GeriSeyahat AVUÇLARININ Ä°ÇÄ°NDE SEYAHAT Sana uzak memleketlerden bahsedenlerinDili tutulsunSana bir incir yaprağına bakmasını öÄŸreteceÄŸimKendi avuçlarının içinde
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
AVUÇLARININ Ä°ÇÄ°NDE SEYAHAT Sana uzak memleketlerden bahsedenlerinDili tutulsunSana bir incir yaprağına bakmasını öÄŸreteceÄŸimKendi avuçlarının içinde

AVUÇLARININ Ä°ÇÄ°NDE SEYAHAT Sana uzak memleketlerden bahsedenlerinDili tutulsunSana bir incir yaprağına bakmasını öÄŸreteceÄŸimKendi avuçlarının içinde

AVUÇLARININ İÇİNDE SEYAHAT Sana uzak memleketlerden bahsedenlerinDili tutulsunSana bir incir yaprağına bakmasını öğreteceÄŸimKendi avuçlarının içinde seyahatiVe gökyüzünün her yerde mavi olduÄŸunu öğreteceÄŸim.OÄŸlu Mehmet'e yazdığı ÅŸiirlerden birinde böyle diyor. Bedri Rahmi EyüboÄŸlu... Artık gökyüzü her yerde mavi deÄŸil belki. Yine de kendi avuçlarının içinde seyahati becerebilenler dimdik ayakta kalıyorlar gibi geliyor bana.Ben bu sene uzak bir yerlere, Finlandiya'nın Tampere ÅŸehrine gittim tatile. ÇoÄŸumuzun yurt dışı gezilerinde olduÄŸu gibi de bir yığın "Neden bizde böyle?" ve "Ne yapmalı?" sorularıyla geri döndüm. YOLTüm gece uyuyamadım. Ha kalktık, ha kalkacağız diye saat ikiye doÄŸru dalmışım. Saatin ziliyle sıçradım. Havaalanına vardığımızda dört olmuÅŸtu bile. Lufthansa kuyruÄŸunda bir saat beklememiz, daha da gerginleÅŸmeme yol açtı. Saat altıda uçağımız kalktı.Finnair'in, seferlerini kaldırmış olması bize neredeyse bir gün kaybettirdi. Finlandiya'da Tampere ÅŸehrine gitmek istiyoruz dediÄŸimizde, turizm acentelerinin bize çizdiÄŸi rotalar ÅŸaşırmamıza, sonra da sinir içinde gülmemize yol açmıştı. Üç uçuÅŸtan az ulaÅŸabilmemiz mümkün deÄŸildi Tampere'ye. Sonunda Frankfurt - Stockholm - Tampere hattına karar vermiÅŸtik. Türbülans olması kemerlerimiz baÄŸlı uçmamıza yol açtı, yer yer yaÄŸmur yağıyordu. Ä°kramlar kötüydü, ekmekler bayat, yemekler tatsızdı. Pek bir ÅŸey yiyemedim. Üç saat sonra Frankfurt'a ulaÅŸtık. Havaalanında üç saat geçirdikten sonra, Stockholm' a uçmak üzere yeni bir uçaÄŸa bindik. Hosteslerden biri esmer, saçları örgülü, kalkık burunlu bir kızdı. Burnu kalkık olmasa Türk diyecektim, belki Hollandalıdır diye düşündüm. Bir ara yanımıza gelip "Siz Türk müsünüz" diye sormaz mı ? Garip bir sevinç duydum. Gurbet ellerde bir Türk havasına girecek kadar da olmamıştı ama, bu bizim doÄŸamızda var galiba diye düşünmeme yol açtı. Stockholm'de de bir saat geçirdik. Tampere'ye gitmek üzere yola çıktığımızda SAS ve Lufthansa'nın iÅŸbirliÄŸi ile gittiÄŸimizden bir SAS uçağına bindik. Uçak, Ulusoy otobüslerinden bile küçüktü, 35-40 yaÅŸlarında "Burda" nın hafif tombul, orta yaÅŸ modellerini sergileyen mankenlerine benzeyen tek bir hostesi vardı. Pilotlar ise, balığa çıkmış üç arkadaÅŸ gibiydiler. Yine de rutin ikramlar yapıldı, oÄŸlum heyecanla beklediÄŸi oyuncağına kavuÅŸtu. Titreye titreye Tampere'ye ulaÅŸtık. Ä°niÅŸe geçtiÄŸimizde yerin benek benek göllerle kaplı görüntüsü pek hoÅŸtu. Minik bir havaalanına indik. Gümrükteki bayan görevli bizi önce uzun uzun süzdü. Ben kızıl saçlılığımla görünüşü kurtarıyordum, ama eÅŸim ve oÄŸlum koyu renk saçları ve gözleriyle ellerimizdeki Türk pasaportunun hakkını veriyorlardı doÄŸrusu. Hemen fısıltılı bir telefon trafiÄŸi baÅŸladı. Gören de Fincenin evrensel bir dil olduÄŸunu sanırdı. Anladığımız kadarıyla elçiliÄŸe telefonlar edildi, yarım saatin sonunda artık iyice sinirlenmeye baÅŸladığımız sırada "Welcome to Tampere, have a good holiday " denilebildi. Bir taksi tutup otelimize doÄŸru yola çıktık. Taksi devasa bir Mercedes' ti. Åžoför hiç Ä°ngilizce bilmiyordu, iÅŸaret ile de olsa derdimizi anlatıp bir döviz bürosundan Fin Markası aldık. Oradan ver elini otelimiz.Resimlerini önceden gördüğümüzden, otel sürpriz olmadı. Otel eskiden bir iplik fabrikasıymış. Åžehirdeki pek çok eski fabrika gibi, yeni bir iÅŸleve kavuÅŸturulmuÅŸ: "Kaplıca otel". Dairemiz gösterilip, eÅŸyalarımız çıkarıldığında onca yorgunluÄŸa raÄŸmen her bir ayrıntıyı kaçırmaksızın yakalamaya çalıştık. Suitimiz iki katlı, 5 metreye yaklaÅŸan yüksek tavanı ve Näsijärvi gölü ile kıyıdaki marinaya bakan gayet hoÅŸ bir manzarası var. AÄŸustos ayında, Ä°stanbul'un 35 derece sıcaklığından 14 dereceye inince ne yaparız diye düşünmemizi gerektirmeyen bir ısıtma düzeninin yanı sıra, çift tuvalet, banyo, jakuzi, mutfak, salon ve 2 oda. Yatak odasında, içinde ütü ve ütü masası bulunan ayrı bir odacık keÅŸfettim. Raflarda bornozlar, havlular, yedek yorgan ve battaniyeler her boy terlikler var. Otel aynı zamanda kaplıca, ÅŸifalı su banyoları ve bitkisel tedaviler içeren kürleriyle ünlü. Bir kısmı normal otel olarak kullanılırken, diÄŸer bir kısmı devre tatil üyelerine hizmet veren daireler ÅŸeklinde düzenlenmiÅŸ. Bizim kaldığımız yer bu dairelerden biri. OÄŸlum kendine uyan bir bornoz keÅŸfedip, "Hadi havuza gidelim" diye tutturdu bile. Ä°ki televizyondan birini de çizgi film kanalına ayarladı, kaz tüyü yorganların üzerinde yuvarlanıp duruyor. Tuvaletlerde küçük duÅŸlar ÅŸeklinde yıkama aletleri olması gerçekten hepimizi sevindirdi. Dönüşte anlatacaklarımın içinde bu ayrıntı mutlaka yer almalı. Mutfakta yok yok. Bulaşık makinesi deterjanı ve scotch-brite bile unutulmamış. Ä°ÅŸte devre tatilin bu ayrıntılarına bayılıyorum. Hemen filtre kahve yapmak için su ısıtmaya baÅŸlıyoruz. Zaten burada bulunduÄŸumuz süre içinde nereye girsek mis gibi kahve kokusu eÅŸlik edecek bundan sonra bize. Her etkinlikte kahve içilen, en çok kahve tüketen Avrupa ülkesi. Çok kahve içmesem bile kokusuna bayılıyorum. Hele sabahları nasıl da bir kahvaltıya çağırışı müjdeliyor. Cemal Süreya' nın "Kahvaltı" ÅŸiirinin dizeleri geliyor aklıma; "Yemek yemek üzerine ne düşünürsünüz bilmem / Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı"Ä°LK GÃœNSabah erkenden kalktım. Gece kaçta yatarsam yatayım saat beÅŸ buçuk - altıda kalkıyorum. Hemen eÅŸofmanımı giyip otel çevresinde bir yürüyüşe çıktım. Önce marina etrafında bir tur. Yakında bir termometre var, hava sıcaklığı 16 dereceyi gösteriyor, hafif yaÄŸmur çiseliyor. Otelin arkasına dolanıyorum, yemyeÅŸil aÄŸaçların arasından geçip bir gölete ulaşıyorum. YaÅŸasın! Bir yığın ördek... Ama ne yazık ki onlara verecek bir ÅŸeyim yok. Ama aç da görünmüyorlar. Etrafta kırmızı top ÅŸeklinde meyveleri olan, adını bilmediÄŸim aÄŸaçlar var. Hemen bu kırmızı meyvelerden bir iki tane alıp, saklamak üzere cebime koyuyorum. En kısa zamanda bu aÄŸaç önünde bir fotoÄŸraf çekilecek. Eve gidince japonlaÅŸmışmıyım diye aynaya bakmaya karar verip, kendime gülerek geri dönüyorum. Bizimkiler henüz uyanmışlar, uykulu uykulu "Niye bizi de beklemedin ?" diye soruyorlar. "Erken kalkan yol alır" diyorum.Kahvaltıdan sonra önce Ä°stanbul'a telefon edip, saÄŸ salim geldiÄŸimizi bildiriyoruz. Sonra da yakındaki bir marketten alışveriÅŸ ediyoruz. Fiyatlar Türkiye'de ki fiyatlara yakın. Yalnız deniz ürünleri belirgin bir ÅŸekilde ucuz. Tabii, meyve, sebze azınlıkta ve kilolarca alınmıyor. Rengarenk böğürtlen çeÅŸitleri olduÄŸunu görüyoruz. Binlerce ekmek çeÅŸidi. Deli oluyorum. Åžundan bir tane alalım. ÅŸundan da bir tane. Hüsam elimi tutmasa marketteki ekmeklerin tümünü alacağım. "karjalanpiirakka" denilen patates ve pirinç içeren paya bayılıyorum. Artık her çıkışta ondan alınacak. ÇeÅŸit çeÅŸit balık alıyoruz. Hepsinden denemeli. Aldıklarımızı otele bırakmamızla dışarı fırlamamız bir oluyor, Åžimdi keÅŸif zamanı...Yolda gördüğümüz her tabelanın sonunda bir "oy" lafı. Ne olduÄŸunu bir türlü anlamıyoruz. EÅŸim "Oy anam oy" diyor. "Belki de dertli adamlardır". Ä°lk fırsatta bir Ä°ngilizce - Fince sözlüğe bakıyorum: Inc. yani; A.Åž... Niye aklımıza gelmediÄŸini düşünüp, gülüşüyoruz. YürüyebildiÄŸimiz yere yürümeye, yürüyemediÄŸimiz yere otobüs ile gitmeye karar veriyoruz. Araba kiralamayacağız. Böylece ÅŸehri daha iyi hissedebileceÄŸimizi biliyoruz. Yollarda ağır ağır seyreden arabalara bakıp, "Niçin hızlanmıyorlar, aceleleri yok mu?" diye düşünüyoruz. Karşıdan karşıya geçerken, durup yol vermeleri bizi tedirgin ediyor. Her an hain bir gülümsemeyle arabaları üzerimize sürecekler sanıyoruz. Hele otobüslerin durup beklemesi bizi öyle utandırıyor ki! Resmen mahcup oluyoruz, koskoca otobüsü beklettik. Åžoförler ÅŸaÅŸkın ördek gibi koÅŸuÅŸturuÅŸumuza bakıp, kafa sallıyorlar. Bir turist gibi genel bir geziyle baÅŸlayacağız, düşüncemiz bu. Tampere Turizm Ofisinin düzenlediÄŸi bir ÅŸehir turuna katılıyoruz. Yaklaşık bir saat kırk beÅŸ dakika sürüyor. Açıklamalar Fince ve Ä°ngilizce. Finlandiya' da resmi diller Fince ve Ä°sveççe. Ama nüfusun ancak % 6 sının Ä°sveççe konuÅŸtuÄŸunu öğreniyoruz. Finliler dil olarak Estonyalılar ve Macarlarla birlikte aynı dil grubuna; Fin-Ugor grubuna baÄŸlılar. ÇoÄŸu sarışın, mavi gözlü olan bugünkü Finliler, Ä°skandinav ve Baltık ırkından. ÇoÄŸunun iri yarı ve kilolu olduÄŸunu görüyoruz. Ä°lk durağımız "Pynikki Gözlem Kulesi". YemyeÅŸil ormanlık bir alanın ortasında bulunuyor. Uzakta ikinci bir gözlem kulesi olduÄŸunu fark ediyoruz. Bizim ziyaret ettiÄŸimiz eski olanıymış. Her taraf yeÅŸil ve mavi. Manzaraya doyum olmuyor. Kulenin tepesinde rehberimizle Ä°stanbul ve Antalya üzerine sohbet ediyoruz. Güler yüzlü rehberimiz hala gezip gördüğü tarihi yerlerin etkisi altında. Bir kez daha geleceÄŸim diyor. AÄŸzımız kulaklarımızda...Näsijärvi ve Pyhäjärvi göllerinin arasında Pynynikki bayırı. 1993'den beri koruma altında, Buzul devrinden kalma. Bir çam ormanı ve çeÅŸit çeÅŸit aÄŸaçların olduÄŸu bir arboretum. Zaten Finlandiya'nın % 70'i ormanlık alan. Niçin bazı insanların böyle güzellikleri hak ederken bazılarının kurak, kıraç topraklarda yaÅŸamak zorunda kaldığını düşünüyorum. ÇocukluÄŸumun Türkiye'si ile, çocuÄŸumun Türkiye'sini düşününce, bunda bizim de sorumluluÄŸumuz olduÄŸu aklıma geliyor, korumadığımız, korutmadığımız için.Pispala bayırı ise minik, güzel ve farklı yapıda evleri barındırıyor. Åžehre ilk gelenler tarafından, planlamanın yapılmadığı yıllarda inÅŸa edildiklerinden her biri sahibinin zevkini ve yaÅŸam biçimini yansıtıyor. Ama nasıl da güzeller. Hiçbir sakillik göremiyoruz. Plansızlık harikası Ä°stanbul'u aklımıza getirip tekrar üzülüyoruz. Åžehrin kalan kısmı % 70 apartmanlara yerleÅŸmiÅŸ durumda. Ama her birinin çevresinde yeÅŸil alan ve çocuk parkı, hatta küçük göletler var. ÇoÄŸunluÄŸu 5-6 katı geçmiyor. Otelimizin yakınında bir apartman dikkatimi çekmiÅŸti dün. Tüm pencerelerini kağıtla kaplamışlar. Ne oluyor diye dikkatlice baktığımda boya yapılıyor olduÄŸunu gördüm. EÅŸ zamanlı bir ÅŸekilde apartmanımız boyandığından yöneticiye göstermek için fotoÄŸrafını çektim. Görsün bakalım boya nasıl yapılırmış. Her katın penceresinden çiçekler sarkıyor, balkonlar da çiçekten nasibini almış. Bizde olduÄŸu gibi döküntülerini atmamışlar. Otobüsümüz "Kaleva Kilisesi"ne uÄŸruyor. Rehberimiz heyecanlı. Susmak bilmiyor. Koskocaman ahÅŸap bir bina. Dikine duran bir balık ÅŸeklinde. Raili ve Reima Pietilä adlı iki mimar tarafından tasarlanıp, 1966'da inÅŸa edilmiÅŸ. Rehberimiz kilisenin bir sanat ÅŸaheseri olduÄŸu konusunda çok emin. Biz bıyık altından gülümserken, rehberimizin elinde bir de Türkiye'deki kadar tarihsel malzeme olsaydı, kim bilir ne çok konuÅŸurdu diye düşünüyoruz. 1779 yılında kurulan Tampere, eskiden bir sanayi kentiymiÅŸ. Åžu anda hizmet sektörü ağırlıklı. Eskiden kalan devasa fabrika binalarını otel, konser salonu, müze ve iÅŸ merkezi yaparak deÄŸerlendirmiÅŸler. Åžehirde iki üniversite var. Güzel bir de kütüphanesi var Tampere'nin: Metso. Yine, Kaleva kilisesini yapan mimarlarca çizilmiÅŸ. Yukarıdan bakınca, kalkan taşıyan dev bir kuÅŸu andırıyor. İç dekorasyonu Finlandiya'nın mavi, yeÅŸil, beyaz renklerini taşıyor. AÄŸaçlar ve çalılarla çevrili. Yol boyunca pek çok tiyatro görüyoruz. 15 kadar olduÄŸunu öğreniyorum. Yaklaşık 200.000 nüfuslu bir ÅŸehir için bu rakam oldukça yüksek. KeÅŸke birine gidebilseydik.Tampere'nin 1999 yılı "Avrupa'da Desteklenmesi Gereken Åžehir' ödülünü aldığını öğreniyoruz. Bu ödülü ilk alan ÅŸehir Stockholm. Tampere ise, Finlandiya'da "çevre" bilinci ile yönetilen ilk ÅŸehir. Bu ödülün de yardımıyla gelecekte ÅŸehrin enerji sistemi, altyapısı, atıklarla ilgili sorunları çözülecek, okullarda yüksek düzeyde çevresel eÄŸitim verilecekmiÅŸ. Darısı bizim başımıza diye düşünüyoruz. Turumuz ÅŸehrin geniÅŸ ana meydanında sona eriyor. Tüm otobüs baÄŸlantılarının merkezi olan nokta ÅŸehrin de kalbini oluÅŸturuyor. Meydan eski güzel binalarla dolu. 1824 yılında inÅŸa edilen "Eski Kilise" en yaÅŸlı bina. Rehberimiz günümüzde Finlilerin çoÄŸunun dindar olmadığını söylüyor. "Old City Hall" ise ÅŸimdilerde davetlerin verildiÄŸi diÄŸer bir önemli bina. 1890 yılında yapımı sona ermiÅŸ. AlışveriÅŸ için biraz vaktimiz kalmış, ama biz hiçbir ÅŸeyi koÅŸuÅŸturmadan yapan sakin turistleriz. Onun için taksimize binip otelimize dönüyoruz. AkÅŸam yemeÄŸi için hazırlanmadan önce, sırada ailece yapacağımız bir sauna keyfi ve ardından jakuzi var. Küçükken babaannem ile gittiÄŸim Türk Hamamlarını hatırlayarak saunaya giriyorum. Yemekten önce hepimiz küçük bir ÅŸekerleme yapıyoruz. AkÅŸam yemeÄŸi otelde.Her zaman yaptığımız gibi farklı yemekler ısmarlıyoruz. Birbirimizin yemeÄŸinden tadacağız ve hepimiz bir baÅŸkasının önündeki yemeÄŸi daha çok beÄŸenecek, her zaman olduÄŸu gibi... Yemeklerin çoÄŸu içine taze meyveler konarak hazırlanmış, çeÅŸit çeÅŸit deniz ürünleri bolca kullanılmış, çok hafif ve midevi. Yemekten hem gözümüz, hem karnımız doymuÅŸ olarak kalkıyoruz. Ãœstelik hiçbir sıkıntı da duymadan. YaÅŸasın, kaz tüyü yorganların içine gömülüp uyuyabileceÄŸiz.ÜÇÜNCÃœ GÃœNSabah erkenden kalkıp kahvaltı hazırlıyorum. Kahve kokusu bizimkileri uyandırıyor, hepimiz eÅŸofmanlarımızı giydik. Bu kez otelin arka tarafından Näsijärvi gölünün öbür tarafına dolanacağız, hem de müthiÅŸ bir korunun içinden geçerek. Yürüyüş yolunu takip ediyoruz. Yer yer bizim gibi yürüyüşe çıkmış, Finlilere rastlıyoruz. Hepsinin elinde torbalar. Dikkat edince böğürtlen çeÅŸitlerinden ve mantarlardan topladıklarını görüyorum. Göz göze gelince gülümseyerek hafifçe selam veriyorlar. Her taraf yemyeÅŸil, aÄŸaçların dipleri çeÅŸit çeÅŸit renk renk mantarlarla dolu. Bazen çok sık aÄŸaçların olduÄŸu yerlerden geçiyoruz. Bir ara kayboluyoruz. Ortalıkta hiç kimse yok. Sonra göl kenarına geliyoruz. Minik bir kayıkhane. Tekrar yürüyüş yolunu bulduk. Kozalak, taÅŸ, çer çöp ne bulduysam topluyorum. OÄŸlum da benimle beraber. Bunu kendine görev edinmiÅŸ bulunuyor. Ceplerimiz tıka basa doldu. Yaklaşık üç saattir yürüdükten sonra yavaÅŸ yavaÅŸ geri dönüyoruz. Uzun zamandır bu denli oksijen almadığımızın farkına varıyoruz. Öğleden sonra havuz faslı...İç içe üç havuzdan oluÅŸmuÅŸ, kocaman bir alandayız. Masaj yapan jakuziler, ÅŸifalı suların aktığı küçük bölümler var. Her birine teker teker giriyoruz. Havuza gelenlerin çoÄŸunluÄŸunu yaÅŸlı insanlar oluÅŸturuyor. Havuz içinde öğretmen eÅŸliÄŸinde jimnastik yapıyorlar. Ağır çekim bir film seyrediyor gibiyiz. AkÅŸama doÄŸru oÄŸlanı zorla havuzdan çıkmaya ikna edip, dairemize geri dönüyoruz.DÖRDÃœNCÃœ GÃœNBugün alışveriÅŸ günümüz. GezebildiÄŸimiz kadar çok dükkan gezecek, alınması gereken hediyeleri alacak, alışveriÅŸ için baÅŸka gün harcamayacağız. Büyük alışveriÅŸ merkezleri var. Çok katlı bu binalardan Stockmann, Sokos, Koskikeskus AlışveriÅŸ Merkezi ve Anttila'yı geziyoruz. "Laplant Bölgesi"nden gelme çok güzel desenli kazaklar ve ren geyiÄŸi kürkleri görüyorum. Ama nerede giyeceÄŸim? Zaten fiyatları da çok fazla. Maskotu minik maymunlar olan çantacı Kipling'te, bir çanta görüyorum. Eski sünnetçi çantalarının minyatür bir örneÄŸi. Hayatımın çantası... Hemen satın alıyorum. Ä°stanbul'da indirimden aldığımız "Samsonite" bavulların burada dörtte bir fiyata olduÄŸunu görüp aÄŸlamaklı oluyoruz. Biraz ileride Stockmann' da, Hüsam kravatlara dalmışken, ben her zamanki gibi kitaplar, CD' ler, ülke bebeÄŸi ve yüksük koleksiyonum üzerinde yoÄŸunlaşıyorum. Hemen hemen herkese de birkaç ufak hatıra eÅŸya almaya çalışıyoruz. Hemen hemen her maÄŸazanın ev eÅŸyaları bölümünde ne çok sauna malzemesi var. Geleneksel Fin kültüründe çok önemli bir yeri olan sauna, hemen hemen her ev ve apartman dairesinde varlığını sürdürüyor. Dönüşte "Haliç Restaurant" diye bir tabela dikkatimi çekiyor. Bir kebabçı. Hemen içeri dalıp "merhaba" diyoruz. Esmer bir genç çekingen, hatta korkmuÅŸ bir tavırla selam veriyor. Tutuk, sık sık gözlerini kaçırıyor. Lafı fazla uzatmadan çıkıyoruz. "Kaçak mıdır nedir?" diyorum otobüs beklerken. Bizimkiler yorgunluktan durakta uyukluyorlar. BEŞİNCÄ° GÃœNOtobüse binip gidebildiÄŸimiz yere kadar gitmeye karar veriyoruz. Amacımız fakir ve orta halli mahalleleri de görmek. Enis Batur'un, bir yazısında, "Bir kenti anlamak için onun iki ucuna da uzanmak ÅŸarttır." dediÄŸini hatırlıyorum. Elimizde harita, otobüste gideceÄŸimiz yeri soruyoruz. "Bilmiyoruz" deyip, önlerine dönüyorlar. Bizim turistleri kolundan sürükleyerek gideceÄŸi yere kadar götüren gayretli yurttaÅŸlarımız aklıma geliyor. Hayır kaba deÄŸiller, sadece sorduÄŸumuz yeri bilmiyorlar, iÅŸte o kadar. Zaten ÅŸimdiye kadar sokaklarda tek bir sarhoÅŸ genç kadından baÅŸka da heyecanlanmış, taÅŸkın hareketler yapan insan görmedik. Gençler ellerinde Nokia telefonları, sakin sakin okullarından evlerine gidiyorlar. EÅŸim "SoÄŸuktan kanları donmuÅŸ" diyor. Aman ısınıp da birbirini vurmalarından iyidir diye yanıtlıyorum. Daha sonra Helsinki üzerinden dönüşte uçakta Avrupa'nın cinayet oranı en yüksek kentinin Helsinki olduÄŸunu okuyup ÅŸaşıracağız. Muhtemelen kozmopolit yapısından kaynaklanıyor, ya da görünüşe aldanmamak gerekiyor. Gördüğümüz ortahallilerin apartmanları, biraz daha kooperatif evi görünümünde ve daha eskice. Ama etrafında yeÅŸillikler, çocuk parkları ve balkonlarından sarkan çiçeklerle diÄŸerlerinden pek farklı deÄŸil. Sokaklarda uzun uzun yürüyoruz. Bugün fabrikadan müzeye çevrilmiÅŸ "Vapriikki"ye tur vardı oysa. Vapriikki, her yıl düzenlediÄŸi ulusal sergisi ve arkeolojiden modern sanata, el iÅŸlerinden teknoloji ve doÄŸaya uzanan çeÅŸitli sergileriyle ünlü. Nedense hiçbirimizin içinden gitmek gelmedi. Biz aklımıza eseni yapmaktan hoÅŸlanıyoruz galiba. Bazen çok ÅŸey kaçırtan, bazen de iç huzuru veren bir ÅŸey bu. ALTINCI GÃœNBugün oÄŸlumun günü. En sonunda onu söz verdiÄŸimiz gibi Särkänniemi EÄŸlence Merkezine götürüyoruz. Önce 'Akvaryum'u geziyoruz. Finlandiya'nın en büyük akvaryumu. Kayalarla aynı ÅŸekli almış çok ilginç bir balık özellikle ilgimi çekiyor. Sonra 'Dolfinaryum'da yunusların gösterilerini izliyoruz. Özellikle yeni doÄŸan iki yavru yunus çocukların sevgilisi. 'Planetoryum' oÄŸlumun özellikle ilgisini çekiyor. Yıldız kümeleri ve gezegenlerin gökyüzünde görünümlerini seyrediyoruz. Sara Hildén Sanat Müzesini ise kapalı olduÄŸu için göremiyoruz. Daha sonra hep beraber Näsinneula Gözlem kulesine tırmanıyoruz. Tüm Tampere ayaklar altında. 168 metre olan kule, Finlandiya'nın en yüksek binası. Buradan bakınca Finlandiya'nın göller bölgesinde olduÄŸumuz gayet açık. Tüm ülkede 187.888 adet göl olduÄŸunu öğrendiÄŸimizde hemen inanıyoruz. EÄŸer hava biraz daha güzel olsaydı, gölde tekne turuna da katılacaktık. Turumuzu hayvanat bahçesini gezerek tamamlıyoruz. Burak, bir midilliye biniyor. Sonra da babasıyla birlikte dev bir hava yatağının üzerinde zıplıyorlar. "Çocuk gönlüm kaygılardan azade..."DÖNÜŞTampere'den Helsinki'ye trenle gidip, oradan Ä°stanbul'a uçacağız. Ä°ki saatlik tren yolculuÄŸumuz güzel manzaralarla ÅŸenlenmemize yol açıyor. Uçağımızın kalkma saatine kadar Helsinki'de geziyoruz. KeÅŸke burada da kalabilseydik. Daha gezilecek ne çok yer varmış. Yine de zor zamanlarda gözümüzü kapayıp düşünebilecek hoÅŸ anlar yaÅŸadık.Türkiye'ye dönerken yine "avuçlarımın içinde seyahat" edeceÄŸim uzun süre diye düşünüyorum. Ama, Tampere'nin yeÅŸili, mavisi ve beyazı uzun süre aklımdan silinmeyecek eminim. Bir de huzur dolu sessizlik ve kahve kokusu...Nilgün GÃœNAYDIN - 29 Mayıs 2000, Pazartesi Â
False