çok uygun. Görünüşü nedeniyle diğer adı Mustafa Amcanın Yeri olan Canlı Balık Lokantası’nı seçiyorum. Kısa sürede gelen salata ve balıkla güzel bir ziyafet çektikten sonra konaklayacak bir yer aramak için tekrar yollara düşüyorum.
GÜZEL KÖY ÇAKRAZ
Amasra artık otel ve pansiyon dolu ama yaz mevsiminde yine de kalacak yer sorunu var. Çakraz’a gitmeye karar veriyorum. Çakraz, Amasra’ya yakın bir
köy. Bir zamanlar, sadece Almanların yol olmadığı için tekneyle gelerek aylarca kaldığı Çakraz sahili, ÅŸimdi ne yazık ki beton binalarla kuÅŸatılmış durumda. Yine de bölgedeki en güzel yerlerden biri. Â
Sabah erken uyanarak balkona çıkıyorum. Dün akşam uysal uysal esen rüzgar hızını iyice artırmış. Kapalı olan koyun uzunluğu birkaç kilometre. Sahil tamamen ince kumlarla kaplı. Dalgaların cazibesine kapılarak sahile iniyor ve kendimi Karadeniz’in dalgalarına bırakıyorum. Dalgalar çok güçlü olduğu için fazla açılamıyorum. Rüzgarlı havalarda denize girmek bir çok yerde çok riskli olmasına rağmen Amasra ve Çakraz bu açıdan çok avantajlı. İki sahil de koyda olduğu için güçlü dalgalar yüzme bilmeyenler için tuzak olan derin boşluklar oluşturamıyor.
ÇEVREDEKİ KOYLAR
Göçkün Demirciler, Karaman, Gökçekale, Kapısuyu, Gideros koylarının her biri farklı güzellikte. Tatilini sakin bir yerde geçirmek isteyenler için bu koylar biçilmiş kaftan adeta. Her bir koyda bulunan sahiller sessiz, sakin ve doğal görüntüsü henüz bozulmamış durumda.