Okkır’ın ölümü tabii ki üzücü

BAŞBAKAN’la sohbetimiz devam ediyor.Kaldığımız yeri hatırlatayım.

Okkır’ın ölümü tabii ki üzücü
Başbakan’a "Sizin hiç mi hatanız olmadı" diye sormuştum.

O da "Mesela neler?" deyince saymıştım.

Geçtiğimiz dönemde Başbakan Erdoğan’a yöneltilen en yaygın eleştirilerden biri, ekonomik ilişkilerde "kayırmacılık" yapılmasıydı.

Muhalefet çevrelerinde bu eleştiri şöyle dile getiriliyordu:

"AKP kendi zenginini yaratıyor."

Hatta bir tür "Nepotizm" yani akrabau talukat yönetiminin başladığı belirtiliyordu.

Bu eleştiriyi en çok yapanlardan biri de bendim.

KİMMİŞ YARATTIĞIM O ZENGİNLER SÖYLEYİN

Sinirlenmeden şunları anlatıyor:

"Ben böyle sorularda somut olunmasını tercih ederim. Bütün özelleştirmeler açık, medyanın, herkesin önünde yapıldı. En iyi ve yüksek teklifi veren kazandı. Böyle bir şey soracağınızı tahmin etseydim, listeyi getirtirdim. Bunlar içinde birkaçı bizim siyasi görüşümüze yakın insanlarsa bunu pelesenk etmek yanlış. Erdemir, Tüpraş, Petkim... Bunlar kime gitmiş? Bize yakın insanlara mı? Ayrıca kimmiş bu yeni zenginler?"

Tabii her Türk gibi aklıma ATV-Sabah satışı ve Çalık Grubu’na yapılan yardımlar geliyor.

Herhangi bir demokratik ülkede, Başbakan’ın damadının başında bulunduğu grupla ilgili böyle gelişmeler olursa bu konu çok konuşulur.

Hele hele geçmişte bir Başbakan, Mesut Yılmaz, "Kendine yandaş medya yaratmak amacıyla ihaleye fesat sokma" iddiasıyla Yüce Divan’da yargılanmışsa, bu soruların sorulması normal kaşılanmalı.

ÇALIK’I ERTÜRK TUZAĞA DÜŞÜRDÜ

Erdoğan sinirlenmeden cevap veriyor:

"Bir kere şunu unutmayın. Benim damadım kızımla 3 yıl önce evlendi. Oysa damadım bundan 10 yıl önce Çalık’la çalışmaya başlamış. İkincisi Çalık’a ne kayırmacılık yapılmış? Çalık’tan başka dosya alan yok. Başka teklif veren çıkmadı. Ayrıca düşünüyorum. O fiyat çok pahalıydı. Çalık o tuzağa nasıl düştü? Ahmet Ertürk o rakamı verdiği için. Yoksa ilgilenen bütün öteki şirketler ancak 600-700 milyon dolar eder diyordu."

Tabii iş orada bitmiyordu.

Çalık
o parayı bulamamış ve sonunda paranın çok büyük bölümü iki kamu bankasından temin edilmişti.

Kamu bankalarına talimatın bizzat Başbakan’dan gittiği eleştirileri vardı.

Yine sinirlenmeden cevap veriyor:

"Bizim o bankalara bir şey söylememiz mümkün değil. Ancak iyi yönetilmezse hesap sorarız. İkisinin de durumu iyi. Ellerindeki parayı en iyi şekilde kime satabilirlerse ona bakarlar."

Ama bu kredinin şartları bir türlü açıklanmadı ve bu da kamuoyunun kafasında soru işaretleri doğuruyor.

Cevabı şu oluyor:

"Bu bankalarda gizlilik esası var. Kalkıp birileri istiyor diye bilgi vermezler."

Mezarı için tazminat ödeyeceğim /images/100/0x0/55ea8ac9f018fbb8f886c60c

Son konumuz tabiatıyla Ergenekon.Başbakan konuya yine Baykal’a dokundurarak giriyor.

Ama bu arada Yusuf Bozkurt Özal’la ilgili çok ilginç bir gelişmeyi açıklıyor.

"Ergenekon olayından en rahatsız olan Baykal. Acaba niye? Biz yürütme olarak yargının bize verdiği görevi yerine getiriyoruz. Biz bu görevi yapmazsak suç işlemiş oluruz. Bakın önümüzde Yusuf Bozkurt Özal meselesi var. Süleymaniye’ye gömüldüğü için dava açılmış. Mahkeme reddetmiş. Şimdi Danıştay bunu bozmuş. Bizden tazminat ödememiz isteniyor. Yani görevinizi yapmadınız diyor. Şimdi gömülmüş bir insanı oradan çıkarmak güzel bir şey mi? Ama bize suç işlediniz denip hesap soruluyor. Görevimizi yapmasak, yarın Ergenekon konusunda da suç işlediniz diye hesap sorulmaz mı? Cumhuriyet Gazetesi’ne bomba atılıyor biz suçluyuz. Failleri yakalıyoruz yine biz suçluyuz."

OKKIR OLAYINDA İHMAL VAR MI GÖRECEĞİZ

Tabii ben merak ettiğim, son günlerde çok sayıda insanı üzen bir olayı soruyorum.

Kuddusi Okkır’ın ölümü.

Kendine liberal diyen aydınlarımızın tek kelime üzüntü bildirmediği bu olay hakkında Başbakan acaba ne düşünüyordu?

Orada bir ihmal var mı?

"İnsani boyutu itibarıyla tabii ki üzücü.
Ama ihmal var mı derseniz, bunu soruşturmanın sonucu belirler."

Ve Dolmabahçe’deki son sorum:

Ergenekon soruşturmasında keyfi uygulamalar, gereksiz yayma çabaları, sabah 6.00’da gözaltına alma uygulamaları, hatta bu davanın muhalefeti susturmaya yönelik bir cadı avına dönüştüğü eleştirileri var.

Başbakan eleştirilere şu cevabı veriyor:

"Bunlar, yasal ve etik sınırlar içinde eleştirilebilir.
Öyle değil de şöyle olsa daha iyi olurdu, denebilir. Ama ortada vahim iddialar varsa, savcılara, bunlar araştırılmasın, soruşturulmasın denmesi bir hukuk devletinde kabul edilemez. Suçlu olanların dışında kimse gerçeklerin ortaya çıkmasından, mahkemelerde adaletin tecelli etmesinden rahatsız olmasın."

Gazeteci olarak cevaplar beni tatmin etti mi

BAŞBAKAN’la Dolmabahçe’deki çalışma ofisinde yaptığımız söyleşi bu soruyla tamamlandı.

Gazeteci olarak söyleşiden tatmin oldun mu diye sorarsanız cevabım şu.

Elbette olmadım.

Aldığım bazı sorulara cevabı hoşuma gitti, bazılarında ise düşüncem değişmedi.

Ama takdir edersiniz ki, bu söyleşi, çok olağanüstü bir dönemde yapıldı.

Bir yanda kapatma davası, öte yanda Ergenekon iddianamesi havayı germişti.

Hürriyet yazarlarının neredeyse tamamı, son günlerdeki olaylar konusunda eleştirel bir tavırdaydı.

Cumhurbaşkanlığı seçimi, Anayasa değişikliği ve türban konusunun gündeme getirilişi, kadrolaşma, keyfi uygulamalar konularında AKP politikalarına ciddi eleştiriler yapmıştık.

Bu da hükümetin hoşuna gitmiyordu.

Yani sohbetin yapıldığı psikolojik ortam işimizi kolaylaştırmıyordu.

Yine de şunu iç rahatlığıyla söyleyebilirim.

Yaptığımız sohbeti, tarafsız bir biçimde yansıtmaya çok gayret ettim.

Başbakan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimi ve türbanla ilgili cevapları ise itiraf edeyim, beni tatmin etmedi.

Bazı hataları itiraf etmede yeterince cesur davranamadığı kanaatindeyim.

Oysa bugünlerde Türkiye’nin, ciddi siyasi özeleştirilere çok ihtiyacı var.

Sadece siyasilerin değil, belki hepimizin.

Cumhurbaşkanlığı seçimi ve türban konularındaki sözlerini, onun haklı gerekçesi üzerine yayınlamayı erteledim.

Ama kapatma davası sonuçlandıktan sonra yayınlayacağım.

Değerlendirme size ait...

’Sömürücüye karşı birleşelim’ dedi/images/100/0x0/55ea8ac9f018fbb8f886c60e

BERLUSCONI’nin kendisine söylediği çok çarpıcı şu sözleri açıklıyor:"Türkiye’nin çok ciddi bir petrol harcaması var. Biz göreve geldiğimizde varilin fiyatı 22 dolardı. Şimdi 150 dolara kadar çıktı. Bu sadece bizim değil, bütün dünyanın sorunu. Son görüşmemizde Berlusconi bana açıkça şunu söyledi. Biz petrol tüketicisi ülkeler artık bir şey yapmalıyız. Böyle her gün istedikleri gibi petrol fiyatına zam yapmaları alenen bir sömürüdür. Yeni bir sömürü düzeni kuruldu. Dünyayı sömürüyorlar. Biz tüketici ülkeler buna karşı birleşip hareket etmeliyiz, dedi."

Bütün gençliğim, Berlusconi’nin sözünü ettiği ülkelere "emperyalist", "sömürücü" diyerek geçmişti.

Şimdi bu ülkelerin liderlerinin kendilerini "sömürülen" olarak hissetmesi çok ilginç.

Bir de dokunulmazlıkların kaldırılması meselesi var.

Baykal
hep bunu gündeme getiriyor.

Başbakan bu konuda yeni bir şey söylemiyor:

"Baykal durmadan dokunulmazlıkların kaldırılmasından söz ediyor. Kimse bizim programımızı okumuyor. Bizim programımızda, siyasilerin, başbakanların eylemlerinden dolayı yargılanmalarının önündeki engellerin kaldırılacağı açıkça yazılı. Ama biz bunu yaparken kamu görevlilerinin yargılanmalarının önündeki engellerin de kaldırılmasını istiyoruz. Tabii kürsüde söylenenlerin masuniyetini korumalıyız. Gel bunu yapalım diyoruz, ama buna yanaşmıyor. Önce bütün milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasından söz ediyordu. Şimdi sadece ikimizinki kaldırılsın diyor."


Parti kapatılmazsa diktatör olur mu

KAPATMA davası hakkında ne düşünüyor?

"Sonucun ne olacağını bilmiyorum. İnşallah memleketimiz için hayırlı bir sonuç çıkar."

Sohbet buraya geldiğinde, sokakta en çok konuşulan konulardan birine geliyorum.

AKP kapatılmadığı takdirde Erdoğan’ın tutumu ne olacak?

Yaygın bir kanaate göre, "sertleşecek", hatta "diktatörleşecek" ve kendine muhalif diye gördüğü herkesi yok etmeye çalışacak.

"Sonucun ne olacağını bilmiyorum. İnşallah memleketimiz için hayırlı bir sonuç çıkar. Size şunu söyleyebilirim. Benim milletime karşı hiçbir zaman kinle, nefretle davranmam mümkün değildir."

Peki önceki hafta Economist Dergisi’nde kendisiyle ilgili kullanılan ifade?

Dergide Erdoğan’ın son dönemde "Tiran"laştığı öne sürülüyordu.

Yani diktatörleştiği.

"Bunu söyleyenler bizi hiç tanımıyor. Beni en iyi tanıyan iki yabancı Silvio (Berlusconi) ve Tony (Blair). (Burada bir düzeltme yapayım. Bu ifadeyi dünkü bölümde yanlışlıkla kullanmışım ve havada kalmış. Erdoğan bu cevabı tiran sorusuna karşı vermişti.) Halk içinde bana Tayyip veya Tayyip Amca derler. Recep’i bile kullanmazlar."

Baykal’ın cari açık planı varsa getirsin

KONU buradan CHP Lideri Deniz Baykal’a geliyor.

Bir ayrıntı.

Ben bu konuda soru sormuyorum, kendisi açıyor.

"Şimdi Baykal’a bakın. Bir ay içinde benim hakkımda 2 gensoru verdiler. Gensoru çok ciddi bir Meclis denetimi. Muhalefet bunu verdi mi hükümeti düşürecek gerekçeleri olmalı. Ama bunun ciddiyetine kendileri bile inanmıyor. Gensoru görüşmesine bakıyorum, salonda 7-8 CHP milletvekili var. 308 ret çıkıyor, bütün muhalefetin evet oyu 90. Yani biz gelmişiz, onlar ciddiye alıp gelmemiş. Gazeteciler bile ciddiye alıp gelmemiş. Bir gensoru bu kadar sulandırılır mı?"

Bu arada Baykal’a ciddi bir öneride bulunuyor.

Bence hemen elinin tersiyle itmeyip, üzerinde düşünmesi gereken bir öneri olabilir.

"Ülkenin temel sorunları ile bizden başka kimse ilgilenmiyor. Bakın Türkiye’nin ciddi bir cari açık sorunu var. Ana muhalefet bu konuda ne düşünüyor? Cari açık şöyle kapatılır diye bir teklifi var mı? Yaparsın bu teklifi, aklımız yatıyorsa hiç komplekse kapılmadan uygularız. Ama tek kelime etmiyor."

Sonra sözü sadece Türkiye’nin değil, dünyanın da en önemli sorunu olan petrole getiriyor.
Yazarın Tüm Yazıları