Ortadoğu özgürlük şafağında (Türkiye-Irak)

Başbakan Tayyip Erdoğan bugün Bağdat’a gidiyor. Bu, Tayyip Erdoğan’ın Bağdat’a ilk gidişi değil. Üçüncü gidişi. Dolayısıyla, “rutin bir komşu ziyareti” gibi algılanabilir. Oysa değil.

Haberin Devamı

Irak’a Başbakan sıfatıyla üçüncü gidişi ama bu Irak ziyaretinde Irak Kürdistanı’na ilk kez gidecek. Bağdat’tan Erbil’e geçecek ve Türkiye’yi Irak Kürdistanı’nın merkezinden dönecek. Bunun simgesel önemi bir yana, Erdoğan’ın ilk Erbil ziyareti bakımından, Irak’a gidişinin bir özelliği ve bir “ilk” yanı var.
Bundan tam bir ay önce Bağdat’ta dört gün geçirdim. Tayyip Erdoğan’ın Irak ziyaretinin hazırlıkları başlamıştı. O günlerde, Hüsnü Mübarek henüz düşmüştü, Libya bugünkü görüntüsünde değildi. Suriye ise bölgenin “özgürlük ateşinin yayılması”ndan adeta muaf sayılıyordu.
“Tayyip Erdoğan’ın şu sırada Irak’a gelecek olması önemli mi?” diye sorduğumda, “Evet” cevabını aldım. “Çünkü, Ortadoğu’da her rejimin sallandığı ya da sallanabileceği şu sıralarda Ortadoğu’nun en popüler siyasi şahsiyetinin Bağdat’a gelmesi, yeniden başbakanlık koltuğuna oturan Nuri el-Maliki’ye bir teminat vermek ve Türkiye’nin Irak’ın istikrarının güvencesi olduğu mesajını iletmek demektir.”
Ziyareti hazırlayanların söylediği buydu ve o sırada henüz Türkiye Başbakanı’nın Irak ziyaretinde Erbil ayağından söz edilmiyordu. Şimdi, Türk donanması BM Güvenlik Konseyi’nin 1973 sayılı kararı uyarınca ve Fransa’ya karşı diplomatik ağırlık kazanmış bir şekilde NATO kapsamında savaş gemileriyle Libya karasuları önlerinde dururken, bölgedeki “özgürlük ateşi”nin alevleri Irak ve Türkiye’nin ortak komşusu Suriye’yi yalarken, Tayyip Erdoğan’ın Bağdat-Erbil hattı üzerinde hareket etmesi başlıbaşına önem taşıyor.
Irak 1991 – Libya 2011
Tayyip Erdoğan’ın şu Irak ziyareti, Irak 2003 ile Libya 2011 arasında karşılaştırma yapmayı ve Irak’la ilgili olarak çarpıtılmış bazı gerçeklerin yerli yerine oturtulmasını gerekli kılıyor.
Aslında daha doğru karşılaştırma, Irak 1991 ile Libya 2011 arasında yapılmalı. Zira, Irak 2003, ABD’nin 1991’de yapması gerekene sırt çevirmesi yüzünden 12 yıl gecikmeli gerçekleşti. Irak halkının büyük çoğunluğu –yani Şiiler ile Kürtler-, Başkan George Bush’un çağrısına uyarak, Saddam kuvvetlerinin işgal ettiği Kuveyt’ten sökülüp atılmalarının ardından, 1991’de ayaklanmıştı.
“Sünni üçgeni” adı verilen alan dışında, Irak’ın kuzeyi Kürtlerin, Bağdat’ın Basra’ya kadar tüm güneyi Şiilerin eline geçmişti. Saddam rejimi “Sünni üçgeni”nde sıkışmıştı.
ABD ve Batı Libya’da şimdi yapılanı  yapmadı;  Irak’ta “uçuşa yasak  bölge” ilan edilmedi. Saddam’ın helikopterlerinin ve zırhlılarının, ayağa kalkmış olan Şii-Kürt Irak halkına karşı harekete geçilmesine göz yumuldu.
Yani, bugün Libya’da –BM Güvenlik Konseyi’nin 1973 sayılı kararı ile- göz yumulmayan ne varsa, Irak’ta göz yumdular. Sonuç, halk ayaklanmasının bastırılması ve  onbinlerce Şii Irak’lının katledilmesi; yüzbinlerce Kürt’ün Türkiye ve İran’a sığınması oldu.
Kaddafi üzerine bombardıman başlamasaydı, Irak halkının başına 1991’de Saddam’dan ne geldiyse, Libya halkının başına da Kaddafi’den o gelecekti: Katliam!
36. Paralel üzerinde uçuş yasağı, “Çekiç Güç” gibi önlemlerin hepsi, iş olup bittikten, Irak halkının ayaklanması, ABD ve Batı’nın Saddam’a “zımni destek” sağlamasından sonra söz konusu oldu.
Onbinlerce Şii, yüzbinlerce Kürt...
Evet, onbinlerce Şii Iraklı öldürdü Saddam 1991’de. O tarihe gelene dek, öldürdüğü Kürt sayısı belliydi. 180 bin dolayında. Sadece Halepçe’de (1988) kimyasal ve biyolojik silahlar kullanarak, birkaç saat içinde 5000 kişinin ölümüne yol açmıştı. Bir seferde sıralamasında Hiroşima, Nagasaki’nin hemen ardından geliyor Halepçe.
Kürtlere karşı “soykırımsal” bir politika izledi Saddam. Şiileri, onbinlerle kırdı.
2003’te Irak’ta olanları ve arkasından Irak “iktidar denklemi”nin nasıl ve niye bugün olduğu gibi kurulduğunu, Irak Anayasası’nın nasıl ve niçin öyle yazıldığını, Irak’ta niçin bir “federal yapı” olduğunu, “Irak Kürdistanı”nın Irak’ın bölünmemesi için niçin bir “olmazsa olmaz” olduğunu, 1991 “arka planı”na bakmadan anlayamazsınız.
Amerikalılar, öncesinde ve sonrasında ne kadar hata yapmış olurlarsa olsunlar, Irak’ta Saddam rejiminin yıkılması doğru ve iyi bir şeydi. Saddam’ın yıkılmasının ardından Irak’ta ortaya çıkan “kanlı tablo”ya rağmen, esas olarak “insancıl” doğrultuda varılmış bir “tarih istasyonu” idi.
Irak’a dair yalanlar
Irak’ta 2003’ten sonra meydana gelen can kayıpları da işleyen “yalan makinası” tarafından çarpıtılıyor. 1 milyon kişi ölmüş. Kime göre? Bu rakam nereden çıkıyor? İsabeti ne?
Rakam doğru değil. Ancak, inanılmaz derecede abartılmış olması, çok büyük sayıda can kaybı olmadığını göstermiyor. Oldu.
Kim öldürdü bu kadar insanı? Amerika değil mi?
Amerika değil. Amerika’nın savaşı Irak’ta “Pandora’nın kutusunun kapağı”nı açtı. Onun sonucunda yüzyıllardır varolan, son onyıllarda baskı altında uyutulan Sünni-Şii çatışması dinamiği harekete geçti. Irak’taki büyük can kayıplarının en büyük kısmı, Iraklıların birbirlerini boğazladığı Sünni-Şii çatışmasının ürünüdür.
Irak 2003 ya da “yeni Irak”a ilişkin yalanlardan biri Türkiye ile ilgili. Türkiye, 1 Mart Tezkeresi’ni reddettiği, Irak’ta savaşa katılmadığı için Arap dünyasında bugün elde ettiği büyük itibara sahip olmuş.
İlgisi yok. 1) Tezkere’nin geçmesine yani Türk askerinin Kürdistan’a konuşlanmasına en başta Iraklı Kürtler karşıydı. 1 milyon kişi buna karşı Erbil’de yürümüştü. Unuttuk mu? 2) O savaş bugün Irak’ta bulunan iktidar yapısını getirdi. 3) Tezkereyi sunan hükümetin başında Abdullah Gül vardı, Tezkere geçsin diye didinen Tayyip Erdoğan’dı.
Saddam yıkıldığı için ve Kürtlerle yakınlaşma sayesinde
Eğer Saddam rejimi ya da benzeri bir Arap-milliyetçi baskı rejimi devam etseydi, Türkiye-Irak ilişkileri bugünkü durumunda asla olamazdı, Tayyip Erdoğan bugün Bağdat’ta, yarın Erbil’de hiç olamazdı.
Irak değiştiği, Kürtler o değişen Irak’ta Bağdat’ta Irak Cumhurbaşkanlığı makamına sahip olduğu, kuzeyde ise bir Kürdistan Bölge Yönetimi kurulduğu için, Türkiye bugün Irak ile en yakın ilişkide bulunan ülke ve o sayede –yani Kürtler ile özel ilişki üzerinden- “bölgesel profili”ni yükseltmiş durumda.
Yani, Irak Savaşı’nın sonucundan İran ile birlikte en fazla yararlanan ülke Türkiye.
Peki, Türkiye’nin “Arap sokağı”nda yani “Arap halkları” nezdindeki itibarı 1 Mart Tezkeresi’nin başına gelenden kaynaklanmıyor mu?
O değil. Tayyip Erdoğan’ın İsrail’e karşı aldığı tavırdan, Arap ülkelerinin hiçbirinin hiçbir liderinin gösteremediği tavrı Gazze konusunda ortaya koymuş olmasından, “one minute”tan kaynaklanıyor.
Bağdat ve Erbil’den devam edeceğiz...

Yazarın Tüm Yazıları