Adriyatik rüyasında kaybolmak: Budva ve Kotor
Son zamanlarda parlayan bir yıldız Karadağ Cumhuriyeti. 'Avrupa Birliği ülkesi' olmaya az kalmış gibi bilinen ve kendi deneyimlerime göre henüz hazır olmayan çok küçük bir ülke burası. En çok Rusya’dan turist alan bu ülkeye şimdi yatırım yağıyor. Yatırım gelen ülkelerden birisi de Türkiye! Yerli halkın nüfusu çok az, belki de turist yerli halktan fazla. Bakalım yakın gelecek neler gösterecek ama biz şimdilik ekonomi ve politikayı bir kenara bırakıp Adriyatik körfezinin eşsiz doğasını yaşamaya çalışalım.
Yugoslavya’nın parçalanmasıyla dağılan ve yeniden yapılanan ülkenin eski yerleşkelerini titizlikle koruması yenileri ise eski mimariye uyumlu kurması aslında takdir edici. Tam da turizm bunu istiyor. Bölge yoğun turizm etkisinde ve özellikle yaz sezonunun popüler coğrafyalarından. O yüzden anlatmak için bir kesit almakta fayda var. Benim seçimim şu oldu; Adına Kotor Bay dedikleri bir körfez turu var. Tam adıyla ‘Boka Kotor Bay’ Budva marinadan kalkıp aldığı yere bırakan, körfezde beş durakta duran, yolculara denize girme mağaraların içini görme imkânı veren, aynı zamanda İngilizce, Rusça, Almanca ve kendi dillerinde tur rehberliği yapan tekneler sezon boyunca iyi iş yapıyor görünüyor.
Tam olarak nereleri ziyaret ediyor? Mavi Mağara (Blue Cave), Santa Maria Adası, Herceg-Nowy kasabası ve Kotor kasabası Gerçekten doğa tek kelimeyle muhteşem. Körfez temiz, kokmuyor. Pırıl pırıl içine doğru çekiyor. Sakinlik ve saygı var, fiyatlar şimdilik uçuk değil kolay alınabilir. Ancak maalesef biz alım gücü olarak yine de onlardan aşağı durumdayız. Her defasında istemeyerek TL ye çevirmek motivasyon düşürüyor. Hele bir de hizmeti aldığın yerin kalitesine ve insanlara bakıyorsun, olmuyor diyorsun içinden ve geçip gidiyorsun çaresizce.
Neyse, enerjimizi düşürmeden devam edelim ve başlayalım tura! Hatırladığım kadarıyla 15 Euro (93 TL.) ödeyerek aldığım Kotor Bay turu için kaldığım otele yakın bir duraktan servis aracına bindim.Bizim otel civarından aldığı grup ile araç Budva Marinaya getirdi. Küçük bir şehir olan Karadağ’ın en fazla turist çeken şehirlerinden Budva’dayız. İlk bakışta surlar dikkatimizi çekiyor. Deniz kenarında konumlanmış, içi daracık ve dolambaç gibi sokakların olduğu tarihi kalesiyle Budva eski şehir karşıda. Bizim tekne demir atmış. Yolcu almayı bekliyor. Çoğunluğu Rusça konuşan turist olan yolcular ile beraber bekleşiyoruz. İlkönce tur ödemesini alıyorlar usulca. Bizimkiler gibi aceleleri yok. Zaten deniz yolu. Bir kalktı mı kaptana bağlıyız. İstediği gibi tekneyi sürecek ama hızlı ama yavaş!
O gün en sonuncu turlarını yaptıkları için tekne ağzına kadar yolcuyla doluydu. O bakımdan kendimi şansız hissettim. Çünkü bu kadar kalabalığı rahatça gezdirecek ve hizmet edecek bir imkân görememiştim. Her şey gayet basit standartlarda. Minimum koşullar hâkim. Tuvalet tek, sıra oluyor. Ayrıca hijyen değil. Oturma alanları rahatsız ama öte yandan tekne dışı olağanüstü.
Neyse, tekne dışına odaklanmak lazımdı zaten budva kalesi ve eski şehirden uzaklaşırken artık herkes yerleşmişti. Güneşin cömert olduğu bir gün. Teknenin üst katı güneş korumasız ama daha turistler için daha çekici, alt kat ise korumalı ve daha çok oturma alanına sahip. Gençler ve çiftler teknenin üst katını tercih etmişler ve güneşi de çok seviyor görünüyor. Keyifler yerinde. Bol bol bira ve espresso tüketiliyor bir yandan. Bir müddet gittikten sonra ‘blue cave’ denilen mağara yakınında demir atıldı. İsteyenler ekstra ücret karşılığı buraya girdiler. Doğrusu ben tercih etmedim, Türkiye’de daha güzelleri olduğunu biliyorum ama çoğu bu deneyimi yaşamak istediler. Bunun yerine ne yapılabilir tabii ki havuz görüntüsünde ve temizliğindeki koylarda denize girilip balıklarla yüzülebilir pekâlâ! Körfez balık kaynıyor ve kıyıya yakın yüzüyorlar, ama mercanlarda daha fazla ve renkli olsun doğrusu öyle olmasını tercih ederdim. Yüzme için verilen molalar haricinde teknede öğlen yemeği kokuları sabahtan gelmeye başlamıştı. Balık ekmek tipik tekne yemeğidir, bilindiği üzere. Ben bizimkiler lezzetinde veya ağız tadıma uygun olmayacağını tahmin ederek yanımda bir şeyler getirmiştim ki iyi de yapmışım.
Uzun ve kalabalık bir kuyruk neticesinde alınan balık ekmeklere baktığımda kararımın isabetli olduğunu anladım. Servis öyle yavaş ve bence hiç de nazik değildi. Turizm başka bir şey. Şimdilik var ama gelecek memnuniyete bağlı. Hızlı ve güler yüzlü olmak lazım. Sorulara büyük sabırla cevap vermeli, yolcu kendini değersiz hissetmemeli. Bence bu taraflar zayıftı. Zaten herkes güneşi ve doğanın güzelliklerini kaçırmadan başka şeylerle ilgilenmiyor ama bazı orta yaşlılar ilerleyen zamanlarda hımıl hımıl ettiler. Artık Kotor körfezinden akarak, Kotor şehrine yaklaşıyoruz. Saat 16.00 civarı. Körfez üzerinde adacıklar üzerinde duran kilise ve kaleler gerçekten enteresandı. Nihayet tekne Kotor kentine ulaştı. Bir yandan da hava bozdu, biraz rüzgâr ve yağmur keyfi kaçırsa da teknenin Kotora yakkaşma sahnesini hiçbir şey bozamazdı.
İşte Kotor! Budva, Tivat ve Kotor, daha sonra da Dubrovnik. Bunlar Karadağ ve yakınlarının en yoğun turist çeken merkezleri. Yığınla turizm acentesi bu şehirlerarası transfer hizmeti veriyor. Karayolu veya körfezden deniz yolu ile varış mümkün. Kotor, orijinal ismiyle “Boka Kotor Bay” turun son noktasıydı. Buradan karayolu ile Budva ’ya dönülecekti. Esasında varış noktası ve en fazla vakit ayrılması gereken bir coğrafya olduğu kanaatine varmıştım. Hâlbuki sadece 2 saat kalış süresi vermişlerdi. Tabii ki yetmedi. Misafirler, öncelikle Kotor Kaleiçi’ne doğru akmaya başladı. Tarihi Kotor kalesinin içine girildiğinde sizi önce geniş taş zeminli bir avlu karşılıyor. Etraf restoran, banka, mağaza ve kafeterya dolu. Bir anda kendinizi labirente girmiş bir hisse kapılıp nereye gitsem diye bocalamadan sonra insanlar nereye giderse peşine düşersiniz veya benim yaptığım gibi gidilmeyen tarafa da yönelebilirsiniz. Asıl gidilmeyen tarafta ne var merak ederim hep! Ya hareketsizdir ya da çıkmaz sokaktır. Bakalım ne çıkacaktı.
Bir de baktım ki karşıma çok dar bir başka sokak çıktı. O dar sokağında aştım bu kez hakikaten bomboş bir avluya geldim. Karşıda sadece kimsenin oturmadığı bir bank ve yaprakları kurumuş bir ağaç var. Hayret, demek buraya pek ilgi yok dedim ve kendimi fazla zorlamadım. Dönerken meraktan yan gözle aralık kapılardan da içeri bakmaya çalışıyorum bu sessizliğin nedenini merak ederken. İnsanların bekleştiği yere gelmem saniye sürdü. Sadece seslere kulak vermek yetiyor. Yüksek ses ile konuşulmamasına rağmen bu tip yüksek duvarlı yerler eko yapıyor. Açıkçası gülmek güzel şey ancak ekolu olunca ağız doluşu gülüş duyanlara iyi gelmiyor bazen.
Tarihi duvarlara bakarak yürüyorum Kaleiçi’nde. En büyük zevklerimden biridir bu daracık yollarda kaybolmak. Mümkünse en karışık şekilde kaybolmaya çalışın ama ne enteresandır sonunda yine bilinen bir noktaya varırsınız. Ben ise en zoru peşindeyim. Bu deneyimi yaşarken yanından geçtiğim ilginç dükkânlar oluyor. Şunu kabul etmeli. Birçok hediyelin eşya Türkiye’den geliyor ve esnaflar Türk. İçeride ev veya otel olarak kullanılan konutların tahta panjurları genelde yeşil ve kahverengi. Balkonlarda mutlaka çiçek veya bitki var. Sokak aydınlatmaları genel mimariye uyumlu ve yerinde. Klima kasalarının görüntüsü çirkinlik yaratmış. Bir de TV antenlerini ve taş binalardan sarkan plastik kabloları görmek istemezdik.
Burada turistik bir merkezde olsa tipik bir olay, evden eve çamaşır ipleri üzerinde kuruyan çamaşır nostaljisi yaşadık. Şahsen beni çok rahatsız etmedi. Renkler burada önemli. Doğa renkleri dışında asmış olsalardı böyle düşünmeyebilirdim. Şaka bir yana, bu aşırı renklilik ve uyumsuzluk görselliği aniden katlediyor. Bu çamaşır ipleri konusu Karadağ’da kültürün bir parçası. Kimse yadırgamıyor. Her yerin taş olması ve bunun kahverengi ve yeşil ile kombinlenmesi şehri daha bakılası ve fotoğraf alası hale getirmiş. Bu kombini özellikle eski şehir ve tarihi bölgelerde seyretmeyi seviyorum.
Kotor Kaleiçi gezisi olmazsa olmaz bir kahve serüveni ile sona ermeliydi zira otobüs saati yaklaşıyordu. Bu bölgeyi terk edip otele gitmek üzere araca bindiğimde aklımda kalan hizmet hariç her şeyin güzel olmasıydı. İşte doğa, işte güzellik işte imkânlar ama insanlarla hayat güzelleşiyor. İletişim yapmadan olmuyor. Soru soracaksın, sipariş vereceksin, bilet alacaksın. Yani konuşacaksın. Yardımcı olacaksın. Turist sabırla ve güler yüzle cevap bekliyor. Yoksa olmuyor!