Mukteda’nın ailesinden hiç kimse yatağında rahatça can vermemişti

Necef’te haftalarca devam eden kanlı çatışmaları başlatan Mukteda es-Sadr’ın kim olduğu, ailesi ve bu ailenin mensuplarının nesillerden buyana hiç değişmeyen kaderi hakkında bizde pek birşey yazılmadı.

Es-Sadr ailesi Irak’ın en köklü Şii ailelerinden biriydi, içlerinden çok sayıda ayetullah ve dini otorite çıkmıştı ama bu dini otoritelerin neredeyse hiçbiri, yatağında can verememişti. Es-Sadr ailesinin birçok mensubu, özellikle Saddam Hüseyin’in iktidarı döneminde, ya Saddam’ın emriyle yapılan suikastlere kurban gittiler, ya yargılanarak idam edildiler, yahut kapatıldıkları zindanlarda büyük işkencelerden geçirildikten sonra sessizce ortadan kaldırıldılar.

Şİİ dünyasının en büyük dini otoritesi olan ‘Ayetullah-ı Uzmá’, yani ‘Büyük Ayetullah’ Seyyid Ali Hüseyni Sistani’nin devreye girmesiyle Hazreti Muhammed’in amcasının oğlu ve damadı olan Hazreti Ali’nin Necef’teki türbesinin etrafında haftalardan buyana devam eden kanlı olaylar nihayet buldu.

Necef’te yaşanan hadiseleri başlatan Mukteda es-Sadr’ın kim olduğu, ailesi ve bu ailenin mensuplarının nesillerden buyana hiç değişmeyen kaderi hakkında acaba bilgi sahibi misiniz?

Irak’ın en köklü Şii ailelerinden olan ve çok sayıda ayetullah ile dini otorite yetiştiren ‘es-Sadr’ ailesi, dini alandaki bu genetik verimliliklerinin yanısıra, içlerinden çıkan dini otoritelerin neredeyse tamamının yatağında can verememiş olmasıyla meşhurdu. Es-Sadr ailesinin birçok mensubu, özellikle Saddam Hüseyin’in iktidarı döneminde, ya Saddam’ın emriyle yapılan suikastlere kurban gittiler, ya yargılanarak idam edildiler, yahut kapatıldıkları zindanlarda büyük işkencelerden geçirildikten sonra sessizce ortadan kaldırıldılar.

İşte, Mukteda Sadr’ın en yakınları olan ve Saddam Hüseyin döneminde ortadan kaldırılan es-Sadr ailesine mensup bazı önemli din adamlarının kanlı ákıbetleri:

AYETULLAH SEYYİD MUHAMMED BAKIR ES-SADR: Mukteda Sadr’ın amcası ve 1950’lerden sonra Irak’ta faaliyet göstermeye başlayan ‘İslami Dava Hareketi’ isimli ilk siyasi Şii grubun kurucusuydu.

Bakır es-Sadr’ın, Şii dünyasının o dönemdeki bir diğer militan lideri olan Ayetullah Seyyid Bakır es-Hakim ile işbirliği Saddam Hüseyin rejiminin canını sıkmaya başlayınca Bakır es-Sadr tutuklandı ama Şiiler’in geniş çaplı bir isyana girişmeleri ihtimali üzerine serbest bırakıldı ve evinde göz hapsine alındı. Rejim karşıtı faaliyetlerini evinden de sürdürmesi üzerine Saddam Hüseyin’in ‘Muhaberat’ isimli istihbarat örgütü 1980’in 8 Nisan gecesi, Ayetullah’ın evini kuşattı. Öldürüleceğini anlayan Ayetullah Bakır es-Sadr, celládlarına evinin penceresinden makineli tüfek ateşiyle karşılık verdi, bunu attığı el bombaları ve RPG roketleri takip etti. Muhaberat görevlileri Ayetullah’ın evine ancak iki saat sonra girebildiler ve cephanesi tükenmiş olan Bakır es-Sadr’ı hemen oracıkta öldürdüler.

AYETULLAH MUHAMMED ES-SADR: Mukteda Sadr’ın babası ve Necef’in en sözü geçen dini liderlerindendi. 1999 Şubat’ında kıldırdığı bir cuma namazı sırasında hutbe okuyacağı kürsüye beyaz bir kefene bürünmüş olarak çıktı. Söze, ‘Yaptığım bu işin hayatıma mal olacağını biliyorum ama böylelikle şehadet mertebesine erişirim’ diye başladı ve Saddam rejiminin zindanlarında işkence görmekte olan Şiiler’in serbest bırakılmasını istedi

Saddam Hüseyin, Ayetullah’a cevabını tam bir hafta sonra ve onun beklediği şekilde verdi: Ayetullah Muhammed es-Sadr, cuma namazını kıldırıp otomobille evine gittiği sırada makineli tüfeklerle tarandı. Ayetullah’ın yanısıra otomobilde bulunan ve Mukteda Sadr’ın ağabeyleri olan iki oğlu da can verdiler. Suikast sadece Irak’taki değil, bütün dünyadaki Şii toplumunu ayağa kaldırdı, Necef’te yaşayan Şiiler sokaklara döküldüler ve tepkiler geniş bir isyan halini almaya başlayınca, Saddam Hüseyin, Ayetullah’ın cenazesinin tören yapılmadan ve gizlice kaldırılmasını emretti.

Bağdat’tan gelen bütün tehditlerine rağmen Ayetullah’ın cenazesine binlerce Şii katıldı ve devrim muhafızları cemaatin üzerine makineli tüfek ateşi açtı. Hazreti Ali’nin türbesinin önü mezbahaya döndü, ancak ölü sayısı hiçbir zaman öğrenilemedi. Saddam yönetimi bu kadarla da yetinmedi ve Irak’ın önde gelen dört Şii entellektüelini ‘Ayetullah’a suikast düzenledikleri’ suçlamasıyla gizlice yargılayıp idam etti. Şiiler idamların göstermelik olduğunu ve cemaatin önde gelenlerinin suikast bahanesiyle ortadan kaldırıldıklarını söyleyince, Saddam Hüseyin, Ayetullah Muhammed es-Sadr’ın öğrencilerinden otuz kişiyi daha idam ettirdi ve Bağdat’ta yaşayan binlerce Şii aileyi bir gece içerisinde çöle sürdü.

Iraklı Şiiler, Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra Bağdat’ın hemen yanıbaşında bulunan ‘Saddam Şehri’nin adını ‘Sadr Şehri’ diye değiştirecek ve böylelikle liderlerini kaybetmelerinin acısını bir nebze olsun hafifletmeye çalışacaklardı.

HÜCCETÜLİSLÁM SEYYİD MUSA ES-SADR: Mukteda Sadr’ın büyük amcası ve Türkiye’nin gündemini senelerden beri meşgul eden omuzları da örtecek şekilde bağlanan türbanın yaratıcısıydı. İran’ın dini ilimler merkezi olan Kum şehrinde, 1928’in 15 Mayıs günü dünyaya geldi. Kum’da ve Tahran’da dini eğitim aldı, ‘Mekteb-i İslam’ adında bir dergi çıkarttı ve bir müddet Kum’daki medreselerde hocalık edip ‘Hüccetülislam’ derecesine yükseldi.

Musa Sadr, 1960’ta dini otorite boşluğuna düşen Güney Lübnanlı Şiiler’i toparlamak maksadıyla Lübnan’ın Sur şehrine yerleşti, kısa sürede bölgenin en güçlü dini lideri oldu, ‘imam’ unvanını aldı, bu arada çok sayıda vakıf ve okul kurdu, 1971’de İsrail’e karşı mücadele etmek maksadıyla Müslüman ve Hristiyan din adamlarından meydana gelen bir diğer dini konseyi hayata geçirdi.

Lübnan’ın siyasi hayatında son derece etkili olan Musa Sadr, 1978 Ağustos’unda, Güney Lübnan’daki Filistinli mülteciler konusunda temaslarda bulunmak maksadıyla Libya’ya gitti ama bu, onun son siyasi faaliyeti oldu ve Sadr’dan bir daha haber alınamadı. Libyalılar İmam’ın Muammer Kaddafi ile görüştükten sonra Roma’ya giden bir uçağa bindiğini iddia ettiler, İtalya ise Sadr’ın uçakta bulunmadığını açıkladı ve dini lider kayboldu!

Ailesi, özellikle de kızkardeşi, Sadr’ın Libya’da bir zindanda tutulduğunu ve halen hayatta olduğunu iddia ederken, Şii dünyası Musa Sadr ile kayıp 12. İmam Mehdi arasında bir benzerlik kuruyor ve İmam Musa Sadr’ın da günün birinde Mehdi gibi yeniden ortaya çıkacağına inanıyor.

YAZMADAN ÖNCE ÖĞRENİN

Mukteda es-Sadr
mensupları işte böylesine hem dini otorite, hem de militan olan bir aileden geliyor. Ben, Şii dünyasının en büyük dini otoritesi olan Ayetullah Seyyid Ali Hüseyni Sistani’nin hafta içerisinde hazırladığı planı kabul ederek Hazreti Ali türbesini boşaltan ve türbenin anahtarlarını Sistani’ye teslim eden Mukteda es-Sadr’ın bir köşeye çekileceğine yahut meşru yoldan siyasete atılacağına hiç ihtimal vermiyorum. Zira, Sadr ailesinde direniş yolunda can vermek bir gelenektir, dünyadan bu şekilde ayrılış da onlar için ‘şehadet’, yani cennetin müjdesidir.

Ama, işin bir başka tarafı daha var:

Irak halkının yüzde yetmişe yakını Şii’dir de Şii doktrininden haberdar olmadan Irak’ı anlamak imkánsızdır. Dolayısıyla, Şii hareketin geçmişini bilmeden Mukteda es-Sadr’dan ‘molla bozuntusu’ gibisinden sözlerle bahseden veya bu geçmişi bildikleri halde hayranlık krizlerine girerek ‘Necef benim için Çanakkale’den bin kat daha faziletlidir’ diye saçmalayan köşe yazarları sadece cehaletlerini yahut hınçlarını ortaya koymaktadırlar.

Yeni şarkılara milyarlar dökmeyi bırakın, önce elinizdekileri icra edin!

HERHALDE
işitmişsinizdir: TRT, ‘Alaturka’ diye bir beste yarışması açtı. Birinci seçilecek eserin bestekárına 50, ikinciye 35, üçüncüye 25 milyar verilecek, ayrıca beğenilen 13 eserin bestecisine de onar milyar ödenecek.

TRT çapında yüksek gelirlere sahip olan bir kurum için toplam 200 küsur milyar lira ödül dağıtmanın önemli bir yük olmayacağını düşünebilirsiniz. Ama konunun bir de ‘görev’ ve ‘etik’ tarafı var.

Türk Müziği’ne ciddi şekilde aláka duyuyorsanız, bu müziğin TRT’de senelerden beri doğru dürüst icra edilmediğini, repertuvarın giderek daraldığını, fakirleştiğini ve programların mevsimlik şarkılarla sınırlı kaldığını mutlaka farketmiş, bu alaturkalıktan benim gibi sizler de ikrah etmişsinizdir.

İşin aslı şuydu: Repertuvar fakirleşirken, icra da kalitesinden gün geçtikçe çok şeyler kaybetti. Klasik üslup kayboldu ve ortalığı -teknik terimiyle- eserleri ‘yerinden’ okumayı beceremeyip beş yahut altı ses pes perdeden icra eden, daha doğrusu icra ettiğini zannederek homurdanan kalın sesli hanımlar ile nefes almadan haykıran cırtlak sesli erkekler doldurdu. TRT bununla da yetinmedi, özel TV’lerle rekabet hevesiyle ‘halk böyle istiyor’ diye bir bahane yarattı, Türk Müziği programlarına timpaniden elektronik klavyeye kadar geleneksel müzikle alákası olmayan hemen her çalgıyı iláve etti ve müziğimizin kendine mahsus tınısı sayelerinde yokoldu, gitti.

TRT’nin bugün ‘çağdaş tını’ zannettiği ses rengi, Mısırlı piyasa çalgıcılarıyla Kahire Radyosu’nun bundan 50 sene önce yakaladığı, ağırlık noktasını yaylıların ve ritm sazlarının teşkil ettiği Arap tınısıdır!

Aynı kurum, şimdi reyting rekabeti uğruna ‘alaturka beste yarışması’ düzenliyor. Repertuvardaki bütün eserler sanki icra edilmiş ve çalacak beste kalmamış gibi...

Özel TV’lerdeki ‘Popstar’, ‘Türkstar’, ‘Bilmemnestar’ yarışmalarıyla aşık atmaya heveslenip ‘alaturka beste yarışması’ açan TRT Genel Müdürü’nün, bazı sorulara cevap vermesi gerekir:

Senelerden beri hiç okunmayan binlerce eserin notası raflarda tozlanırken yeni beste yarışmaları açmak hangi akla hizmettir? Maksat ‘canlı’, ‘çağa uygun’ ve ‘hareketli’ müzik yapmak ise bu tarzda örnek vermiş olan bestecilerin, meselá Neveser Kökdeş’in, Erol Sayan’ın, Şekip Ayhan Özışık’ın, Seláhaddin İçli’nin ve daha birçok bestekárın eserleri niçin icra ettirilmez?

TRT’nin gönderilen yeni besteleri denetlemekle görevli birkaç adet repertuvar kurulu hálá faaliyette iken böyle bir müsabaka açma hevesi reyting yarışından başka ne ile izah edilebilir? Ciddi bir ‘icra yarışması’ açma düşüncesi neden hatıra gelmez?

Kurumun daha önce düzenlediği beste yarışmalarında, meselá 1987’deki müsabakada birinci olan ‘Kanımda kıvılcım’ şarkısı son bir sene içerisinde TRT’de kaç defa icra edilmiştir?

Sözün kısası: Türk Müziği’nin bir zamanlar ciddi bir okulu olan TRT, son 20 yıl içerisinde müziğin kalitesizleşmesinin sebeplerinden biri haline gelmiştir ve bir devlet televizyonunun görevi özel TV’lerle reyting yarışına girmek değil, gittikçe aşağılara düşen sanat zevkini yeniden yükseltmeye çalışmaktır.
Yazarın Tüm Yazıları