Öcalan ne demek istedi?

SORU şudur:

- Abdullah Öcalan’ın yaptığı açıklamaları ne kadar ciddiye alacağız?

Haberin Devamı

Yani düşünün ki;

Devlet, Öcalan’la görüşmesi için avukatlarına her hafta izin verip araç tahsis ediyor.

O avukatlar da Öcalan’ın talimatlarını, görüşlerini duyuruyor. Bütün dünya ajansları da bu değerlendirmeleri haberleştiriyor. Ama bizim gazetelerde, televizyonlarda, siyaset alanında“yok” muamelesi görüyor... Kimse sormuyor. Ne muhalefet soruyor. Ne iktidar söylüyor.

Merak ediyorum.

Daha ne kadar sürecek bu “kafayı kuma gömme” durumu?

İşte Öcalan’ın son açıklaması:

“Devletin gönderdiği heyetle bir barış konseyi için mutabakat halindeyiz...”

Peki ne diyeceğiz şimdi buna?

Barış Konseyi’nin kurulduğunu açıklıyor Öcalan..

Bu kadar önemli bir açıklama nedense yeterince etki yapmıyor. Çıt çıkmıyor.

Eğer doğruysa müthiş bir gelişmedir bu.

Devlet adına birileri Öcalan’la bir barış konseyi kurulması için anlaşma noktasında...

Haberin Devamı

Ama şimdi bakıyorum, Öcalan’dan gelen bu sözleri kimse üzerine almıyor.

Sanki bir hayalet konuşuyor.

Oysa çok iyi biliyoruz ki;

Öcalan’ın sözleri doğrudan etkilidir. Mesela, daha önce sine-i millete dönme kararı alan milletvekilleri, Öcalan’ın talimatıyla bu kararlarından vazgeçip Meclis’e gelmişlerdi. Hatta BDP grubu böyle oluşmuştu. Bunu da Ahmet Türk resmen açıklamıştı. Şimdi yemin krizinde aynı şey oluyor.

Yani her şey gözler önünde. İşte şimdi bu yüzden soruyorum:

- Eğer Öcalan kamuoyunu provoke ediyorsa gereği neden yapılmıyor?

- Ya da eğer söyledikleri doğruysa, halkın bunları bilmesi gerekmiyor mu?

- Ve en önemlisi, eğer böyle bir süreç varsa, bu çocuklar neden şehit oluyor? Bu ölümler niye?

 NOT: Barış için böyle bir çalışma sürüyorsa, bunu sonuna kadar destekliyorum.

İKİNCİ YAZI:

Kadının aklı yalnızca ev işlerine mi eriyor?

EN güzel başlığı Radikal atmıştı.

Aileden sorumlu tek bakan olan Fatma Şahin için;

“Kabinede tek başına” demişti.

Fatma Şahin çok iyi bir isim. İnsani ilişkileri kuvvetli bir siyasetçi.

Ama zaten erkek egemen bir devlet düzeninde, hiç olmazsa psikolojik sınırı aşmak için daha fazla kadın bakan olsaydı ne olurdu? Oysa seçim öncesinde gazetelere sayfa sayfa ilanlar verilmişti. Adaylar açıklanırken, “Bizde kadın aday şu kadar fazla” diye propaganda yapılmıştı. Ama işte sonuç yine ortada:

Haberin Devamı

“Kabinede tek başına.”

Meselenin bir de “aileden sorumlu kısmı” var...

Merak ediyorum; aileden sorumlu bakan neden hep kadın oluyor?

Ekonomiye, çevreye, savunmaya, kültüre değil de aileye...

Defalarca yazdım.

Özellikle, kadına karşı şiddetin, intiharların, küçük gelinlerin yoğun olduğu Doğu ve Güneydoğu’da ne bir kadın vali var, ne de bir emniyet müdürü. Bırakın müdürü, bir eğitim ya da sağlık görevlisi kadın bile çok az.

Umarım, bakan yardımcılıkları ve bürokraside yapılacak düzenlemelerde bu eksik giderilir.

ÜÇÜNCÜ YAZI:

CHP’nin bir ‘devletçi parti’ olarak en ‘korsan’ hali

YEMİN krizindeki CHP’nin en keskin ve en sıkıntılı tarifi şudur:

“Yanlış adreste boykot koyunca, korsan mitingci durumuna düşen bir dernek.”

Açıklarsam;

Haberin Devamı

Hapisteki vekillerin yemini için kararı verecek olan hakim, yasalara bakıyor. Yasalar 12 Eylül’den kalma. Hakim yasayı uyguluyor o kadar. Ama CHP ne yapıyor?

O yasayı değiştirmek isteyip de, yasanın değiştirileceği Meclis’e gitmeyerek;

Yanlış adreste miting yapan bir korsancı haline geliyor. Dernekleşiyor.

Ve CHP yönetimi siyaset aynasının karşısına geçip bu tarifi yapamıyor.

Yöneticileri yapsa da birbirlerine itiraf edemiyor.

Bu yüzden de Cemil Çiçek’e şu “ezik mesajı” veriyorlar:

“Siz bir söz verin. Bu konuda Meclis Başkanı olarak yasal bir düzenlemeyi gündeme alacağınızı söyleyin bu bize yeter. Gelip yemin ederiz...”
Bir ezik formüldür bu...

Neyse ki Çiçek durumu rahatlatıyor.

Haberin Devamı

Ama bu sorun şimdilik aşılsa da CHP içindeki “sol sorun”un derinliği azalmıyor.

Çünkü CHP’yi ters köşeye yatıran bu “korsan miting” bir ideoloji olarak kendini gösteriyor artık... CHP yönetiminin ikilemi şudur:

Kendisini statükocu devlet ve iktidar kavramından sıyırmış “devrimci bir parti” olmakla, ne yapacağını şaşırmış “acemi bir korsancı” olmak arasındaki farkın ağırlığına sıkışıp kalmak.

DÖRDÜNCÜ YAZI:

Direniş kültürünü kaybedersek (2)

CUMARTESİ günü dedim ki;

-  Farklı seslerin cüzamlı muamelesi gördüğü bir hayat kurudur.

-  Direniş duygusunu kaybetmiş bir toplumun renkleri soluyordur.

-  Protestosuna susturucu takılmış, özgür kürsüleri memurlaşmış, pankartları biber gazıyla boyanmış bir gençlik çoktan ihtiyarlamıştır.

Haberin Devamı

“Kaybetmeyelim bunu” dedim...

Birçok okurum destekledi ve devamını istedi.

Evet kaybetmeyelim çünkü:

-  Direnme damarları kurutulmuş bir halk, sivil bir anayasa yapamaz...

-  Yalnızca memurların, hukukçuların ve siyasetçilerin yaptığı anayasa tam anlamıyla sivil bir halk anayasası değildir.

-  Anayasa’nın biraz sokak çocuğu olması gerekir.

-  Herkesin inancına, kimliğine, diline ve kültürüne göre aidiyetini geliştirebileceği bir anayasa koridor müzakereleriyle, başöğretmen havalarıyla yapılamaz...

 İşte bu nedenle protestosunu ve direniş damarlarını kaybetmiş bir hayat yanlıştır diyorum.

Aklına ve sorularına susturucu takılmış bir halk, her şeyi polis raporlarına göre açıklamaya çalışır ki...

Bu da tam bir kaybediştir...

BEŞİNCİ YAZI:

ABD Konsolosu’na bir nezaket hatırlatması

ABD’nin 4 Temmuz Bağımsızlık Günü için İstanbul Başkonsolosu Frederic Kilner’in davetlisiydim.

Büyük bir resepsiyon. Zaten kale gibi bir yapı olan konsolosluktan içeri girmek zor. İki bin civarındaki davetli var. Kuyruk uzadıkça uzuyor.

Önce davetiye alınıyor. Sonra kimlikler soruluyor.

Planet kanalının şefi İrem Köker’le biraz kuyrukta bekledik. Sonra karşımıza bir x-ray cihazı çıktı.  Görevli, “Ceketinizi çıkartıp cihaza koyar mısınız” dedi...

Şaşırdık. Dedim ki:

“Üzerimde açık renk bir ceket var. Kirlenebilir. Neden böyle havayolları müşterisi muamelesi görüyoruz. Biz davetli değil miyiz? Kimliğimizi de gösterdik.”

Bu arada İrem’in ipad’ini aldılar. Kuyrukta bekleyenlerin bazıları bırakıp gitti. Üzüldüm.

Oysa misafirin bizdeki anlamı büyüktür. Ve bildiğim kadarıyla Kilner bizi iyi tanıyacak kadar çok görev yapmış Türkiye’de. Tecrübeli ve başarılı bir diplomat olarak umarım bu nazik uyarıyı dikkate alır.

- Misafirlerini kuyruklarla, x-ray önünde ceket çıkartma nezaketsizliğiyle muhatap etmek bizim kültürümüzde ayıptır.

Yazarın Tüm Yazıları