Afrika’nın kalbine trenle yolculuk
Güney Afrika Cumhuriyeti’nden Namibya’ya uzanan özel tren yolculuğu, kıtanın el değmemiş doğal güzelliklerini yakından tanıma olanağı veriyor. Devasa çöller, birçok nadir hayvan türüne ev sahipliği yapan ulusal parklar, ziyaretçileri Afrika’nın büyüleyici yüzüyle tanıştırıyor. Yolculuğa, bölgenin ünlü şarapları da eşlik ediyor.
Dünyanın en eski topraklarının, jeolojinin şiirleştiği bir coğrafyaya, Namibya’ya Afrika’nın Gururu (Pride of Africa) adlı trenle iki hafta önce bir gezi yaptık. Gezimiz Güney Afrika’nın yürütme başkenti, cakaranda ağaçları ile ünlü Pretoria’dan başladı. Dünyanın en lüks özel tren filosuna sahip Rovos Rail’in 25 dönümlük özel garına gittik. Orada müzik eşliğindeki öğle yemeğinden sonra Rovos Rail’in sahibi Mr. Rohan Vos (şirket adını sahibinin adının ilk harfiyle soyadından alıyor) bize istasyonunu gezdirdi. Dünyanın hâlâ işleyen en eski buharlı lokomotifi Rovos Rail’de. Şirketin 19 lokomotifi, 100 dolayında yolcu vagonu var. Eski vagonları ve lokomotifleri kendi istasyonunda restore ettiriyor. Ardından düdükler çaldı ve tren artık Türk bayrağının da yer aldığı istasyondan yola çıktı. Dünyanın en lüks treni sayılabilecek aracımız 20 vagondan oluşuyor, 11 metrekarelik klimalı, mini-barlı, özel duş-tuvaleti, dolapları, sandalyeleri olan kompartımanlarda kalıyoruz. 1930’lu yıllardan kalma ‘klasik’ ve ‘Edward’ biçimli iki yemek vagonunun, biri ‘Victoria’ dönemi atmosferine sahip, diğeri yarısı açık olan (gözlem vagonu) iki oturma vagonuna sahip. Trende yemekte ve kompartımandaki mini barlarda sunulan tüm içecekler ücretsiz. Gezginler güzelim Güney Afrika şaraplarını seçmede zorlanıyorlar. Trendeki bir önemli zorunluluk (1920’li yılların atmosferindeki gibi) akşam yemeğine kadınların gece elbisesi, erkeklerin ise takım elbise ve kravatla gelmeleri. Trende televizyon yok, ayrıca laptop’lar ve cep telefonları ancak özel kompartımanlarda kullanılabiliyor. Yolculuğumuz 2.600 km sürecek. Bu yolculuk gerçekte 3.400 km’likken bir süredir trenyolu tamiratı nedeniyle başkent Windhoek’tan (Vindık) Tsumeb’e gidilemiyor. Aynı trenle geçen yıl yaptığımız 5.750 km’lik Darüs Selam-Cape Town gezisinin neredeyse yarısı.
DÜNYANIN EN ZENGİN ELMAS YATAKLARI
Gezimizin ertesi günü ünlü elmas kenti Kimberley’e varmadan önce sağ tarafta akıl almaz bir flamingo sürüsü görüyoruz. Mevsiminde sayıları 23 bine ulaşıyormuş. Ardından 1914 yılında kapanıncaya kadar yaklaşık 2.720 kg elmas çıkan dünyadaki insan eliyle kazılmış 215 metre derinliğindeki en büyük çukuru görüyor ve Elmas Müzesi’ni geziyoruz. ‘Kanlı Elmas’ filmini, De Beers adlı ünlü elmas şirketinin kurucusunu, Afrika’da İngiliz emperyalizminin çıkarları için Afrika’yı karıştıran, paylaştırmaya çalışan (Scramble for Africa) ve bu amaçla Cape-Town-Kahire demiryolu projesini ortaya atan Cecil J. Rhodes’u -ki Zimbabve’nin eski adı Rodezya onun isminden kaynaklanır- yeniden anımsıyoruz. Namibya dünyanın en zengin uranyum, elmas ve değerli maden yataklarının bulunduğu, Atlas Okyanusu kıyısındaki bir Afrika ülkesi. 824 bin kilometrekarelik yüzölçümü ile Türkiye’den büyük. Ama nüfusu 2 milyon 100 bin. Kilometrekareye 2.2 kişi düşüyor. Toprağının altı maden dolu, üstü de gerçek bir ‘vahşi yaşam’ cenneti. Namibya 120 ağaç, 200 endemik bitki, 100 liken türüne sahip. Ülkede 14’ü endemik 240 memeli hayvan, 676 kuş, 250 sürüngen, 50 kurbağa türü bulunuyor. Ülkenin büyük bölümü dünyanın en eski çölü ve savanalar ile kaplı.
Namibya’daki ilk durağımız Grand Canyon’dan sonra dünyanın ikinci büyük kanyonu diye adlandırılan ‘Fish River Kanyonu.’ 160 km uzunluğu, 550 m derinliği ve 27 km genişliği ile gerçekten nefes kesici. Dünyanın az sayıda gezgininin ziyaret edebildiği bu kanyonu fotoğraf karelerine sığdırmak için uğraşırken hemen kokteyl masaları kuruluyor, şampanyalar patlatılıyor. Tren kıvrıla kıvrıla çöl içinde yol alırken yemekler şarap eşliğinde 2-3 saatlik sohbetlere dönüşüyor.
NAMİB ÇÖLÜ’NDE SAFARİ YAPTIK
Tren Namibya’nın başkenti Windhoek duruyor. Hedefimiz dünyanın en eski çölü kabul edilen Namib Çölü’nün bir parçası olan Sossusvlei ve Sesriem Kanyonu. Sossusvlei, yerli dilinde “sonu olmayan bataklık” anlamına geliyormuş. Ufak uçaklara dağılıyoruz. Bir saatlik uçuştan sonra bölgenin en lüks oteli olan Sossusvlei Lodge’a yerleşiyoruz. Hava 28-30 derece, oldukça sıcak. Biraz dinlenip safari araçları ile çöle dağılıyor, çöl bitkileri, çöl gelenekleri hakkında bilgilendiriliyoruz. Akşam yemeğimiz ‘çölde açık büfe’. Biraz açlığımızı giderdikten sonra kafamızı kaldırıp göğe bakıyoruz. Bir yıldızlar cümbüşü. Ertesi gün çok erken bir saatte, daha önce gezdirdiğim Şili’nin Atacama Çölü gibi dünyanın en eski çöllerinden birini içeren Namib-Naukluft Ulusal Parkı’nın güney bölümünü adım adım gezmeye çıkıyoruz. Önce Namibya’da fotoğrafı en çok çekilen yer olan kızıl renkli Kumul 45’i görüyoruz. Ardından yola devam ediyor ve park yerinde araçlarımızdan iniyoruz. Yerlilerin Büyük Baba ve Büyük Anne diye adlandırdıkları kumullar arasındayız. Yüksekliği 325 metreye kadar çıkan 5 milyon yıllık Büyük Baba kumulunun tepesine tırmanıyor, oradan Tuz Gölü’nün kurumuş bölümlerini anımsatan Deadvlei’ye ve artık taşlaşmış kumullara bakıyoruz.
Zılgıt çeken Namibyalı kadın
Deadvlei’deki 500 yıllık akasya türleri şaşırtıcı. Nefes nefese kumulun tepesine çıktığınızda içindeki demir madeninden dolayı kızıl görünen çöl sizi bambaşka bir âleme taşıyor. Sanki dünyada değilsiniz. Ayak izleriniz kalıyor kumulda. Biraz sonra rüzgârın savurduğu ince kumlar hemen onu kapatıyor. İşte orada başka iz bırakanlardan sürüngen türü ‘gekko’yu (gecko) ve çöl böceğe tok toki’leri de görüyoruz. Tok toki kumul üzerinde serenat yapıyor. Kumullardan inip çölde kahvaltıya oturuyoruz. Uçaklarla yeniden Windhoek’a dönerken havadan çölün güzelliği bir başka görünüyor. Ertesi gün yine uçaklarla Afrika’nın en güzel hayvan parklarından biri olan Etosha Ulusal Parkı’na gidiyor, Kempinski Lodge’a yerleşiyoruz. Öğleden sonraki safaride önce yalnızca bu parka özgü siyah yüzlü impalayı, sonra da yine bu parkta görülebilen siyah gergedanları izliyoruz. Etrafımızda değişik geyik türleri, ceylanlar, gazeller, impalalar, kudular, zebralar, filler, avından karnı şişmiş aslanlar... Akşam Namibyalı bir grup yerli kadın bize oyunlar sunuyor, zılgıt çekiyor. Zılgıtın yalnızca Ortadoğu’ya ait olmadığına bir kez daha şahit oluyoruz. Ertesi sabah yeniden safari, yeniden Etosha Parkı hayvanları... Sonra uçaklarla Windohoek’e geri dönüyoruz. Tren Swakopmund’a hareket ediyor. Öğle yemeği sırasında tren bir özel parktan geçerken, yemek masalarında oturanlar birden pencereden bakan bir siyah gergedan görüyorlar. Bu kadarı da olmaz.
DÜNYANIN EN SEYREK NÜFUSLU ÜLKELERİNDEN
40 bin nüfuslu Swakopmund, Güneybatı Afrika sahillerindeki tek derin liman Walvis Bay’in İngilizlerin elinde olması nedeniyle 1892’de Almanlar tarafından kurulmuş. Yaklaşık yüz yıllık Alman binaları hâlâ kendini koruyor. Orada müzeleri geziyoruz. Deniz müzesindeki balıklar son derece ilginç. Özel bir müzedeki sunumlar da. Ardından Walvis Bay’den Johannesburg’a uçmadan önce Walvis Bay’ın kuşlarını, özellikle flamingoları yakından izliyoruz. Namibya, Moğolistan’dan sonra nüfus yoğunluğu en seyrek ülke, akıl almaz çölleri ile artık yer yer İstiklal Caddesi kalabalıklığına ulaşan bazı safari alanları dışında hâlâ gerçek bir vahşi yaşam beldesi.
1990’da bağımsızlığını kazandı
Namibya 1884 yılından sonra Alman, 1915’ten sonra beyazların yönetimindeki Güney Afrika’nın sömürgesi. Değişik soykırımlardan, ırk ayrımcılığından sonra, Marksist eğilimli Güney Batı Afrika Halkı Örgütü SWAPO’nun 30 yıllık mücadelesi sonunda 1990’da tam bağımsızlığını kazandı. Resmi dili İngilizce. Afrikaner dili ve Almanca dışında 11 etnik dil konuşuluyor. Laik bir anayasa ve din özgürlüğüne sahip. Halkın yaklaşık yüzde sekseni Hıristiyan, diğerleri eski animist inançlarını sürdürüyor. Ülkenin yaklaşık yüzde 90’ı siyah, yüzde 6’sı beyaz. Bantu dili konuşan Ovambolar, Hererolar, Namalar ve Himbalar yerli topluluklar arasında. Kişi başına düşen gelir 7.800 USD. Ancak zengin-fakir arasındaki ayrım çok büyük. Bir diğer olumsuzluk AIDS’li oranının yüksekliği. Ülkenin en olumlu yanı ciddi bir yatırım yaptıkları turizm alanında ‘çevre korumalı’ projelere ağırlık vermeleri. Ve bunu ulusal parkların içinde ve kenarında yaşayan yerlilerle katılımcı biçiminde gerçekleştirmeleri. (Community Tourism).
Etosha Ulusal Parkı
22 bin kilometrekare büyüklüğünde. 5 bin kilometrekaresi beyaz, tuzlu alan. Bu nedenle adı Etosha (yerli dilinde büyük beyaz alan anlamına geliyor). İçinde otuz doğal su kaynağı ve besleme su havuzu var. 114 memeli türü, 340 kuş türü içeriyor. 8 ayrı tür baykuşu var. Ama siyah yüzlü impalası ve tehlike altındaki siyah gergedanları biricik. Fil, aslan, çıta, devekuşu, çakal, babun maymunu, zebra, vartog, kudu, oriks, flamingo, pelikan, değişik ceylan türleri ile ünlü. Tartışmasız Afrika’nın en güzel, en doğal, en iyi yönetilen ulusal parklarından biri.