GeriSeyahat Az buzlu rakıyla levreği çok özleyeceğim
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Az buzlu rakıyla levreği çok özleyeceğim

Az buzlu rakıyla levreği çok özleyeceğim

Görev süresi geçen hafta dolan, Almanya’nın İstanbul Başkonsolosu Matthias von Kummer (61), tam bir İstanbul âşığı. İlk kez 1982’de geldi, üç yıl önce başkonsolos olarak geri döndü. Aklında Türk-Alman tarihi üzerinde durmak istediği bir kitap vardı ve geldiği gün çalışmalarına başladı.

“Boğaziçi’ndeki Almanya” adlı kitabı üç yılda bitirdi. 130 yıllık Almanya İmparatorluğu Sefaret Köşkü ile 120 yıllık Almanya Sefareti Tarabya Yazlık Rezidansı’nın hikâyesini anlattılar. Başkonsolos, kitabı, eşi Meggy ile kendisine muhteşem bir deneyim yaşattığı için İstanbul’daki herkese bir teşekkür olarak görüyor. Von Kummer ile İstanbul aşkını ve kitabı konuştuk.

İstanbul’da görevinizin son haftasındasınız. Nasıl bir ruh hali içindesiniz?
- İstanbul’da başkonsolos olmak büyük bir ayrıcalık. Hem Gümüşsuyu’ndaki 130 yıllık Sefaret Köşkü’nün, hem de 120 yıllık Tarabya Yazlık Rezidansın geçici sahibi oluyorsunuz. Tabi ki en önemlisi İstanbul gibi muhteşem bir şehirde yaşıyorsunuz. Buradan Slovenya’ya gideceğim. Küçük bir ülke ama dağlarının sonunda deniz var. Bu beni biraz olsun mutlu ediyor. Çünkü bana İstanbul’u hatırlatacak.

Şimdiye kadar kaç ülkede görev yaptınız?
- Sekiz. Venezuela, Brezilya, İngiltere, Yunanistan, tekrar Brezilya, Almanya ve Türkiye.

Hepsinden sonra İstanbul nasıldı?
- İnsan İstanbul’da istediği her şeye sahip olabilir. Belki de bu yüzden şehrin dışına pek çıkmadım. Bunu yerine oğlum ve kızım geliyor, İstanbul’da tatil yapıyorduk. Kızımız son üç doğumgününü İstanbul’da kutladı. Hatta 18. yaş gününde Reina’da yaptığımız büyük partiyi hala unutamıyor. Ayrıca evimiz Taksim’deki binanın tepesinde olduğundan, İstanbul’u anlatan her yeri penceremizden görüyorduk. Bu mükemmel bir şey.

İstanbul’da neler yapardınız?
- Boğaziçi’ndeki tüm balık restoranlarına bayılıyorum. Bir de Kumkapı balık pazarının yanındaki Küçük Liman’a. Burada görünüşleri çok basit ama içinde leziz yemekler olan restoranlar var. Tabi bir de evimizin yolu olan İstiklal Caddesi çok özeldi. Goethe Enstitüsü’nün terasındaki Litera’nın manzarasında ve diğer teraslarda yemek yemeyi seviyorduk. Bir de turistlerin olmadığı zamanlarda Kapalıçarşı’da çok geziyor bol bol gümüş alıyorduk. Orada, ihtiyacınız olmayan ama satın almak istediğiniz pek çok güzel şey oluyor.

Misafirlerinizi nereye götürürdünüz?
- Feriye Lokantası’na, Boğaziçi’ndeki otellerin restoranlarına, İstiklal’de gizlenmiş Sofyalı’ya.

En sevdiğiniz yemek hangisi?
- Tüm mezeleri çok seviyorum ama tabi ki yanında az su ve az buzlu rakı da olmalı. Bir de beyaz peynir ve levrek.

İstanbul’da başkonsolos olmanın zorlukları?
- Öncelikle vize. Sadece İstanbul’da yılda 100 bin vize işiyle uğraşıyoruz. Çok zor vize verdiğimiz söyleniyor ama biz herkese iyi davranıp iki taraf için de en iyi çözümü bulmaya çalışıyoruz. Ama ne yazık ki vize alabilmek hâlâ çok bürokratik koşullarda işliyor. Türkiye’deki pek çok şey gibi. Binada çalışan 140 kişiden 40’ı tüm gün sadece bunun için çalışıyor.

EN ZORU VİZE VERMEK

Şimdi planınız nedir? İstanbul ya da Türkiye ile ilgili projeleriniz devam edecek mi?

- Eşimle birlikte ekimde Urfa ve çevresini gezeceğiz, hep merak ediyorduk. Ayrıca İstanbul’da Alman izlerinin olduğu yerler hakkında ikinci bir kitap çıkaracağız.

Giderken İstanbul’dan yanınızda ne götüreceksiniz?
- Çok fazla gümüş, Orhan Pamuk gibi Türk yazarların kitapları, pek çok fotoğraf, güzel renkli seramikler.

Almanya ya da Slovenya’da İstanbul hakkında ne anlatacaksınız?
- Tabi ki İstanbul’un ortak tarihimizin beşiği olduğunu. Hem her yerinde sıkça tarihle karşılaşıldığını, hem de çok modern ve yaşayan bir şehir olduğunu anlatacağım. Avrupalıların bazıları İstanbul’un Kahire gibi olduğunu düşünüyor. Buranın neye benzediği hakkında en ufak fikirleri bile yok. Ama keşke İstanbul’un tarihine daha fazla sahip çıkılsa. Eski binaların, evlerin restore edildiğini görmeyi çok isterdim. Devlet buna daha çok bütçe ayırmalı. Çünkü burası dünyanın en büyük metropollerinden biri. Sadece Türkiye’nin değil, Asya ve Avrupa’nın da merkezi. Gelenlere her şeyi sunuyor. Diğer metropollerle karşılaştıramazsınız. Çünkü dünyada başka hiçbir metropolde iki kıta, ortada deniz, bu kadar tarih, sanat, farklı dinler, kültürler bir arada değil.

BURADA EN SON AYDIN DOĞAN’A LİYAKAT NİŞANI VERDİK
/images/100/0x0/55eab5b7f018fbb8f891bcd4

Ne kadardır bu kitap üzerinde çalışıyorsunuz?

- İstanbul’a ayak bastığımdan beri. Çünkü Türkiye ve Almanya arasında sadece İstanbul’da yaşananlar bile çok fazla ve önemli. Daha önce broşür niteliğinde, küçük kitaplar basılmıştı. Ama her şey bir arada ve daha açıklayıcı olmalıydı. Bunun için pek çok özel arşive girip fotoğraflar bulduk. Özellikle son altı ay çok yoğun geçti.

Kitap Almanya’da da satılıyor mu?
- Henüz değil. Çünkü basılalı üç hafta oldu. Ama nasıl sipariş verebileceğini soranlar var. İlk baskı 105 bin taneydi ve ikinci baskı yolda. Bu kadar ilgi görmesinin en büyük nedeni hem Türkçe, hem de Almanca olması.

Tarabya’daki yazlığın Alman Hükümeti için önemi nedir?
- Yazlığın bulunduğu arsa, 1880’de Padişah II. Abdülhamit’in Alman İmparatorluğu’na hediyesiydi. Bunun yanı sıra yapının hâlâ dönemin mimarisini, tarihini yansıtması da önemli. 120 yıl önce yapılırken mimarisi, büyüklüğü Türk ve Alman basınında çok tartışıldı. Türkler çok büyük diyordu. Bina şimdi küçük gibi görünse de, o dönemde çevresinde tek katlı ahşap evler olduğundan çok dikkat çekiyordu. Karşı kıyıdan bile görünüyordu. İşte bu yüzden buranın manevi değeri bizim için büyük. Bu sebepten Almanya Federal Cumhuriyeti’nin 1’inci Sınıf Federal Liyakat Nişanı’nı da burada veriyoruz. En son da Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Doğan’ı, Türk kökenlilerin Alman toplumuna uyumuna yaptığı katkılardan dolayı burada ağırlamış ve nişanını vermiştik.ü

Bahçesinde şehitlik bile var

Alman Büyükelçiliği’nin Tarabya’daki tarihi yazlığı, Alman İmparatorluğu geçmişinin ve Boğazı çevreleyen görüntüdeki değişimin bir parçası. 18 dönümlük arazi, 1880’de Sultan II. Abdülhamit tarafından diplomatik kullanım amacıyla Alman İmparatorluğu’na hediye edildi. 1882’de ilk imar projesi Cingria’ya tasarlattırıldı, Atina’da arkeolog olan ama mimari araştırmalarda uzman Wilhelm Dörpfeld tarafından üzerinde Osmanlı mimarisinin dikkate alındığı değişiklikler yapıldı. Büyükelçilik rezidansının merkez odasının sekizgen yapısı ve kullanılan ahşap sütunlar, zamanında Boğaz’da bulunan yazlık evlerin karakteristik özelliklerini yansıtıyor. Bahçesine 1916’da Çanakkale Savaşı’nda hayatını kaybeden Alman askerleri için bir şehitlik inşa edildi. Alman Kolonisi her yıl Alman Milli Matem Günü’nde, Alman ve Türk askeri temsilcilerin huzurunda askerleri anıyor. 1890’da bahçedeki hamam hem Katolik, hem de Protestan kilisesi tarafından kullanılan küçük bir şapele dönüştürüldü.
Arazisinde altı bina var. Ana binada yatak odaları, davet, yemek, sigara odaları, kadınların sohbet ettiği oda, konferans, oturma odası, ofis, misafir odaları ve kış bahçesi gibi yaklaşık 20 oda var. Burada her yıl kışın 100, yazın büyük bahçesinde üç bin kişilik davetler veriliyor. Bir binada Alman Ticaret Odası bulunuyor. Diğer binalar şu sıralar restorasyonda. Bu koca araziyi güvenlik, bahçıvan, aşçı gibi toplam 30 kişi idare ediyor. Çoğu da 20 seneden fazladır burada çalışıyor.

En yakındaki ortak proje ÜNİVERSİTE

2010’da Almanya’nın Essen şehri de Avrupa Kültür Başkenti olacak. Bu sayede pek çok ortak proje geliştiriliyor. Ama yakın zamandaki en büyük proje Alman-Türk üniversitesi. Her şeyi kabul edilen üniversite için artık sadece mekân arayışı kaldı. Mühendislik, ekonomi, Avrupa hukuku, sosyal ve dil bölümlerinin olacağı okula ilk adımda beş bin öğrenci alacağız. Ve burası kesinlikle özel değil, bir devlet okulu olacak. Alman profesörler Almanca ve İngilizce eğitim verecek. Buradaki üniversitelerin profesörlerinden de yardım alacağız.

ÜÇ YILDA...

Unutamadıklarım 2006’da Angela Merkel gelmişti, ilk davetlerimden biriydi. Çok heyecanlanmıştım ama Türk politikasında tanınmam için iyi bir deneyimdi. Bir diğeri de tabii ki Papa Benedict 16’nın ziyaretiydi.

En zor anım 2008’de Almanya Ludwigshafen’da Türkler öldürüldüğünde çok zor günler geçirdik. Çünkü Türklere, Alman toplumunda neler olduğunu anlatmam gerekiyordu. Organize bir iş olup olmadığını merak ediyorlardı. Diğeri de Alman Avrupa Birliği Başkanı geldiğinde, Türklere neden AB üyesi olamadıklarını anlatmaktı. Haklı olarak pek çok sorunun cevabını bekliyorlardı. Ama ben inanıyorum ki Türkiye uyum sürecinde çok doğru ve iyi ilerliyor. Alman Hükümeti olarak biz, Türkiye’nin ticari, kültürel, stratejik ve askeri anlamda önemli bir partner olacağını düşünüyoruz. Türkiye, AB’nin ihtiyacı olan her şeye sahip.

En mutlu anım Eşimle burada kısa süre kalmamıza rağmen kolayca Türklerin içine kabul edilmek çok güzeldi.

En komik anım İlk geldiğimizde bazı şeyleri anlamakta zorluk çekiyorduk. Örneğin resmi ziyaretlerde bile insanların gelirken bir şişe kolonya getirmesi garip geliyordu. Ama artık biz de yapıyoruz.

Yapamadığım, keşke dediğim İstanbul’da pek çok yer gördüm ama hâlâ yeterince yerine gidip daha fazla vakit geçiremediğimi düşünüyorum. Bu yüzden ekimde tatil için tekrar geleceğiz. Tabii bir de bu kadar zamanda Türkçe öğrenememiş olmam. Çevremde hep yabancı dil bilenler olması bunu zorlaştırdı. Bir restorana rezervasyon yaptırıp, kaç kişi olduğumuzu ve hangi gün saat kaçta gideceğimizi söyleyebiliyorum. Ama karşıdaki devamında bir şey sorarsa durum kötü oluyor.
False