Rusya’da turizm dergisini Türkiye’de apandisiti patlattım

İkİ haftadır elimde olmayan sebeplerden dolayı sizlerle birlikte olamadım. Nedeni ise ilk hafta Rusya’nın başkenti Moskova’ya gitmem, ikinci hafta Ankara’ya döndüğüm gün apar topar yatırıldığım hastane de ameliyata alınmamdı. Şimdilerde ise yarım yamalak da olsa bilgisayarın klavyesine dokunabiliyor, gazetedeki odamda boy gösterebiliyorum. Dostlarıma bu iki haftalık durumumu ise şu cümleyle açıklıyorum: “Moskova’ya gidince dergiyi, ülkeye dönünce de apandisitimi patlattım.”

Şimdi, aranızdan “Moskova’da ne işin vardı?” diye soranlar çıkabilir. Ülkem adına çok önemli işlerim vardı ki, aslında biraz da böbürlenerek bu konuyu sizlere yansıtmayı iple çektiğimi söyleyebilirim. Çok ilginç bir girişim, çok ilginç bir gözlem ve çok ilginç olaylar, kısaca hepsini tek tek yazacağım ama öncelik ameliyatında. Merak etmeyin uzun uzadıya apandisit ameliyatının detaylarını yazıp, ruhunuzu karartmayacağım. Serde gazetecilik var ya, hasta yatağında da olsam gördüklerimi ve duyduklarımı köşeme taşıyacağım. Bakalım yaptığım sentezlere sizler de katılacak mısınız?
Moskova’dan gece yarısına doğru Ankara’ya döndüğümde ağrılar içinde kıvranıyordum. Durumumu Rusya’da geçirdiğim üç günün yorgunluğuna verip, ertesi gün geçer düşüncesiyle kendimi yatağa atmıştım. Bir gün sonra durum değişmeyince ve üstüne üstlük iki büklüm kalınca da soluğu Hacettepe Hastanesi, Genel Cerrahi Bölümü’nde aldım. Konusunda dünyanın sayılı isimlerinden olan Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Zafer Öner’e hem aile dostu, hem de işinin ehli olması sebebiyle çok güvenirim. Keza aynı bölümün vazgeçilmez isimlerinden Prof. Dr. Volkan Kaynaroğlu’na da.

KAYNAK SIKINTISI ÇEKERKEN MÜCİZE YENİLENME

Zafer Hoca, bir bakışta teşhisini koydu ve tahliller, tomografi derken de bir saat gibi kısa sürede ameliyata aldı. Patlattığım apandisit ve tüm vücuduma yayılan salgısı temizlenirken de günlerce sürecek hasta yatağı mesaim başladı. Beraberinde de hastanenin içinde ve önünde gördüğüm manzaranın sentezi.
Sadece Türkiye’nin değil, dünyanın da sayılı tıp merkezlerinden biri olarak kabul edilen Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri’nde yaklaşık 10 yıldır süren “yenilenme” çalışmalarının sonuna gelinmiş. Şimdilerde hastane bir yandan bina restorasyon ve teknolojik yenileme faaliyetini tamamlıyor, diğer yandan da maddi kaynak sıkıntısıyla boğuşuyor. Bu kaynak sıkıntısının ana sebebi ise iktidarın izlediği sağlık politikası. Ancak her şeye rağmen bilim ve teknolojik üstünlüğü devam eden hastanede Rektör Prof. Dr. Ugur Erdener ve ekibi sayesinde işler tıkır tıkır yürüyor. Örneğin benim bizzat tanık olduğum Genel Cerrahi Bölümü’nde istisnasız her hasta mükemmel bir sağlık hizmeti alıyor.

100 KİŞİLİK GRUP GÖRÜNMEYECEK GİBİ DEĞİLDİ

Yataktan doğrulduğum, daha doğrusu yarım yamalak da olsa ayaklandığım andan itibaren hastanenin giriş kapısını gören oda penceresinin yanından hiç ayrılmadım. Gördüğüm manzara ise birazdan aktaracağım satırları yazmama neden oldu. Öğlen saatinde karşı binadaki yemekhaneye doğru yürüyen hastane personeliyle, bahçede bloke olan hasta yakınları tam anlamıyla Türkiye panoramasını yansıtıyordu. Hele ki bahçede benim yattığım günler boyunca bekleyen 100 kişilik bir grup, görmezden gelinecek gibi değildi. Anlatayım da, siz de ne demek istediğimi öğrenin.
Belli ki bu grup hastanede yatan bir tarikat liderinin cemaatiydi. Giyimleri, davranışları diğer hasta yakınları ve hastane personelinden çok farklıydı. Ancak ben kafaya onların ortaçağı anımsatan giyim kuşamlarını değil, davranışlarını taktım. Nasıl mı? Birincisi misafir banklarını haremlik selamlık olarak ayırmalarından dolayı? Erkekler bir tarafta, kadınlar diğer tarafta neredeyse tüm bankları işgal etmişlerdi. Diğer hasta yakınları ise onların bu parsellemesine aldırmadan oturmak istiyorlarsa da uyarıyı göze almak zorunda kalıyordu. Zira bir erkeğin kadınların olduğu tarafa yönelmesi, ya da bir kadının erkekler tarafına yönelmesi grup tarafından hoş karşılanmıyor, üstüne üstlük de girişim sözlü tacizle sonlanıyordu.

HASTANEYİ MAMAK ÇÖPLÜĞÜNE ÇEVİRDİLER

İkincisi ise çevreye gösterdikleri hassasiyetti. Çöpler, boş bardak poşetleri, sigara izmaritleri gelişi güzel sağa sola atılıyor ve bahçeyi Mamak çöplüğüne çeviriyorlardı. Dikkat ettim tüm hastane personeli ve diğer hasta yakınları çöp kutularını kullanırken, bu grup elemanları aldırış bile etmiyordu. Sonuçta da ziyaret saati bitip de oradan ayrılmaları zamanı geldiğinde temizlik personeli ekstra bir gayret içinde giriyordu.
Üçüncüsü ise aralarından bazılarının hastanın yanına çıkmak için kural tanımaması, sık sık güvenlik görevlileriyle tartışması ve çamurlu ayakkabılarıyla yerleri kirletmesiydi. Daha da ilginci büyük çoğunluğu sadece hastane bahçesinde kalmakla yetiniyor, günlük mesai yapar gibi banklara gidip geliyordu.
Bu arada birbirlerine gösterdikleri nezaketin onda birini bile personele ve diğer hasta yakınlarına göstermekten çok uzaktılar. Hani derler ya kendine Müslüman, işte bu grup tam öyleydi. Daha birçok davranış bozukluğu daha vardı ama hepsine girmeden ulaştığım sentezi sizlere aktarayım.

NE TAM GÜNÜ BİRÇOĞU TÜM GÜN ÇALIŞIYOR

Aslında hastanede yaşananlar Türkiye panoramasının bir yansımasıydı. Eğitimin ve toplumsal yaşama saygının önemini bir kez daha gözler önüne seriyordu. İnanın o çağdaş görüntünün ekonomik koşullarla ve kentte yaşamayla bir ilgisi yok. Zira doktor, hemşire, garson derken hastane personelinin büyük çoğunluğu Anadolu’nun çeşitli il, ilçe ve köylerinden gelmiyor mu? Ya da aileleri halen orada yaşamıyor mu? Ama onlar ortak yaşamın kurallarına sonuna kadar riayet ederken, tarikat ve aşiret taassubu altında hareket eden kesim her şeyi kendine göre dizayn ediyor. Zaten ülkemizin bugünkü hali de bu dizayndan nasibini almıyor mu?
Bu arada doktorlarımıza reva görülen tam gün yasasını hiç onaylamıyorum. Bırakın bari adamlar tüm gün değil de yarım gün bu eziyete katlansınlar. İşin şakası, yıllarca oku ve okumaya devam et, geceni gündüzüne kat, şifa dağıt, karşılığında üç kuruş paraya çalış. Ortada bir yanlışın olduğu kesin. Ya emeğinin karşılığını ver, ya da iş yükünü azalt. Sonuçta yukarıda bahsettiğim kural tanımazlar dahil tüm vatandaşlarımızın hayatı onlara emanet. Bu arada birçok doktorumuz “Tam gün” değil, “Tüm gün” çalışıyorlar. Örnek mi? Ben Zafer Hoca’yı serviste sabahta görüyordum, gece de. Hem de tüm hastaların başında.

RUSYA’YA TRAVEL ZİYARETİ

Gelelim Rusya’da ne işim olduğuna. Süreli yayın olarak çıkan Tempo Travel Dergisi’nin MITT 2011 Moskova Turizm ve Seyahat Fuarı için Rusça özel sayısını hazırladık. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın stantlarında ücretsiz olarak dağılan ve tüm yazıları Rusça olan derginin içeriği Türkiye’nin tanıtımına yönelik haberlerden oluşmuştu. 160 sayfalık dergi kuşe kağıda basıldı ve kalın kapaklı oldu. Derginin sayfalarında ülkemizin turistik bölgelerini anlatan haber ve fotoğraflar yer aldı. Moskova fuarı ve çıkardığımız dergi Türk turizmi açısından çok önemli. Bunun açıklamasını ve Rusya’da tanık olduğum olayları da bu haftaya özel olmak üzere yarın aktaracağım.
Yazarın Tüm Yazıları