Sarhoş korsanın dünyaca ünlü romanı

Robinson Crusoe aslında Alexander Selkirk. Olay gerçek. Aradan üç yüz yıl geçiyor. İki arkeolog Robinson Crusoe’nin adasını keşfediyor. Selkirk’e ait eşyalar buluyorlar. Adaya atıldığında yanına neler aldıysa, onların bir bölümünü.

Vahşi bir hayvan gibi çevresine saldırgan gözlerle bakıyor. Keçi postu içinde. Çıplak ayaklı. Vücudu baştan aşağı kıllarla kaplı. Önce hayvansı sesler çıkarsa da, bir süre sonra yarım yamalak sözcükler. Derken alışıyor ve konuşmaya başlıyor.
İngiliz gemisi Duke’un güvertesine çıktığında, başta kaptan, tüm denizciler büyük şaşkınlık içinde. Bu ne biçim insan?
Güney Pasifik’te Şili kıyılarına 650 kilometre uzaklıkta cennet bir ada. Tepede birkaç yüzyıldır sessizliğe gömülmüş bir krater. Adada in cin top oynuyor. Sadece kıyıda balık sürüleri. Bitki örtüsü yaban çilekleri, lahana ve sık tropikal ağaçlardan ibaret.
Hemen her gün üç yüz metre yükseklikteki kratere çıkıyor, saatlerce denizi gözlüyor. Belki bir gemi geçer ve adadan kurtulur umuduyla.
Duke’un bayrağı İngiliz. Tamam, bu onun beklediği türde bir gemi. Zaman yitirmeden ateş yakıyor. Ateşi gören kaptan beş-on gemiciyi salla adaya gönderiyor.
Dört yıldır adada tek başına. Yaban keçileri, yaban kedileri ve fareler dışında, hiçbir canlının bulunmadığı bu adadan kurtulduğu için, Alexander Selkirk elbette çok mutlu. Tarih 2 Şubat 1709.
Selkirk bir ayakkabı tamircisinin yedinci çocuğu. Sorunlarla boğuşan ailesinden kurtulmak amacıyla, 17 yaşında kendini denize vuruyor. Önceleri miçoluk yaptığı gemiler Akdeniz ve Karaipler’de korsanlık yapıyor. Yolcu gemilerini soyuyor. Çalışkanlığı sayesinde korsanlığa terfi ediyor.

BALTA, TÜTÜN VE İNCİL

Çalışkan ama, bol içki içen, kavgacı bir ruh. Gemide her gün kavga çıkartıyor. Ona artık kimse dayanamıyor. Kaptanın da sabrı tükeniyor ve Selkirk’i bu adaya atıyor. Yanına bir uyku tulumu, bıçak, tüfek, balta, pusula, tencere, biraz tütün ve İncil vererek.
Adada ilk aylarda hayat çok zor. Kıyıda bol balık, adada bol içecek su, doğa açısından hiçbir tehlike olmasa bile, tek başına. Yanında İncil, gemide ya da kentte olmadığı kadar, iyi bir Hıristiyan oluyor. Keçiler gibi hızlı koşmayı, anadan doğma avcı gibi avlanmayı öğreniyor. Hayat ister istemez öğretiyor.
Dört yıl boyunca kimseyle tek kelime konuşma yok. Tek haberleşme, birine rastlama, ta ki, Duke gemisi onu görüp, güverteye getirinceye kadar.
Yeni gemide her şey kısa sürede normale dönüyor. Alışmış kudurmuştan beter, yeniden korsanlık. İki yıl boyunca. 1711’de İngiltere’ye dönüyor.
Sık sık bara gidiyor. Barda bir kadeh viski atıyor, gök kubbede yakası açılmamış bir öykü anlatıyor. Viskiyi çektikçe, inanılmaz öyküler herkesi yerinden hoplatıyor. Adada tuttuğu günlükten notlar aktarıyor.
Selkirk anlattıkça not alan, aynı masada oturan, çok soru soran biri var. O sırada kimsenin tanımadığı, sonradan dünyanın en ünlü kitaplarından birinin yazarı olacak olan Daniel Defoe. Robinson Crusoe kitabının yazarı.
Robinson Crusoe aslında Alexander Selkirk. Olay gerçek, sadece yanında arkadaşı Cuma hariç. Cuma, Defoe’nun romana kattığı bir hayal ürünü.
Aradan üç yüz yıl geçiyor. Bugünlere geliyoruz. İki arkeolog, İskoçya asıllı David Caldwell ile Japon asıllı Daisuke Takahaşi incelemeleri sonucunda, Alexander Selkirk ya da Robinson Crusoe’nin adasını keşfediyor.
Adaya gidiyor ve bir ay kalıyorlar. Ada üç yüz yıl önceki gibi ıssız değil. Balıkçı aileleri yaşıyor. Adaya sık sık balıkçı gemileri uğruyor.
İki arkeolog, Defoe’nun kitapta anlattığı gibi, Selkirk’e ait eşyaları buluyor. Adaya atıldığında yanına neler aldıysa, onların bir bölümünü. Ve onun üç yüz yıl önceki serüvenini adım adım ortaya çıkartıyor.
Bu müthiş keşif geçenlerde Post Medieval Archaeology dergisinde, bütün bu öyküyle birlikte yayınlanıyor.
Selkirk 1721’de sarı hummadan ölüyor. Defoe’nun kitabında kullandığı, Selkirk’e ait günlükler kayıp. Arkeologlar şimdi o günlüklerin peşinde.
Bulan iyi zengin olur.
Yazarın Tüm Yazıları