Mutluluk üzerine

İNSAN, yaratılmışların en şereflisi olarak yaratıldığına göre, Cenab-ı Hak káinatın barındırdığı bütün imkán ve güzellikleri onun mutluluğu için var etmiştir diyebiliriz.

Esasen, bütün dinlerin öncelikli hedefi, insanı mutlu etmektir. Kutsal kitaplarda bunun hazır reçeteleri vardır. Diğer ilahi dinlerin tamamlayıcısı olan İslam ve O’nun yüce kitabı Kuran-ı Kerim, önerdiği hayat prensipleriyle bu mutluluk yoluna ışık tutmaktadır.

O halde, gerçek anlamda mutluluk nedir? Behimi (hayvanca) zevklerden pay alma çabası mı, yoksa bir inanç doğrultusunda dünyevi ve uhrevi nimetlerin farkındalığını yaşamak mı? Amaçsız ve disiplinsiz, sefih (eğlenceye düşkün) ve sergerde (başıbozuk) bir hayat mı; amacı, ilkeleri ve disiplinleri olan düzenli ve insanca bir hayat mı?

‘Ya bu ya o; ya böyle ya öyle’ şeklinde belirleyebileceğimiz tercihlerdir bunlar. ‘O ile bu’ arasındaki tercih mesafesini akıl-duygu-inanç üçlüsüyle doldurmak da var, sadece duygularımızın esiri olup zaafların anaforları arasında oraya buraya savrulmak da. Tercih, elbette bize aittir.

* * *

Mutluluk bir keşifle başlar. Var olmayı ve farkında olmayı keşfetmek. Mutlu olabilmek için önce kendimizi tanımamız, kendi varlığımıza inanmamız gerekir. Nasıl biriyiz? Vücut dediğimiz bu makine nasıl çalışıyor? Ruh ve akıl, bu makinenin neresinde duruyor? Nasıl bir makine ki kendi gücünü kendisi üretiyor. Kendi yönünü kendisi buluyor. Káinatta milyarlarca varlık yaşıyor. Onların hiçbirine benzemiyor; hepsinden üstün.

Onu üstün kılan ise aklı ve ruhu. Diğer canlılar da birer makineden ibaret; ama o makineler düşünemiyor, hiçbir şeyi akledemiyor. Onlar için mutluluk kendileri için biçilmiş ömürleri, kendi amaçları olmadan, başka bir amaca hizmet ederek doldurmak ve sonunda yok olmaktır.

Oysa insan böyle değildir. İnsan için iki hayat söz konusudur. Dünyevi hayat, uhrevi hayat. Biri geçici, diğeri ebedi olan bir hayat. Onun ölümünde hiçlik yok; bir başka hayata geçiş var. İşte bu, insan olarak sadece bize tanınmış bir ayrıcalık. Mutluluğumuzun anahtarı belki de bu olmalı: Farklılığımız...

* * *

İnsan, kendi farklılığını fark edince, bir üst farklılığın izlerini takip eder ve hemen şu soruyu sorar: ‘Bu üstün makinenin mimarı, mühendisi, yaratıcısı kim?’ İşte o, eşi ve benzeri bulunmayan, doğmamış ve doğurmamış olan Yüce Yaratan’ın ta kendisidir. O’na inanmakla, bir sahibimizin, bir dayanağımızın olduğunu anlar, bundan sonsuz bir güven ve mutluluk duyarız.

Çünkü o bizim için her şeyi var etmiştir. Bizimle beraber rızkımızı da yaratmıştır. Teneffüs edeceğimiz havayı, içeceğimiz suyu, bereketleneceğimiz toprağı vermiştir. Ve de ölümsüzlüğü. İdrak sahibi insan, geçici hayatı ebedi mutluluğa dönüştürmek için yaşar. Geçici hazlar ve mutluluklar için ebedi mutsuzluğun kapısından girecek olanların ise ‘vay haline!’ diyor Kuran.

Mutluluğun kaynağı sevgi ve inançtır. Sevgisiz ve inançsız bir mutluluk tasavvur edilemez. Bu, boşlukta savrulmaya benzer. Tutunacağınız, sarılacağınız bir inancınız; gönlünüzü kabartacağınız bir sevginiz yoksa, mutluluk da yoktur. Allah sevgisi, insan sevgisi ve bütün varlığa sevgiyle bakmak. Kendisi için istediğini başkaları için de istemek.

Mutluluk, aynı zamanda bakışlarınızdan alacağınız yansımadır. Etrafınıza ne kadar iyi gözle bakarsanız o bakışlar size pozitif enerji olarak geri döner. ‘Yüce bakış gerektirir ademi de/Ki ol bakış ademi adem ede.’ Birine iyilik yapmak, bir çaresizin elinden tutmak, bir insanın sıkıntılı anını paylaşmak, ona yardım etmek... Bütün bu hasletler, insan hayatını anlamlı kılan güzelliklerdir. Mutluluğu üreten ve çoğaltan iksir budur. İnsanı mutsuzluğa sevk eden en önemli hastalıklar ise haset, kibir, kıskançlık vs’dir. Bunlardan uzak kalan bir hayat, sağlıklı bir hayattır, mutlu bir hayattır.

* * *

Şu da bir gerçektir ki; mutlak manada bir mutluluktan da söz etmek mümkün değildir. Hayat zıtlıklarla doludur; iniş ve çıkışları, ağlamaları ve gülmeleri vardır. Bir filozof şöyle bir tespitte bulunuyor: ‘Ressamlardan öğreniyoruz ki, ağlarken ve gülerken yüzümüzde beliren çizgiler ve hareketler aynıymış. Gerçekten, resim henüz bitmeden bakacak olursanız; çehre ağlayacak mı, gülecek mi bilemezsiniz. Gülme son sınırına varınca gözyaşlarıyla karışır.’ Byron, ‘İnsan, tebessüm ve gözyaşı arasında gidip gelen bir sarkaçtır’ demiyor mu?

Önemli olan, karşılaşılan güçlükleri, yaşanan ıstırapları, çekilen acıları imanın ve sabrın süzgecinden akıtarak mutluluğa dönüştürmeyi bilmektir.

Kum saati gibi akıp giden ömrümüzün mutlulukla bereketlenmesi dileğiyle bugünkü yazımı noktalıyorum.

SORALIM ÖĞRENELİM

5.8.2005 tarihli yazınızda Hz. Meryem’i, teslis (üçleme) inancının bir parçası olarak gösterdiniz. Bu doğru değildir.

Ahmet ÖZGÜNEŞ/ANKARA

Bizim bütün açıklamalarımız Kuran’a göredir. Maide Suresi 116. ayette şöyle denir: ‘Hani Allah buyurmuştu ki: ‘Ey Meryem oğlu! Sen mi insanlara Allah’ı bırakarak beni ve anamı birer mabut edinin dedin.’ (İsa Haşa!) dedi: Seni tenzih ederim. Hak olmayan bir sözü söylemek bana yaraşmaz.’ Bu ayette, Hıristiyanların Meryem’i tanrılaştırdığı bildirilmektedir. Hıristiyanlık tarihinde Meryem’i tanrılaştıran bir fırkanın bulunduğu, 4. asırda Arabistan’da böyle bir fırkanın var olduğu da kaynaklarda mevcuttur. Hıristiyanlık, Müslümanlık ve Yahudilik gibi monoteist (tek tanrılı) dinler arasında geçmektedir. Teslis inancı birtakım yorumlarla bire irca edildiğinden, tektanrılı dinler arasında yerini almıştır. Bugünkü Hıristiyanlık doktrininde Hıristiyan kredosu ‘baba, oğul ve kutsal ruh’ şeklindedir.

Kafaya kimyasal ilaçlarla yapıştırılan peruğa mesh olur mu? İstenildiğinde çıkarılıp takılabiliyorsa, mesh nasıl olmalıdır?

Sezai IŞIK/ANKARA

Herhangi bir sebepten dolayı (bu psikolojik bir nedene bağlı da olabilir) peruk takan ve onu da ilaçlı yapışkanlarla sabit hale getirenler mesh yapabilirler. Peruk takılıp çıkarılabiliyorsa, çıkarılıp meshedilmesinde de bir zorluk yoksa, böylece meshedilmesi daha doğru olur.

Kuran’da ‘Bilmediklerinizi zikir ehline sorunuz’ deniliyor. Zikir ehlinden murat nedir?

Ayşegül/MANİSA

Zikir, anmak manasına gelir; ayrıca Kuran’ın da bir adı zikirdir. Zikir ehlinden murat, tezekkür eden, ilimde derinleşmiş işin uzmanı bilginlerdir. Burada dini ilimlerin yanı sıra dünyevi ilimler de anlaşılmalıdır. Yani herhangi bir ilimle ilgili olan bir sorunu, o ilimde en ileri gitmiş olandan öğrenin demektir.

Peygamberimizin vefatından önce misvak kullandığı doğru mudur?

Bülent TAŞTAN/ANKARA

İbn-i Hişam, ‘Siret’ adlı kitabında Hz. Aişe’den şu rivayeti nakleder: ‘Peygamberimiz başını Aişe’nin göğsüne dayamış, bazen kendinden geçiyor, bazen de uyanıyordu. Bu esnada Ensar’dan birisi, elinde taze bir misvakla içeri girdi. Peygamberimiz misvakı görünce eliyle işaret ederek istedi. Aişe misvakı kullanır hale getirdi ve Peygamberimiz de misvakı alıp kullandı. Ve sonra en yüce dost dedi ve ruhunu teslim etti.’
Yazarın Tüm Yazıları